Bazen içine gömülüyormuş insan. Tamam, günlük hayatımda çok konuşkan, atılgan biri olduğum söylenemez ama bu günlerde daha yoğun hissediyorum bunu.
Çevremdeki şeylere anlam yükleyebilmek daha zor gibi. Bir şeyleri yaparken bir şey hissetmiyorum sanki ama neden,
bilmiyorum. Belki de biliyorum ama kendimden bile saklıyorum. Ben, ne istiyorum?..
Tüm bunlar bir rüya olsun, lütfen… Nefes alışverişlerimi ilk defa bu kadar dikkatli dinleyebiliyorum. O kargaşanın içinde nasıl olacaktı zaten! Ama bu kokuyu hiç sevemedim. Bir yerlerden tanıdık geliyor. Acı bir koku… Nefretin kokusu gibi ya da daha çok tükenmeyen bir özlemin… Uf, kolumu oynatamıyorum! Kaskatı kesilmiş gibiyim. Gözlerimi açabilsem bir de! Ortalığı kolaçan etmem gerekiyor. Her yerim ağrıyor. Etraf sisli ya da ben öyle görüyorum. Evet, sanırım ben öyle görüyorum. Gözlüğüm… Burada bir yerde olmalı. Hayır, şu anda olmaz! Hiçbir şey göremiyorum. Kim alacak bu gözlüğü yerden? Yardım edecek biri yok mu? Yine iş başa düştü, hadi bakalım. Kolumu biraz sağa kaydırırsam… Evet, şimdi de şu ayağım! Bir dakika, kim girdi içeri? Kimsin? Bir karartıdan başka bir şey göremiyorum. Bu karartı, nefes almamı engellemeye başladı. Hayır, yapma; hayır!
Peki, temiz hava iyi gelecek. Şu pespembe çiçekler, oldum olası iyi gelmiştir bana. Kokusu, eşsiz rengi… Bir sakinlik veriyor. Birbirine yakın iki ağaç bulmak zor. Birbirini gerçekten anlayan iki insanın şu koskoca dünyada bir araya gelme ihtimali gibi. Ama her zaman bir olanak vardır. İşte! Aradığımı buldum, hamağı kurmak için mükemmel bir mesafe! Tabii hamağı yanımda getirmiş olsaydım. Unutmuş olamam, değil mi? Cebime koyabileceğim kadar küçük değilse… Unutmuşum!
Arabayı bu kadar uzağa park etmemeliydim. Ama geri dönmekten başka çarem yok. Nereden gelmiştim? Sağa mı dönecektim? Hayır, belki de sola dönmeliyim. İşler gittikçe karmaşıklaşıyor. Nereden gelmiştim ben? Artık bir karar vermeliyim. “Yolunu kaybettin sanırım. Benim de ilk gelişim ve nasıl geri döneceğimi inan, ben de bilmiyorum.”
Ya bu orman, kurulmuş bir set ya da gizli yerim, artık isminin gerekliliğini taşımıyor. “Evet, yolumu kaybettim. Aslında ilk gelişim değil. Ama her defasında aklım karışıyor muhakkak.” Yüzündeki tebessümü kaçırmış olmayı umuyorum. İnsanlarla tanışmakta, iletişim kurmakta iyi olmadığımı söylemiştim. Belki de daha fazla konuşmamalıyım. Ya beni “soğuk, bencil” biri olarak görürse… Ki hiç öyle değilim, değilim tabii. İçimde çok sıcakkanlıyım. Ama bu nahif tarafımı kendime bile çok nadir gösteriyorum. Artık ismini söylemelisin. Yoksa birazdan bayılacağım sıkkınlığımdan! “Bu arada, adım Ömer.” Şükürler olsun! Sohbetin başlangıcını karşı tarafın yapması bir nebze rahatlattı beni. Ama tabii bu rahatlık sadece birkaç saniyeden ibaret. Uzattığı elini havada bırakmak mı? Kabalık ediyorsun, kendine gel! Karşılık versene, hadi ama! Bu kadar zor olmamalı. Pekâlâ, yüzündeki pişmanlık ile geri çekti elini. Artık bir şey söylemeliyim sanki. “Affedersin. Şey, benim… Benim adım da Yaren.” Yüzündeki zoraki tebessüme alışkınım. Çok kez gördüm. Tanıştığım çoğu kişinin yüzünde. Hatta hepsinin. “İlk”lerim hiçbir zaman iyi olmadı. İlk tanışmalar, ilk selamlaşmalar, ilk tebessümler… Tamam, insanın en temel özelliklerinden iletişimi pek kullanamıyorum, beceremiyorum. Eğer gerçekten birkaç kez geliyorsak hayata bence ben önceki hayatımda bir kediydim. Tembel bir kedi olabilirim. Şu anda kendime ayıracak vaktim bile yok çalışmaktan ama derinliklerimde tembel bir ruh yatıyor. Her insanda olduğu gibi. Bazen hayallerimi süslüyor pencereden süzülen Güneş ışığı, cam kenarında bir koltuk, bilgisayarım ve ben… Sehpada en sevdiğim kitaplarım var. Onları asla yanımdan ayırmam. Aralarında “Küçük Prens” de var. Bayılırım. İlk okuduğumda sekiz yaşındaydım ve pek anlayamamıştım. Ta ki birkaç yıl önce tekrar şans verip hayatıma dokunmasına izin verene dek. Sonra
gözümü açıyorum, aynı yerdeyim. Ah, ben seni unuttum! “Geldik, sohbetine de doyum olmadı. En azından yolu bulduk.” Neden hâlâ yanımda? Tamam, bir tür vedalaşmaydı işte. Benden mi bir şey bekliyor acaba? “Görüşürüz.” Gözüyle işaret etti. Benim mi gitmemi bekliyor acaba? “Aracını çeksen iyi olur.” A, aracım! Evet, gidiş yolunu biraz
kaplamış. Aslında tamamen kapatmış. Bilinçsizce de olsa hoş değil. Ama nereden biliyor ki benim aracım olduğunu… Gerçi iki arabadan birinin onun olduğu düşünülünce tahmin etmek zor olmamıştır herhalde. “Ah, affedersin!” Tabii çekerim arabayı. Neden bu kadar kötü park ettim ki? Şimdi bir de kötü bir araç kullanıcısı olduğumu düşünecek. Hem iletişimi beceremeyen hem de aracı doğru düzgün park edemeyen biri ile tanıştığı için pek de mutlu olduğunu sanmıyorum. Burası iyi gibi. Gayet güzel park ettim bu defa! Artık hamağımı alıp zihnimi boşaltabilirim. Hamağım burada bir yerde olmalı. Evet, sonunda! Yanımdaki koltuğa koyup unutmam da ironik! Bir haftadır beklediğim inzivaya birkaç saatliğine de olsa ulaşabilecek olmanın düşüncesi harika! Hava daha da mı güzelleşti? Yoksa bana
mı öyle geliyor?.. Ne kadar taze bir hava… Yazıma devam edebilmek için harika bir gün! Zihnimdeki bu düşünce trafiği! Yine unutuyordum! Hamak, arabanın anahtarı… Tamam, her şeyi aldım! Hadi bakalım!
Elinde, kenarları iyice yıpranmış küçük bir not kağıdıyla etrafına şaşkın şaşkın bakarak ağır adımlarla yürüyordu. Çevresindeki evlerin hepsi birbirine benziyordu. Hepsi kırmızı boyalıydı, penceresi rengârenk çiçeklerle süslenmişti. Gerçek olamayacak kadar samimi ve güzel bir yerdi. Herkes burada bir aile gibi olmalı, diye düşündü. Her evin önünde küçük bir bahçesi vardı. Kimi en sevdiği çiçekleri dikmişti […]
Devamını OkuAnnesi kıyafetlerini düzeltirken Ata durmadan şikâyet ediyordu, “Hadi ama anne, törenin başlamasına çok az kaldı!” Annesi son olarak kırmızı papyonunu düzeltirken onu ikna etmek istercesine, “Tamam oğlum, bitti işte. Pek bir yakışıklı oldun!” dedi. Ata, karşısındaki aynada kendini süzdü, “Çok yakışıklı oldum, değil mi anne? Tıpkı Gazi Paşa’mız gibi…” Annesi gülümseyerek onayladı onu. O da […]
Devamını OkuZaman zaman sorarlar, Yaşar Kemal’le olan dostluğumuzu. Hayranı olduğum bir insanın/ ulaşılmaz bildiğim bir büyük yazarın bir gün dostu oldum. Nereden nereye derim içimden. Bu yazıya başlarken Çukurova Yaşar Kemal kitabımda da anlattım. Ayşe Semiha Baban’ın içtenliği, ilgisi sayesinde onunla konuştum, birlikte oldum. Ayşe Hanım beni evine aldı, Yaşar Kemal’le söyleşmemizi sağladı. Onun içtenliğini unutamam. […]
Devamını OkuBeykoz tarihi günlerinden birini yaşıyordu. 10 Ekim 1965 Milletvekili Genel Seçimlerinin propaganda dönemiydi. Sanat tarihçileri tarafından “Su Sarayı” olarak tanımlanan Beykoz’un simgelerinden biri olan Onçeşmeler’in yanı başındaki köşe kahvede Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) toplantısı vardı. Kahvenin içi dolmuş, sonradan gelenler dışarı taşmıştı. Gözlüklü, tok sesli, uzun boylu adam “Oyunuzu adama verin, beygire değil.” diyordu. Adam […]
Devamını Oku