Ağır Sözler Denizinde
Çocukluk saf yanılsamalarla dolu. Ben küçükken modern giyinen, aşk ve özgürlükten bahseden şarkılar söyleyen herkesi solcu, ilerici sanırdım. Biraz büyüyünce hiç de öyle olmadığını anladım. Hayatım kimsenin fark etmediği bir yanlış anlaşılmaydı. Bundan mütevellit dayanılmaz ağrılarım vardı. Devlet hastanesinde kan kaybından ölmek üzere olan darp mağduru bir doktor, muayeneden sonra durumumu anlattı: “Göğsünüzü ve sırtınızı uzun uzun dinledim. Tahlil sonuçlarınızı dikkatle inceledim. Siz hep başkalarını oldukları gibi kabul etmişsiniz. Bu bizim tedavi edebileceğimiz bir rahatsızlık değil. Ancak ölmezsiniz, bu şekilde de yaşamaya devam edebilirsiniz.”
Ben nasıl bu denli kendi derdime düştüm? Perdelerim hep çekik, unuttum mevsimi, ıslanamıyorum yağmurda. Gölgem silinmiş, tanrının yüksek çözünürlüklü photoshop’unda. Renk gözlerimi kör etmiş. Yeşil olan her şey kusursuz geliyor bana. Sahip olmanın hazzı sınırsız olsa da hayat, kaybetme korkusuyla yaşamak için çok kısa. Neyse ki deneyimlenemeyen tek şey ölümsüzlük. Saçlar dökülüp, memeler sarkarken her şey olması gerektiği gibi gerçekleşiyor. Gençliğim ağlıyor, Atari salonlarında hemen tükenen jetonlarla aynı kaderi paylaştığında. Ağır sözler denizinde boğuluyorum albayım. Kalbim duracak gibi oluyor her hatırladığımda.
Hisler şimdiki zamanın hep bir adım gerisindedir. Yaşamak, insanlarla ilişki kurmak işte böyledir. Birinin kendisini değerli hissetmesinin bedeli, bir başkasının değersiz hissetmesidir. Anlaşılarak tatmin olmanın miktarı kişiye göre değişir. Kimine birkaç kalbe dokunmak iyi gelir, kimi herkes beni anlasın diye diye histeriyle delirir. Yeni bir “ben” yarattığında bir meydan muharebesi kazanırsın. Zirvelerde çoban ateşleri yakıp, sarhoş olurken farkına varamazsın; o senin küçük dünyanın zaferidir. Bu bilgi seni sadece yolların kesiştiği yere kadar götürebilir. Aydınlanmalar da bakım ister, kimseyi bir ömür boyu yükseklerde uçurması mümkün değildir.
Sen gidersen kedi gelir. Kedi gider çocuk gelir. Zaman kendinden emindir. Onunla yarışamam. Benimkisi kesinleşemeyen keşiflerle dolu bir hayatın taklididir. Sanırım başka insanlarda olmayan organlarım var. Onlar işlevlerini yerine getirdikçe, içim çürüyor kederden. Burada yaşlılara yer yok farkındayım. Bir zamanlar I know what it is to be young’ın mesajını alamayacak kadar bağnazdım. Ustam Poe hayranı bir vampirdi. Kalbine saplanan ahşap bir kurşunla ölmeden önce “Yazarken tevazuyla bir yere varamazsın” demişti. Hatıra bu ya babam paslı tenekeden yapılma, Ayvansaray tipi bir çocuk kayığı gibiydi. Eskiden nasıl biri olduğunu unutmayı bir türlü beceremedi.
Her şeyin değerini yitirdiği o anlarda sevgi, vefa, hatıralar ve mutluluk, çocukluk hastalıkları ve insan psikolojisinin çıkışsız dehlizlerinde eriyip kaybolur. En eski karanlık geçmiş; kendisinden sonra gelen geçmişi yutar, yok eder. Bütün manayı emer. Hareket ve duygu, gergin diyalogların kurbanı olur. Samimiyet öldüğünde hatırası da silinir, hiç var olmamış gibidir. Herkes bir şey arar, bir […]
Devamını OkuEy yas, yaz beni. Ben ömrümce yasamadan duramadım ki. Tek bir harf farkla yitirdim sevme yetimi. Eğer gerektiği gibi tutabilirsem seni, belki yeniden bulabilirim kendimi. Kural bu, bir süre seninle yaşamalı biri. Şimdi oturup yasmaya çalışacağım. Sonra yatağa uzanıp yasacağım. Yas sıcağının soğuk cehenneminde uyumaya çalışacağım. Soracak bana “Kaç yasındasın?”, “Ne yastan geçerim ne de […]
Devamını OkuZaman zaman sorarlar, Yaşar Kemal’le olan dostluğumuzu. Hayranı olduğum bir insanın/ ulaşılmaz bildiğim bir büyük yazarın bir gün dostu oldum. Nereden nereye derim içimden. Bu yazıya başlarken Çukurova Yaşar Kemal kitabımda da anlattım. Ayşe Semiha Baban’ın içtenliği, ilgisi sayesinde onunla konuştum, birlikte oldum. Ayşe Hanım beni evine aldı, Yaşar Kemal’le söyleşmemizi sağladı. Onun içtenliğini unutamam. […]
Devamını OkuBeykoz tarihi günlerinden birini yaşıyordu. 10 Ekim 1965 Milletvekili Genel Seçimlerinin propaganda dönemiydi. Sanat tarihçileri tarafından “Su Sarayı” olarak tanımlanan Beykoz’un simgelerinden biri olan Onçeşmeler’in yanı başındaki köşe kahvede Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) toplantısı vardı. Kahvenin içi dolmuş, sonradan gelenler dışarı taşmıştı. Gözlüklü, tok sesli, uzun boylu adam “Oyunuzu adama verin, beygire değil.” diyordu. Adam […]
Devamını Oku