Ulaş GEROĞLU
Tüm Yazıları
Mutlaka!

“Kaybetmekten korkma, kaybettiğinde değil vazgeçtiğinde yenilirsin.” Che Guevara

Bugün hava güzel. Gökyüzü uzun bir zaman sonra parlak ve açık mavi. Bugün kuşların da neşesi yerinde. Çatılarda kanatlarını seriyorlar güneşe, sesleri geliyor cıvıl cıvıl. Birkaç gündür aralıksız devam eden yağmurdan kaçmak yormuştu biçareleri, seviniyorum onlar için. Ağaçların da “Sonunda” dediğini duyuyorum sanki. Sonunda adam akıllı döndü mevsim bahara ağaçlar için. Aralarında geç kalanlar var çiçeklenmeye. Geç meyve verecekler ama elbet dökecekler meyvelerini. Bugün sokaktaki dostlarımız için su kapları da konmuştu mahallemde. Hava biraz ısınınca onları akıllarına getiren güzel yürekler var. Yine sevindim. Aslında güzel şeyler de oluyor diye düşündüm, bugün. Sonra kalabalığa karıştım. İnsanların hemen hepsinde aynı ifade var. Endişe desen değil, mutsuzluk bu kadar ortak olamaz. Bir vazgeçiş hali var insanlarda. Yılgınlık ve çaresizlikle harmanlanmış hayal kırıklığı ve şüpheci bakışlar. Heyecanı dinmiş yüreklerin. Beklentilerin yerini kabulleniş almış gibi. İşte o noktada Che’nin kaybetmek, vazgeçmek ve yenilgiyle ilgili söyledikleri geldi aklıma…

Yorgunuz… Bizi tam tanısını koyamadığımız bir şey yoruyor. Belki bir ses, uzun yıllardır istemesek de sürekli işittiğimiz. Belki sözler, arkasında başka şeyler olduğunu bildiğimiz. Belki yalan yoruyor bizi bu kadar. Belki de zaman. Herkesin kendisine uygun gördüğü geçmiş bir zaman dilimi var. Ben, sadece hayatta kalma güdüsüyle yaşadığımız bir zamana aitim gibi hissediyorum memleketimde. Öyle 45’ler, 68’ler, 80’ler çok yakın. O günler kendi zamanımın bir saniye gerisindeymiş gibi. Toplumcu gerçekçilikten öncesi, biat ve kulluktan da öncesi, bildiğin avcı toplayıcı bir zamana aitmişim gibi geliyor artık. Tarih öncesinden, henüz düşünmeye başlamadan, fikirler üretip peşinden koşmadan çok öncesi. Öyle işte, zaman milenyumun çeyreğinde ama insan koşa koşa fabrika ayarlarına
dönmekte. İlericiliğin karşısına bağnazlığı koymaya başladığımızdan beridir sürüyor bu düşüş aslında.

Beklentilerimiz ve tercihlerimiz değişiyor. Bildiğimiz bütün kuramlar anlamsızlaşıyor. Haliyle kafalarımız karışıyor. Sanki içinde bulunduğumuz karanlık yetmezmiş gibi yükselişte bir kara fırtına bozdu bildiğimiz tüm doğruları; ve ne yazık ki bir gerçekle yüzleştik. Hiç bilinmeyen bir hayat için mücadele vermek en zoruymuş. Bir tarafımız bir şeyler yanlış diye haykırıp diğer tarafımızı ikna etmeye çalışıyor; diğer tarafımız ise bildiği, içine  doğduğu gerçekliği en iyisi sanıyor. Tabulaştırdığı adımların arkasında can siperane duruyor. Kendisi için söyleneni, kendisine düşman biliyor. Sen hak diyorsun, hakkımı alıyorum diyor. Adalet diyorsun devasa binasını gösteriyor. Maalesef bu gerçeklikte
kendi kendimize dövüşüyor, çatışıyor ve kendi kendimizi ikna edemiyoruz. Elbet bir yerde bitecek bu paradoks ama kaç hayatlık daha sabır gerek, kaç gençlik daha bu paradoksun içinde dövüşecek kendi kendine. Daha ne kadar duygularımız ve gerçekliğimiz arasında ezilip dağılacağız, bilmiyorum. Bildiğim tek şey vazgeçmemek, dirayetli ve mücadeleci olmak…

Che’nin söylediği gibi kaybetmekten korkmadık, vazgeçmedik ama başka bir tehlike var insanların bakışlarında. Kaybetmeye alışmak… Kaybettikten sonra reaksiyon gösteremiyor, umudu bırakıyor ve alışmaya başlıyoruz. Oysa böyle olmamalıydı. Büyük kalabalıklarla büyüttüğümüz heyecanı, bir başımıza kaldığımızda öldürmemeliydik. Kızgınım bu noktada. En çok da kendime kızgınım. Kuşun kanadını güneşe serdiği bu sabah bir uyanış oldu kızgınlığım. Oysa karanlık çağın ışığı benim, bu baharın ışığı sensin. Bu karanlığı aydınlatmasını beklediğimiz o ışık sensin, benim. Vazgeçmek, mücadeleden yılmak karanlığın devamı demek. Hiç bırakacak zaman değil. Her şeyin elinde olduğunu daha fazla anlayarak, özümseyerek tekrar bakışlarda heyecanı büyütmeliyiz. Hiç  yılmadan bir kişi bile olsa ikna etmeliyiz ışık olduğuna. Zor mu? Evet, hem de çok… Peki imkansız mı? Hayır hiç değil…

Ben artık yağmur sonrası güneşe serilen o kanat olmak istiyorum. Yemyeşil o coşkun yapraklardan biri belki… Belki kurumuş toprağa düşen bir bahar yağmuru… Ben baharın, umudun ve aydınlığın bir parçası olmak istiyorum. Kolay
olmayacak biliyorum, katran gibi üstümüze yapışmış bu karanlığı yırtmak. Ama mutlaka başaracağız. Başarmak zorundayız. Işık olmak zorundayız. Tekrar çağımızın ilerici fikirlerini yakalamak, kendimizi gömdüğümüz o tarih öncesi zamandan çıkartmak zorundayız. Hissizliğimizi bitirmek, tekrar normalleşmek zorundayız. Gün doğumundan gün batımına aldığımız nefesten ötesini düşünmek, yeniden hayaller kurmak zorundayız. Gözlerimizden çalınan ışıltıyı tekrar geri kazanmak zorundayız. Alışmak için değil kaybedişler, uyanmak için. Farkına varmak zorundayız. Yenilmek istemiyorsak, vazgeçmemek zorundayız. Şimdi daha mücadeleci, daha inançlı ve emin olmak zorundayız…

Bugün hava çok güzel. Ve inanıyorum ki az kaldı, biz de bahara karışacağız…

Yazarın Diğer Yazıları
İstasyon İnsanları

“Yolcular ellerinde tek gidişlik bir biletHenüz bilmeseler de hayat bundan ibaret” Güzel şarkıdır “İstasyon İnsanları”… Bu şarkı bana neleri gözden kaçırarak yaşadığımızı anımsatır. Her dinlediğimde unuttuklarımı, gözden kaçırdıklarımı ararken bulurum kendimi. Bir anahtardır kendime, başkasında ki kendime. Herkesin bir istasyon macerası vardır elbette. Birbirinden farklı olmayan ama çok farklı izler bırakan. Mesela hepimiz için soğuktur […]

Devamını Oku
Hoş Gel!

Dünyanın kendi etrafında üç yüz altmış beş kere, güneşin etrafında tam bir tur dönüşüdür geride kalan yıl. Yani aslında döne döne aynı noktaya gelip, yeniden başladığımız için bu kadar sevinçliyiz. Başlangıç tarihimiz 31 Aralık’ı 1 Ocak’a bağlayan gece yarısı saat tam 00:00. Son on saniyeyi geri sayarak, kimi zaman önde, kimi zaman birkaç saniye geride […]

Devamını Oku
Bu Sayıdan Yazılar
Yaşar Kemal’le Geçen Günler / Öğrendiklerim

Zaman zaman sorarlar, Yaşar Kemal’le olan dostluğumuzu. Hayranı olduğum bir insanın/ ulaşılmaz bildiğim bir büyük yazarın bir gün dostu oldum. Nereden nereye derim içimden. Bu yazıya başlarken Çukurova Yaşar Kemal kitabımda da anlattım. Ayşe Semiha Baban’ın içtenliği, ilgisi sayesinde onunla konuştum, birlikte oldum. Ayşe Hanım beni evine aldı, Yaşar Kemal’le söyleşmemizi sağladı. Onun içtenliğini unutamam. […]

Devamını Oku
Anadolu’unun Köklü Çınarı: Yaşar Kemal

Beykoz tarihi günlerinden birini yaşıyordu. 10 Ekim 1965 Milletvekili Genel Seçimlerinin propaganda dönemiydi. Sanat tarihçileri tarafından “Su Sarayı” olarak tanımlanan Beykoz’un simgelerinden biri olan Onçeşmeler’in yanı başındaki köşe kahvede Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) toplantısı vardı. Kahvenin içi dolmuş, sonradan gelenler dışarı taşmıştı. Gözlüklü, tok sesli, uzun boylu adam “Oyunuzu adama verin, beygire değil.” diyordu. Adam […]

Devamını Oku