Selvi Boylum Al Yazmalım, bir tercih hikâyesidir…
Selvi Boylum Al Yazmalım, bir tercih hikâyesidir. Kişinin özne olarak kendini inşa etme serüvenidir. Birbirine karşıt iki yaşayışın odağındaki edilgin kişinin birey olma sürecinde, bu karşıt kutuplardan birini seçme iradesinin hikâyesidir. Bu tercih aynı zamanda babaya yöneliktir. Hikâye; baba nedir, babalık neyi kapsar sorusuna işaret eder. Aile ilişkilerindeki baba rolünün karşılığını gösterirken toplumsal bellekteki baba figürünü de anlatır bize.
Odak karakter Asya, hikâyesinin temel çatışmasını yaşarken, “Bize emek veren kim? Babalık hakkı kimin bilmiyorum,” der. Baba konusunun tarihteki yeri iktidarla ilgilidir. Tanrı baba, devlet baba, daha gerilere gidelim: Oidipus. Selvi Boylum Al Yazmalım, baba figürü ya da mitini işlerken bir bütün olarak otoritenin ve otoriteyle ilintili kişi ve halkların ortak hikâyesi ya da yazgısını değerlendirir. Yazgıya, otoritenin hükümlerine boyun eğip eğmemekle ilişkilidir bu.
Asya, babasız bir köylü kızıdır. Annesinin buyruklarını yerine getirir hep. Başta annesinin, yüzüne çamaşır kazanındaki isi sürmesine itiraz etse de eve dönerken onun davranışını tekrarlar. Yüzüne kazanın is karasını sürer. Onu onaylar böylece. Bir başka onay da evlilikle ilgilidir. Annesinin belirlediği damat adayıyla evlenmek üzeredir. Asya, iradesi dışında âşık olur ama iradesiyle âşık olduğu kişiyle kaçıp evlenir. Nikahsız olan bu evlilikten bir çocuk doğurur. Kocasının ihanetini görünce yine iradesiyle çocuğunu alıp evini terk eder. Karşılaştığı bir başka erkeğin desteğini görür, yeni bir hayat açılır önünde. Kooperatife bağlı bir işi vardır artık. Dokuma tezgâhının başında çalışan emekçi bir kadındır. Geleneksel köylü kıyafetlerini terk edip şehirdeki kadınlar gibi giyinmeye başlar. Ayağındaki lastik çizme çıkmış -evinde bile- yüksek topuklu ayakkabı giymeye başlamıştır. Başındaki örtüyü çıkarmamıştır ama. Yeni evinde aklın, sağduyunun huzurlu gölgesinde yaşar. Aşkın coşkusu gerilerde kalmıştır. Geride kalan kocasıyla yolları kesiştiğinde, bir karar ânının hesaplaşmasını yaşar Asya. Sevginin emekle bağlantısını sorgular. Aşkla bağlandığı İlyas’la nikahsız evliliği geçersizdir. Sevgiyi daha çok akıl düzeyinde yaşadığı Cemşit, nikahlı kocasıdır. Asya, gönlüyle aklı arasında kaldığında tercihini belirleyen oğlu olur. Onun baba bağlantısı. İşte bu noktada hikâye, izleyiciden, toplumların baba figüründeki temel arayışını işaret eden bağlantılar kurmasını talep eder.
Film, Çukurova kırsalındaki baraj inşaatıyla açılır. Doğayı bozarak değiştiren devlet babanın araçları olan makinelerle, otoritenin makineleşmesini talep ettiği işçiler panoramik bir biçimde gösterilir. Neredeyiz ve hangi zamanı yaşıyoruz sorusunun yanıtları filmin ilk sahnesinde kısaca yanıtlanır. Hemen ardından da baraj inşaatı
nedeniyle evi ellerinden alınmak istenen annenin öfkesi yansıtılır. Ona karşı koyan kızı, boyun eğmenin toplumsal karşılığını söyleyen bir elçi gibidir. Asya’nın itirazı şöyle dile gelir: “Nasıl olsa yıkılacak ana. Yıkmasalar da su basacak. Koca hükümet barajı senin benim keyfime durur mu?” Bu sözler toplumu edilgen kılan görüşün uzantısıdır. Asya annesine karşı koyarken aslında hükümet babaya itaat eder. İtaat etme öylesine sinsi bir bilinçtir ki, insanın bütün eylemlerini yönetir. Bunu göstermeye odaklanan senaryo, Asya’nın ikinci itaatini annesinin yüzüne is karasını sürmesini kabullenmesiyle deşifre eder. Evden uzaklaşırken anneden gizli gizli yüzünü silip eve dönerken yeniden is karasını yüzüne sürmesi, göğsüne sakladığı al örtüsünü başındakiyle değiştirmesi, iradesi iğdiş edilmiş insanın durumunu açıklar.
Film, gösterdiği resimde doğrudan anlatmadığı anlamlı simgelerle örülmüştür. Asya’nın başörtüsü bunlardan biridir. İlk sahnede, Asya’nın başında tahta baskı tekniğiyle yapılan siyah bir örtü vardır. Aynı teknikle yapılan örtünün beyazı annesinin başındadır. Kadına biçilmiş rolleri yıllardır sessiz bir kabullenişle yaşamanın simgesidir bu örtüler. Asya, evinden azıcık uzaklaştığında bu örtüyü al yazmasıyla değiştirir. Asya, coşkulu bir köylü kızıyken başörtüsündeki renkler capcanlı patlar. Saçı, örgülüdür ama Asya’nın coşkusu kadar kontrolsüzdür. Asya’nın duyguları, yaşayışı süreç içinde değişir. İhanete uğradığı, duyguları solduğu andan itibaren de başörtüsünün rengi soluklaşır. Donuk bir katılıktadır. Kahverenginin, sarının tonları hâkimdir artık. Örtüsü her zaman başında değildir. Simsiyah uzun saçları, yaşayışındaki düzenin bir sembolü olarak özenle taranmıştır. Asya, büyük bir dönüşüm yaşar
hikâyesinde. Yaşamının hükmünü kendisi verir. Kaderini kendisi belirler. Sadece Asya değil, İlyas da büyük bir değişim, dönüşüm geçirmiştir. Ama bu Asya’nınki kadar köklü değildir.
Selvi Boylum Al Yazmalım filminin temel değerlerden biri de saygıdır. İlyas’ın kamyonuna saygısı, kamyonuyla konuşması, emeğiyle arasındaki ilişkiyi yansıtır. Kamyonun tacına işlenen “Aldırma Gönül” sözü, Sabahattin Ali’ye bir selam olarak da okunabilir. Filmde bütün karakterler arasında saygının olası bütün mesafeleri işlenir. Cengiz Sezici’nin canlandırdığı Can karakterinin saygı ihlali film boyunca değişmez. Ama Asya’ya saygısızlığının bedelini ağır ödeyen İlyas’ın trajedisinde diyalektik yasanın süreçleri işlemeye başlar. Karşıtına dönüşmenin aşamaları gösterilir filmde. Ahmet Mekin’in hayat verdiği Cemşit ise bir saygı abidesidir.
Sözcükler Dergisi’nin 100. sayısında yer alan “Sanatımızdan Portreler” başlıklı metinde Salih Ecer, Ahmet Mekin’i anlatırken şöyle der: “Ahmet Mekin büyük bir saflık katar oynadığı filmlere. Yakışıklı, güven veren, imdat istenen. Her işini iyi kalpli, yoksul -gereken de buydu, dikkatli yapmış olmasıdır. Türkan Şoray, Kadir İnanır ve önce Ahmet Mekin, Atıf Yılmaz’ın filminde nasıl da inanç sınırlarında oynamışlardır. O filmde Ahmet Mekin’e bakınız. Ender oyuncu Ahmet Mekin’e.” Filmde hiçbir karakter, hiçbir unsur, hiçbir nesne bir diğerini geride bırakmaz. Cahit Berkay’ın unutulmaz müziği de başrolü paylaşan efsanevi bir karakter oyuncusudur. Kostüm tasarımcısından ışıkçısına sinemanın göz önünde olmayan emekçileri filmi başyapıt yapan büyük emekçilerdir.
Sovyetler rejimi ikliminde Kırgız bölgesinde doğan Cengiz Aytmatov’un romanını senaryolaştıran Ali Özgentürk, hikâyeyi topraklarımızın bir parçası haline getirmiş; yönetmen Atıf Yılmaz, ışık, kamera, sahne ve kostüm tasarımı, sahne perspektifi duyarlığı, oyuncuların temsil ettiği karakteri yansıtma tavrıyla hikâyenin ömrüne ömür katmıştır.
Kuralı basit: Kalıcı bir düşünce inşa etmek istiyorsanız yeni bir dil kurmalısınız.
Devamını OkuZaman zaman sorarlar, Yaşar Kemal’le olan dostluğumuzu. Hayranı olduğum bir insanın/ ulaşılmaz bildiğim bir büyük yazarın bir gün dostu oldum. Nereden nereye derim içimden. Bu yazıya başlarken Çukurova Yaşar Kemal kitabımda da anlattım. Ayşe Semiha Baban’ın içtenliği, ilgisi sayesinde onunla konuştum, birlikte oldum. Ayşe Hanım beni evine aldı, Yaşar Kemal’le söyleşmemizi sağladı. Onun içtenliğini unutamam. […]
Devamını OkuBeykoz tarihi günlerinden birini yaşıyordu. 10 Ekim 1965 Milletvekili Genel Seçimlerinin propaganda dönemiydi. Sanat tarihçileri tarafından “Su Sarayı” olarak tanımlanan Beykoz’un simgelerinden biri olan Onçeşmeler’in yanı başındaki köşe kahvede Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) toplantısı vardı. Kahvenin içi dolmuş, sonradan gelenler dışarı taşmıştı. Gözlüklü, tok sesli, uzun boylu adam “Oyunuzu adama verin, beygire değil.” diyordu. Adam […]
Devamını Oku