Barış İNCE
Tüm Yazıları
Hafıza Yolculuğu
Ana Sayfa Tüm Yazılar Hafıza Yolculuğu

Almanya’da Hamburg şehrinde gezerken ilk dikkatimi çeken şey, evlerin önündeki kare şeklinde küçük, sarı levhalar olmuştu.

Iraklı bir arkadaşa, “Bu nedir?” diye sorduğumu hatırlarım. Bir dönem o evde oturan ve Yahudi soykırımında yaşamını yitiren insanların isimlerin o levhalara kazındığını anlatmıştı. Unutulmasınlar diye… Şaşırdım. Levhalar yerinde durduğu gibi, evler de yerli yerindeydi. Yıkılıp yerine siteler, rezidanslar inşa edilmemişti, hatta “genç” denen binaların yaşı yüz yılı bulmuştu. Mekân aynı zamanda hafızaydı zira…

27 yaşında bir İngiliz gemisi içindeyken Alman denizaltısı tarafından düzenlenen torpido saldırısı sonucu yaşamını yitirmiş bir yazar… Adı Ulrich Alexander Boschwitz. Onun da adına böyle bir levha var, Berlin’de eskiden yaşadığı evinin önünde… O, Almanya’da Yahudi kökleri nedeniyle barınamayıp İngiltere’ye göç eden bir Alman, İngiltere’de de Alman olduğu için 1942’ye kadar Avusturalya’da tecrit edilen bir “istenmeyen”. İngiltere’ye dönmesine izin verildiğinde ise Alman torpidosuyla karşılaşmış ve “yolculukta” ölmüş bir edebiyatçı. Boschwitz’in gencecik yaşında yazdığı Yolcu adlı eseri, yıllar sonra yazarın arzusuna da uygun bir şekilde editörlük sürecinden geçirilerek Peter Graf tarafından yayıma hazırlanıyor. 2018’de Almanya’da basılan kitap, daha sonra Delidolu tarafından yayın hakları alınarak Türkçeye çevriliyor.

Yolcu kitabını, Boschwitz’in hikâyesinin etkisiyle okurken edebiyatın temel taşının insan olduğunu bir kez daha fark ediyorsunuz. Nice yazı kitabında, “atmosfer yaratmak” olarak söylenen şeyin sadece mekâna dair betimlemeler olduğunu sanmak ne büyük hata. Oysa romanda geniş mekânın atmosferi karakterlerle kurulur. Karakterlerin konuşmalarından hareketlerine, kahramanla girdikleri ilişkilere, kurdukları bağlara kadar tüm olup bitenler romanın atmosferini algılamamızı sağlar. Boschwitz genç yaşında; küçük insanın, büyük olaylardaki tavrından hareketle, Nazi Almanya’sının en önemli dönemini algılamamızı ve her döneme dair kimi dersler çıkarmamızı
sağlıyor.

Romanda ve öyküde “küçük insanın” yani sıradan karakterlerin sahneye çıkışında; Gogol, Çehov gibi Rus yazarların büyük etkisi oldu. Gogol’un Palto’sundan çıkmak diye tabir edilen edebiyat izleği, sıradan insanın sıradan hayatlarındaki olay örgülerinin büyük resmi görmemize katkısını anlattı. İşte Boschwitz’in ana karakteri Silbermann da bir provokasyon sonucu Yahudi katliamına ve onların mallarını ele geçirmeye yönelik Kristal Gece sonrasında, evini terk edip amaçsızca tren yolculukları yapan bir zengin Yahudi’den başkası değil. Silbermann bu yolculukta kimi zaman Alman sınırından geçerek, hayatını kurtarmaya çalışarak ya da kompartımanda denk geldiği SA ve SS görevlilerinden kaçarak, olay örgüsünün merak yönünü elbette ki kışkırtıyor. Fakat romanın esas meselesi bu değil. Silbermann’ın yolculuğunun öncesinde, esnasında ve sonrasında karşılaştığı kişiler; bir iklimin insan davranışını nasıl belirlediğini de gösteriyor. Saldırı gecesinde Silbermann’ın zor durumunu evi ucuza kapatarak kullanmaya çalışan “yardımsever” kişi, “nasıl olsa mallarına el konacak” diye korkutup payını ele geçiren ortak, “iyilik yapıyorum” diyerek onu sınıra götüren ama derdi evlilik için kullanacağı 1000 mark olan şoför, alacağı rüşveti duyunca içi bir hoş olan asker, her lafa “ben de partiliyim” diye giren agresif yolcu ve niceleri…

Silbermann bir gün rüyasında babasının terbiye için onu dövdüğünü görür. Bu sahneyi Boschwitz şöyle anlatır: “Acıdan daha çok, boy ve yaş eşitsizliğine dayanan böylesi bir istismara karşı koyabilme olanağından yoksun olduğu için ağlıyordu. Yedi yaşındaydı, dolayısıyla bu türden keyfi davranışların insafına kalmıştı.” İşte karşınızdaki büyük mezalime karşı yapacağınız bir şey yoksa üç büyük karakter özelliği arasında salınırsınız: Zulme karşı çıkmak, ortak olmak ve zulüm karşısında korkup sinmek… Silbermann’ın, Lilienfeld adlı bir yolcunun kendisine sorduğu hiç mi korkmuyorsunuz sözüne yanıt olarak söylediği, “Korkmaz olur muyum elbette, korkuma yenik düşmüyorum” sözleri onun tavrını şekillendiriyor. Ancak bu yenik düşmeme, bir karşı koyuştan ziyade, hayatta kalma olanağı arama şeklinde açığa çıkıyor.

Kötülük öyle bir iklim ki en iyi kalmaya çalışan kişilerin bile üzerine bulaşıyor, onları değiştiriyor, en azından “enayi” olmadığını kanıtlamak için kötülükten pay kapma gayretine sokuyor. Romandaki pek çok karakter, zor durumdaki bir Yahudi’nin kaçma girişimlerindeki rüşvet tekliflerinden pay alırken yardımseverliğin vicdani rahatlamasını da aynı anda yaşıyor. Ari ırk olarak belirtilen, imtiyazlı olanın imtiyazını ne kadar kullandığı, onun gerçek karakterini de belirliyor. Tüm bunları bir kitapta görebilmek… İşte edebiyatın, romanın gücü…

Edebiyat, tıpkı Almanya’daki evlerin önüne çakılan sarı levhalar gibi, insanın zulüm karşısındaki her türlü tavrını hafızamıza kazıyor. Bir daha yaşanmasın diye…

Yazarın Diğer Yazıları
Çocuklar İçin Edebiyat, Çocuklar İçin Kitap

Çocuk edebiyatı, uzun yıllar “çocukları anlatan yetişkin kitapları” zannedildi ülkemizde. Grimm ve Andersen masalları çevirilerinin ötesine geçmeyen çocuk edebiyatı, Milli Eğitim’in devrimci döneminde yapılan atılımlarla çeşitlendi. Edebiyatın zevk almak, hayatı tanımak, başkalarının hayatlarına duyulan merak kısmı çocuklar tarafından keşfedildi. Ancak zamanla hem eğitimcilerde hem ailelerde kitap dediğin bilgi verir anlayışı öne çıktı ve kuru bir […]

Devamını Oku
Hatıralarla Atatürk

Cumhuriyet’imizin 100. yılı ve kasım ayındaki Atatürk’ü anma haftası vesilesiyle kimi anekdotlar eşliğinde Mustafa Kemal Atatürk’ün zorlu yaşamından ve devrimlerle sonuçlanan mücadelesinden pek çok parça dinledik. Ben de İstasyon okurları için okuduğum hatırat kitaplarından, daha önce pek de aktarılmayan, kıyıda köşede kaldığını düşündüğüm bazı anekdotları bir araya getirdim. Cumhuriyet; yıllar süren savaşlar, göçler, ölümler üzerine […]

Devamını Oku
Bu Sayıdan Yazılar
Yaşar Kemal’le Geçen Günler / Öğrendiklerim

Zaman zaman sorarlar, Yaşar Kemal’le olan dostluğumuzu. Hayranı olduğum bir insanın/ ulaşılmaz bildiğim bir büyük yazarın bir gün dostu oldum. Nereden nereye derim içimden. Bu yazıya başlarken Çukurova Yaşar Kemal kitabımda da anlattım. Ayşe Semiha Baban’ın içtenliği, ilgisi sayesinde onunla konuştum, birlikte oldum. Ayşe Hanım beni evine aldı, Yaşar Kemal’le söyleşmemizi sağladı. Onun içtenliğini unutamam. […]

Devamını Oku
Anadolu’unun Köklü Çınarı: Yaşar Kemal

Beykoz tarihi günlerinden birini yaşıyordu. 10 Ekim 1965 Milletvekili Genel Seçimlerinin propaganda dönemiydi. Sanat tarihçileri tarafından “Su Sarayı” olarak tanımlanan Beykoz’un simgelerinden biri olan Onçeşmeler’in yanı başındaki köşe kahvede Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) toplantısı vardı. Kahvenin içi dolmuş, sonradan gelenler dışarı taşmıştı. Gözlüklü, tok sesli, uzun boylu adam “Oyunuzu adama verin, beygire değil.” diyordu. Adam […]

Devamını Oku