Bu Hıdırellez’de dileklerime beklentilerimi de ekledim.
Oldum olası Hıdırellez’in iyileştiriciliğine ve getirdiği yaşama sevincine inandım. Bir yılda ne yaşıyorsak, yüreğimizi hangi dert, karamsarlık sıkıştırıyorsa Hıdırellez günü resetliyordum sanki kendimi. Hep ertesi gün başaramadıklarım için yeniden başlamak, yapmakta olduklarımı devam ettirmek isteğiyle günü karşıladım. Hıdırellez vazgeçmemeyi, mücadele etmeyi fısıldayan bir hayat müjdesi gibidir benim için. Bu yıl da öyle oldu. Daha sabahında güne iyi başladım. Enerjik ve tasasız bir sabah. Açmış taçları ve açmaya hevesli parlak tomurcuklarıyla gül dalına gece astığım dileklerimi suya atmak için almaya gittiğimde İlham Perisi başımda dikiliyordu. Hıdırellez sabahı onu görmenin mutluluğuyla “Hoş geldin” dedim. İlham Perisi gül ağacına eğildi, dileklerimden birini tuttu ve “Sakıncası var mı?” diye sordu. Kafamı iki yana sallayarak sorun olmadığını ifade ettim. Perim dileğimi okurken duraksadı, tebessümle bana baktı ve sesli devam etti “…vazgeçmek yok, mücadele azmi ve baharın kıymetini bilmeyi diliyorum.” İlham Perisi dileğimi okuduktan sonra bana “Bahar kolay gelmez. Puslu havalardan, soğuktan, yağmurdan ve kardan geçer. Bahar beklemesini, kıymetini bilene gelir. Onun dileklerine cevap verir.” dedi ve koluma girdi, yürümeye başladık. Biraz yürüdükten sonra “Peri! Hani dedin ya bahar beklemesini bilene gelir diye, bahar nasıl beklenir ki?” diye sordum. Peri duraksadı, karşıma geçti, iki omuzumdan da tutarak heyecanlı bir sesle “Umutla! Vazgeçmeyerek, mücadele etmeye devam ederek beklenir. Bahar hayatın hakkını verene gelir. Bazen zor gelir, geç gelir ama mutlaka ve mutlaka gelir.”
İlham Perisi’yle sohbet ederek sahile kadar yürüdük. Mücadeleden ve zamandan konuştuğumuz onca yolun finalinde yarım asır önce hayatı hevesle tutan, mücadeleden hiç vazgeçmeyen gençlerimizi düşünmeye başladım. Denizin üstünde ilerleyen vapur ve peşine düşen martıları görünce aklıma Attilâ İlhan’ın “şenlik dağıldı bir acı yel kaldı bahçede yalnız /o mahur beste çalar Müjgan’la ben ağlaşırız” dizeleri geldi. İlham Perisi ile martıların sesleri duyulmaz olana kadar öylece baktık denize. İlham Perisi gözlerini denizden alıp bana doğru döndü ve elini uzatarak “Elimi tut.” dedi. Nereye diye hiç sormadım. Bir tebessümle tuttum elinden…
Çocukların siyah önlükleri ve bembeyaz yakalarıyla koşturduğu, oyunlar oynadığı bir okul bahçesinde buldum kendimi. Hepsinin yüzünde bir heyecan bir mutluluk… Kiminin ayakkabısı lastikten, kimi deri fakat oldukça yıpranmış.
“Burası neresi Peri?” diye sordum. Peri’m ayağına doğru yuvarlanan topun üstünden atladıktan sonra “Okul bahçesi.” diye cevap verdi. Gülerek “Onu görüyorum Peri. Buraya neden geldik, onu merak ediyorum.” diye cevap verdim fakat Peri çocukların neşesiyle beni unutmuşçasına tüm ilgi ve odağını çocukların heyecanına vermişti. Birkaç saniye sonra dönerek “Birazdan göreceksin.” dedi. Ben çocuklara bakarken bahçenin arka tarafından bir ses “Bozmayın, çekiyorum” diye bağırdı. Peri sesi duyunca “O tarafa gidiyoruz, hadi gel.” diyerek koluma girdi ve hızlı adımlarla bahçenin arkasına doğru yürümeye başladık. Genç bir kadın öğretmen ayakta, çevresinde ise öğrencileri bir fotoğraf makinesine poz veriyorlardı. Çocuklardaki heyecanın sebebi buymuş, sınıf fotoğrafı çekiliyorlar diye içimden geçirirken Peri omzuma iki üç defa vurarak poz veren sınıfı işaret edip “Bak işte orada!” dedi. Öğretmeninin önünde dizlerinin üstüne çökmüş, kararlı bakışları ve elleriyle “altı” yaparak poz veren çocuğu gördüğümde gözlerimde biriken gözyaşları titremeye başladı. Suskunlaştım. İmrenilesi bir dönemin çocuklarıydı onlar. Bakışları yaşlarından hep büyük olacak çocuklar. İlham Perisi çocuklara dalıp giden gözlerime bakıyor, ne tepki vereceğimi heyecanla bekliyordu. “Deniz’e bak Peri, her yaşında, her döneminde inandığı doğrunun peşinde. Ellerine bak Peri, fotoğraf belki ilk eylemi. Bu fotoğraf belki Deniz’in ilk direnişi.” Fotoğraf çekimi bitince hemen ayağa kalktı, dizlerini çırparak temizledi ve gülümseyerek tekrar arkadaşlarının arasında çocuklaştı. Fotoğraftan sonra çocuklar koşmaya başladığında hepsinden önce koşan bu uzun boylu öğrencisine öğretmeni endişeyle bağırdı “Deniz! Yavaş koş düşeceksin.” Deniz bahçeden sınıfına doğru koşarken İlham Perisi elini uzattı. Heyecanla elini tutup gözlerimi kapattım…
Gözlerimi açtığımda yarım asır eski İstanbul’un deniz gören bir caddesinde buldum kendimi. Yere atılmış bir gazetenin manşet sayfasından 68’in güz zamanlarında olduğumu anladım. Hem imrenilesi, hem ah edilesi bir zamanın içindeydik. Heyecanlı, kararlı, mücadeleci ve romantik gençlerin rüzgârıyla çalkalanan bir dalga gibi bu zaman. Kıyıya ulaşan ve her defasında kıyıdan o fırtınanın içine tekrar dönen dalgalar. Bazen umutları, bazen acıları, bazen hayalleri kıyıya taşıyan kararsız, zamansız dalgalar… Zamanın çarpıntılı kalbinde gibi hissettim gazetede yazan tarihi görünce. Deniz’i zamanı çalkaladığı yaşında görebilmenin heyecanıyla İlham Perisi’ne “Nerede?” diye sordum. İlham Perisi tebessümle bana baktı ve yürümeye başladı. Bir tarafım hiç yabancılık çekmiyordu insanına, sokaklarına ve havadaki pusa.. Biraz daha yürüdükten sonra büyük bir kalabalığın sesi sarıp sarmalamaya başladı şehri. Yürüdükçe ses büyüyor, yankısı duvarlara çarpıyordu. Ellerinde pankartlar hep bir ağızdan aynı sloganlarla yürüyen kalabalığın içinde bulduk kendimizi. Özgürlük için, bağımsızlık için haykıran gençler… Güneşli yarınları, umutlu yaşamları bekleyen yürekler… Kararlı, cesur ve heyecanlı adımlar… Bu insanların her biri inanarak menzile yürüyen maceraperest roman kahramanları gibi. Aynı hikâyenin farklı kahramanları, farklı yolcuları her biri. İçlerine karışıp onlardan biri olmam çok sürmedi. Onları en sevdiğim sloganla tuttum. “Yaşasın halkların kardeşliği…” İlham Perisi şaşkınlıkla bana bakarken ona “Hadi ama Peri bana öyle bakma. Sen de bağır!.” diyerek koluna girdim. İlham Perisi “İyi ama onu görmek için bu insan selinin en önüne ilerlememiz lazım.” dedi. O sırada hemen arkamızda yürüyen gençlere kulak misafiri oldum. Gençlerden biri yanındaki arkadaşına “ya tekrar saldırırlarsa” diye endişeyle sordu. Arkadaşı “Deniz önlemini almıştır.” dedi ve yumruğunu kaldırarak marşlara eşlik etmeye devam etti. Az sonra gençler arasında bir tedirginlik yaşanmaya başladı. Heyecanlarının yerini endişe aldı, adımları kısalmaya başladı. Marşların sesi düştü. Yolların kapatıldığı haberi, korteji tedirgin etmeye yetmişti. Biz de İlham Perisiyle bunu fırsat bilerek kortejin en önüne ulaşmayı başardık. Uzun boyu, sıcacık gülümsemesi ve derin bakışlarıyla Deniz, hemen önündeki arabanın üstüne çıktı. Onu gören kortejin sesi, alkışları ve heyecanı tüm tedirginliği bir anda yok etti. Deniz’in arkadaşlarına kendisini göstermesi yetmişti. Deniz yüksek bir sesle “Haydi arkadaşlar!” diye haykırdı ve uzun kollarıyla kalabalığı yürüyüşe devam etmeye çağırdı. İlham Perisi’yle az önce okul bahçesinde gördüğümüz çocuk, şimdi bir gençlik hareketi lideriydi. İlham Perisi gençlerde yarattığı heyecanı görünce “Ona çok inanıyorlar.” dedi. “Evet Peri, inanıyorlar. O hiç kimsenin içinde olmak istemeyeceği bir zamanı imrenilesi kılandı. O, büyük bir heyecandı.” dedim ve tebessümle devam ettim “Deniz’in kararlı bakışlarını, ateşli yüreğini görüp onu takip etmemek çok zor.” diyerek kortejin en önünde Deniz’in bir adım arkasında yürüyüşe devam ettim. İlham Perisi gülümseyerek “Bu heyecanını anlıyorum. Ama gitmemiz gerek. Başka bir yer daha var. Haydi gidelim.” dedi. Hiç ayrılmak istemesem de Deniz’e son bir kez daha bakıp Peri’min elinden tuttum…
Uyuyordu Deniz. Birbirine iki adım kadar yakın duvarların içinde. İlham Perisi, “Bir insan yirmilerinde neden harap eder ki kendisini? Yüzünde neden oluşur bunca çizgi?” diye sordu. Hiçbir şey söylemeden Deniz’in baş ucuna geçtim ve sırtımı demir karyolanın hemen bitişiğindeki duvara yaslayıp oturdum. Sesimin ona gitmeyeceğini bilsem de kısık bir sesle “Yorgunluktan… İnsan kendisi için bu kadar yorulmaz. Başka insanlar iyi olsunlar diye mücadele vermekten bu çizgiler. Yüzündeki bu belli belirsiz tebessüm, elinden geleni yaptığını bilmesinden. Ve yanaklarındaki çukur, yetememenin getirdiği hüzünden Peri.” dedim. İlham Perisi gözlerini Deniz’den ayırmadan yanıma oturdu. “Peki değer mi?” diye sordu. Gülümseyerek “Bu soruyu ona sorsan çok kızardı Peri ve çok üzülürdü. Belki ‘hâlâ mı anlamadınız?’ diye sitem ederdi. Yaptığı, yapmaya çalıştığı hiçbir şey değip değmemekle ilgili değildi ki Peri. Başka türlü bir yaşamla ilgiliydi. Halkların mazlumlaşmadığı, hakça paylaşılan, adil bir yaşamla. Yani Peri onu yirmisinde yaşlandıran ölçülebilecek bir değer değildi.” diyerek Deniz’e döndüm. Yapabilseydim yıkardım şu kalın duvarları. ‘Koş Deniz!’ diye haykırırdım arkasından. Tutardım peşine düşecekleri. Ben böyle çocukça hayallere dalmışken koridorun başından gelen seslerle kuş uykusundan uyandı Deniz. Önce gözlerini açtı, sonra bir anda doğruldu. Hücresi önünde duran adımlar ve şıngırdayan anahtar seslerini duyunca postallarına uzandı. Bağlayamadan prangasını giydirdiler. Koridorda duran herkesin yüzünde bir tedirginlik vardı. Sesler koğuşlardaki mahkûmları da kaldırdı. Deniz’e seslerini duyurmaya çalışıyorlardı. Deniz başka bir odaya götürülürken arkadaşlarının koğuşlardan gelen seslerini duyup yüksek bir sesle “Eyvallah.” dedi. Odaya geçtiklerinde Deniz bir sigara istedi. Uzattılar. Sigarayı alınca filtresine bakıp tebessüm etti. Alışkın değildi filtreli sigaraya. Sonra bağlayamadığı postallarına baktı. Onu ayakta izleyenlerden postallarının bağlanmasını rica etti. “Ayaklarımdan düşsünler istemiyorum” dedi. Postallarının bağcıkları bağlandı. Sonra bir mektup yazmak istedi. Ellerini çözüp yazmasına izin vermediler fakat söylediklerini ağır ağırdaktilo ettiler. “…İnsanlar doğar, büyür, yaşar ve ölürler… Önemli olan çok yaşamak değil,
yaşadığı süre içinde, fazla şeyler yapabilmektir…”Mektup devam ederken İlham Perisi’nin elini hiç tutmadığım kadar sıkı sıkı tuttum ve “Gidelim Peri. Mektubun sonu heyecanlı bir çağın bitişi. Mektubun sonu kapanmayacak bir yara, dinmeyecek bir sızı, bitmeyecek bir acı… Götür beni Peri…”
İlham Perisi beni mutlulukla uyandığım Hıdırellez sabahına, yanaklarımdan sızıp bileklerime düşen gözyaşlarımla bıraktı… Ne zaman umutla bir gül fidanına dileğimi bıraksam kara yağız bir delikanlının gözleri karşılıyor baharı. Vazgeçmeyen, inanan ve inandıkları için bedel ödeyen bir çift göz. Ve baharın gelişi, ve hayatı sarmalayışı… Bugün Hıdırellez. Şimdi şarkılarda bahar. Şimdi tekrar umutlarda, heyecanlarda… Peki dinecek mi heyecan? Elbette dinmeyecek. Bahar gelene dek beklenecek ve bahar mutlaka ama mutlaka gelecek…
Yağmur başladı. Şehrin bu mevsimdeki yalancı renkleri birden soluklaştı. Yağmur düşmeye başladığında İstanbul’da eğer evde değilsen, sıcak bitki çayı, bitmesini istemediğiniz bir kitabınızı okumuyor, omuzlarınıza aldığınız şalla pencereye vuran damlaları duymuyorsanız bir yandan , dışarıda trafikte kalmışsanız şehrin acımasız yüzüne maruz kalmışsınız demektir. Kaç saat oldu bilmiyorum trafik artık zulme dönüştü. Kendimi arabanın dışına atıp […]
Devamını OkuEkimin son günleri yaklaştığında hemen hepimizin bildiği, muhakkak bir yerde gördüğü “Biz Cumhuriyeti Böyle Kazandık” yazan o meşhur fotoğraf aklıma gelir. O fotoğraf biz olmanın ne demek olduğunu anlatan eşsiz bir anın ölümsüzleşmesidir. Kim olduğumuzu, nereden geldiğimizi fotoğrafın her karesinde görüyorsun. Kucağında top mermisiyle ve tuttuğu sancağı ile kadınlar, savaş sırasında kamyonla yarışan kağnılar, pantolonu […]
Devamını Oku-Sevgili Zafer, öykücülüğümüzde rengi olan birisin. Yazdıkların yaşantını ele verse de yine de sende öykücülüğümüz adına başka bir kumaş olduğunu düşünürüm. Bu yolculuğu bizimle paylaşabilir misin lütfen, nasıl yazıyorsun? İçine doğduğum coğrafyanın kültürel ikliminden besleniyorum; yazacaklarımı, içinde yer aldığım sınıfsal, geleneksel yapının içinden çıkarıyorum. Bir öykü kurarken yaşadığım, bildiğim mekânların, tanık olduğum olayların ışığından yararlanıyorum. […]
Devamını OkuRutin olan her şeyden kaçar gibi yaşadıktan onca yıl sonra, bir akşam geliverdi osoru: “Çocuk yapalım mı?”Şimdiye değin hiç düşünmeden bir başlarınayaşamışlar, geleceklerini de buna görebiçimlendirmişlerdi. Sinem biraz daha kariyerodaklı yaşasa da, İlhan açık açık sorumluluktankaçmıştı. Şimdi durduk yere, hay Allah!Heyecandan mı kalbi çarpıyordu yoksahemen yanıt vermeliyim telaşı mı anlamlandıramasa da, içindeki ses çoktan “Evet!” […]
Devamını Oku