Hem gecenin hem de şubatın üçü. Dışarda korkunç bir yağmur var. Zile basıp kaçan çocuklar gibi yıldırımlar.
Geleceğe dair her şey bir boşlukta ve içimde süregelen bir kaygı var. Suya düşüyor hayallerime dair umutlar. Annemi düşünüyorum. Tıpkı diğer herkes gibi sabah erkenden kalkıp işe gidecek. Bir camı aralayıp gökyüzüne bakıyorum bir de sıcak odama. Tek dileğim, yağmurun ve korkunç fırtınanın sabaha dinmiş olması. Eğer hava normale dönmezse yandım. Çünkü ben de annemle aynı yere geldiğimde aynı sorumlulukları almak zorundayım. O an beynimi küçük kurtçuklar sardı ve beni içten içe kemirmeye başladı.
Bir gün, dışarıda kıyamet kopasıya yağmur yağacak. Yıldırımlar inletecek her yeri ancak ben olduğum yerden kalkıp işime gideceğim ya da yapmam gerekenler için anımdan ödün vereceğim. Silip en baştan başlayamıyorum. İleri saramıyorum. O halde devam etmek mecburiyetindeyim. Bu gerçek biraz yıkıcı.
Değişimden korkan tüm kaygı yumakları gibi korkuyorum olduğum yerden kalkıp devam etmeye. Uzun zamandır hiçbir güzel duygunun yaratamadığı ilhamla buluşuyorum.
“Ben bu gece muhakkak öleceğim, Yıldırımların düştüğü yere bir mezar dikeceğim.”
Çünkü ölesiye korkuyorum olağan düzenin değişmesinden ve bunu devam ettirecek sorumlulukları üstlenmekten. Gökyüzü kadar çalkantılı bir şiir yazıyorum böylece. Birkaç gün sonra evler yıkılıveriyor öylece. Ben odamdaki kalemliklerin yeri değişirse nasıl aynı istikrarla hayatıma devam edebilirim diye düşünüyorum. Bir gecelik yıldırımlardan korkuyorum. Telefonun öbür ucunda bir ses var sadece. Şehri, evi virane olmuş ve ardına bile bakmadan geleceğe yürüyen bir cesurun sesi. O gün aynı hisleri en baştan sorguluyorum.
Önce bahanelerin ardına gizlenen alışkanlarımı yokluyorum. Tıpkı kolumuz bacağımız gibi sahiplendiğimiz kötü huylarımız gibi. Sonra da kendimle konuşuyorum.
“İçimde yersiz bir korku var,
Devam etmek de zor ölüm kadar.”
Diyebilen tarafımı susturuyorum. Geleceğe dair olan ne varsa tüm plansızlıklar ve yokuşlarla kabulleniyorum. Önce sessiz bir kabulleniş, sonra biraz gürültülü. Odamda ne varsa indirip baştan aşağıya yeniden düzenliyorum. Üstüme yıkılacak da olsa, bir sabah kış karanlığında, yağmurda çamurda terk etmek zorunda da olsam o dört duvarı ve içindekileri kendimle birlikte devam etmeye zorluyorum. Tıpkı yaşamayı, korkulardan daha çok ciddiye alan yıkıntının beşiğindeki dostum gibi.
Karanlığa bürünse de sabahlar, mevsimleri ara ara çalsa da kış orada yaşayacak olmak korkutmuyor beni çünkü ilk defa devam etmenin kârıyla tanışıyorum. Yıldırımlar davul çalarken gecenin köründe yanan ışıkların varlığına sığınıyorum. Zamansız bir yağmur gibi devam etmek. Ayağına bulaşırken çamur olmuş toprak, çiçekler yeşeriyor ezdiğin yerlerde.
Zaman değişmez, insanlar gelişmez yoktan. Dünya döner, gece bellidir sabahtan. Kendi içinde devrilen bir düzendir yaşam, suyun üstünde kalır, düzensizlik çamurlu yosunlar gibi dipte dalgalanır. Bazı balıklar zehirlidir, kimi otlar şifalıdır; var olan, yaşama dair kıyılarda çalkalanır, zamanın git gelleri ve değişmeyen düzeninde, yaşıyor insanlar yüzer gibi en derinde. Zaman değişmiyor ancak ilerliyor dalga dalga. […]
Devamını OkuCamları çatlamış, içi gaz dolu lambaların. Üstünden geçilmiş yanmaya devam eden mumların. Tüm aydınlığını söndürmüşler evlerin, kundaklamışlar saltanatıyla korkuların. Gündüz inmiş umuda kapanan perdelerin üstüne. Perdeleri dondurmuş keskin soğuğu camların ve ısınmamış uzun bir süre. Hastalıklar söndürmüş altını ocağın, sefalet de basmış yanan son kibritin üstüne. Devası bir kağıtta kıta kıta yazıyormuş da okuyanı bulmak […]
Devamını Oku-Sevgili Zafer, öykücülüğümüzde rengi olan birisin. Yazdıkların yaşantını ele verse de yine de sende öykücülüğümüz adına başka bir kumaş olduğunu düşünürüm. Bu yolculuğu bizimle paylaşabilir misin lütfen, nasıl yazıyorsun? İçine doğduğum coğrafyanın kültürel ikliminden besleniyorum; yazacaklarımı, içinde yer aldığım sınıfsal, geleneksel yapının içinden çıkarıyorum. Bir öykü kurarken yaşadığım, bildiğim mekânların, tanık olduğum olayların ışığından yararlanıyorum. […]
Devamını OkuRutin olan her şeyden kaçar gibi yaşadıktan onca yıl sonra, bir akşam geliverdi osoru: “Çocuk yapalım mı?”Şimdiye değin hiç düşünmeden bir başlarınayaşamışlar, geleceklerini de buna görebiçimlendirmişlerdi. Sinem biraz daha kariyerodaklı yaşasa da, İlhan açık açık sorumluluktankaçmıştı. Şimdi durduk yere, hay Allah!Heyecandan mı kalbi çarpıyordu yoksahemen yanıt vermeliyim telaşı mı anlamlandıramasa da, içindeki ses çoktan “Evet!” […]
Devamını Oku