Bilge ÇOLAK
Tüm Yazıları
İtiraz Ediyorum Hâkim Bey!”
Ana Sayfa Tüm Yazılar İtiraz Ediyorum Hâkim Bey!”

“İtiraz ediyorum Hâkim Bey!” Mahkeme salonunda bu cümle yankılanmıştı. Hâkimin tarafsız yüzü, yerini kızgın bir ifadeye bıraktı. “Ne oluyor Avukat Hanım? Mahkeme salonundayız, hâkimin sözüne bir itirazınız mı var?” diye sordu, bir cevap beklemiyordu.

“İtiraz ediyorum Hâkim Bey!” Mahkeme salonunda bu cümle yankılanmıştı. Hâkimin tarafsız yüzü, yerini kızgın bir ifadeye bıraktı. “Ne oluyor Avukat Hanım? Mahkeme salonundayız, hâkimin sözüne bir itirazınız mı var?” diye sordu, bir cevap beklemiyordu. Dilek, müvekkilinin aleyhine verilen kararı duyar duymaz bir hışımla ayağa kalkmıştı ve şimdi yerine geri oturamazdı. Bu mesleği, haksızlıkların önüne geçmek için tercih etmişti. Cesaretini topladı: “Alınan karara itirazım var Hâkim Bey. Müvekkilimin suçsuzluğu apaçık ortadayken aleyhimize bir karar verildi. Verilen karar tekrar gözden geçirilmeli!” Dilek daha devam edecekti, hâkim onu sert bir el hareketiyle susturdu ve
“Size söz hakkı tanımadım!” dedi. Dilek hâlâ ayaktaydı, hâkim küçük bir göz hareketiyle sandalyesini gösterdi. Avukat Hanım, yavaşça yerine oturdu. Ama içi içini yiyordu, yıllardır bu dava üzerine saatler boyunca çalışıyordu. Elle tutulur birçok kanıta da ulaşmıştı. Bugün adliyeye de bu güvence ile gelmişti, davayı kazanacaklarına o kadar emindi ki… Bu düşüncelere o kadar dalmıştı ki; müvekkilinin, “Şimdi ne olacak?” sorusunu bile duymamıştı. Sorusunu yineledi onu dürterek. Dilek, ne diyeceğini bilememişti. Masum, yapmadığı bir suçtan dolayı yargılanan
bir yüze baktığını bilmek çok acı veriyordu ona. Gözleri doldu, “Mahkemeden sonra konuşacağız.” dedi yüzüne acı bir tebessüm kondurarak. Hâkimin bir cümlesiyle salondaki herkes ayağa kalktı. Avukat Hanım’ın donuk ifadesi, “tutuklu yargılanmasını” sözünü duyunca değişti. Gerilmişti; masum birini, işlemediği bir suçun altında kalmaktan kurtarmak için verdiği onca çaba, uykusuz günler… Karşılığı bu olmamalıydı. Müvekkilinin acı çığlıkları, kendine getirdi onu. Yere çökmüş, bacaklarını iki eliyle sarmış, bir çocuk gibi “Olamaz, ben bir şey yapmadım” diyordu. Dilek, bir saniye bile düşünmeden eğilip sımsıkı sarıldı ona, “Elbette bir şey yapmadın. Bunu ispatlayacağım, sana söz veriyorum.” diye fısıldadı. Yanlarında onları bekleyen iki polisi, ayağa kalkınca fark ettiler. Polisler, müvekkilinin ellerini kelepçeleyip mahkeme salonundan çıkardılar hızlıca. Dilek, ayağındaki topuklulara meydan okur gibi hızla peşlerinden gidiyordu. Cübbesi, dünyadaki haksızlıklara baş kaldırırcasına dalgalanıyordu. “Ben buradayım, korkma!” diye seslendi arkalarından. İki polis, ortalarında müvekkili; adliyenin önünde bekleyen polis arabasına bindiler ve kısa bir süre içerisinde uzaklaştılar. Dilek, merdiven basamaklarından birine oturdu. Başını iki elinin arasına aldı ve düşünmeye başladı. Bir hata mı yapmıştı, bir şeyi eksik mi yapmıştı? O sırada oldukça tanıdık bir
sesin ona yaklaştığını fark etti. Şu anda kimseyle konuşacak durumda değildi. Duymazlıktan gelmeyi denedi. Ses, ısrarla dibinde konuşmaya devam ediyordu, “Avukat Hanım! Duymuyorsunuz sanırım. E haklısınız tabii, sürekli dava kaybedince insanın konuşası gelmez hiç.” Bu son cümle, sabrını taşırmıştı. Bir hışımla döndü arkasını. Yüzündeki şaşkınlığı gizlemeye çalıştı, hatırladığı kişi olmaması için içinden dualar etti. Ne yazık ki gerçekle yüzleşmek zorunda kaldı, “Barış? Sen ne yapıyorsun burada?” Barış’ın yüzünde alaycı bir gülümseme oluştu, “Bu da soru mu! Şu anda karşında dünyanın en iyi avukatlarından biri duruyor. Bunu abartmak için söylemiyorum, en çok tercih edilen avukatlardan biri olduğum tescillendi. İnsan işini iyi yapınca devamının böyle olması da pek şaşırtıcı değil. Neden avukat tutulur? Davayı kazanması için. İstenen sonuç bu, sana bu kadar dava dosyası gelmesini
çözebilmiş değilim.” Dilek, derin bir nefes aldı. Yavaşça kalktı yerinden, bu sakinliğini korumak için, içinde fırtınalar kopmasına izin veriyordu. Ta ki, kara bulutlar, pek de hoş ilerlemeyen bu muhabbetin üstünü de kaplayana kadar. “Sen ne demeye çalışıyorsun! Bir tek sen başarılısın, bir tek sen dava kazanıyorsun! Sınırsız kendini beğenmişliğin başına hiç bela olmuyor mu? Kimse mesleğime laf edemez!” diye sesini olabildiğince yükseltti ve sözlerine büyük jestleri eşlik etti. Barış’ın yüzünde ne sevimli ne de itici bir ifade vardı ama bir şeyler rahatsız ediciydi. Yine
büyük bir özgüvenle konuşmaya başladı, “Sen neden bu kadar celallendin ki? Ben mesleğine laf etmedim, farkında mısın bilmiyorum ama aynı mesleği yapıyoruz. Ben sadece ‘herkes avukat olmamalı’ diyorum.” “İşte bunu demeyecektin.” diye geçirdi aklından, Dilek. Barış’ın elindeki karton bardağı fark etti, bir elindeki bardağa
bir ona baktı. Elinin tersiyle ittirdi bardağı, “Olamaz, çok afedersin! Şimdi gidip cübbeni çıkarman gerekecek, kuruma süresi de malum. Aslında haklısın, herkes bu cübbeyi taşımayı hak etmiyor.” derken yüzüne tatlı bir gülümseme kondurdu. Barış’ın az önceki sakin hâlinden eser yoktu şimdi. Kaşlarını çatmıştı, ellerinde ıslak mendille yardımına koşanlara aldırmadan Dilek’e bakıyordu. Dilek, saati kontrol etti, “Maalesef benim, cübbenin kurumasını bekleyecek zamanım yok. Başarılı bir avukat olunca davadan davaya koşuyorsun çünkü. ‘Sen de bilirsin bunu’ diyecektim ama… Yok ya, vazgeçtim. Hadi görüşürüz Avukat Barış!” Yüzündeki gülümsemesini bozmadan uzun uzun el salladı. Arabasına binip dava dosyasını eline aldığında ise ciddiyeti eşlik ediyordu ona. Bir şeyler yapmalıydı. O bunları düşünürken telefonu çaldı. Telefondaki ismi görünce istemsizce ceketini, saçlarını düzeltti, “Buyurun efendim.” Konuştuğu kişi bugünkü davayı sormuş olmalıydı, gözleri doldu, “Tutuklu yargılanmasına karar verdiler.
Ama onun hiçbir suçu yok, o masum!” devamında ise durmadan akan gözyaşlarını elinin tersiyle sildi. “Nasıl yani, kiminle çalışacağım?” diye sordu merakla. “Peki efendim.” diyerek kapattı telefonu. Yüzündeki şaşkın ifade değişmemişti, belli ki sorusuna bir yanıt alamamıştı. Trafik olmaması için dua etti. Duydukları onu o kadar heyecanlandırmıştı ki, bir an önce büroya gitmek istiyordu. Vardığında hızla indi arabasından. Bir an duraksadı, bir şeyler eksik gibiydi. “Az kalsın unutuyordum.” diyerek açtı arabanın kapısını, dava dosyasını alıp hızla büroya gitti. İçeride çok yoğun bir çalışma olduğu belliydi; herkes işiyle öyle meşguldü ki, kimse fark etmemişti kapının açıldığını bile. Dilek, merakla etrafına bakarken orta boylu bir adam hızlı adımlarla yanına geldi, “Hoş geldin Dilek. Odama geçelim, seni biriyle tanıştıracağım.” Avukat Hanım, iyice heyecanlandı. Bir yandan müvekkilinin suçsuz olduğunu,
ona yardım etmek için elinden gelen her şeyi yapacağını tekrarlıyordu. Yanındaki adam, oturması için koltuğu işaret etti, “Tamam Dilek, telefonda da konuşmuştuk. Senin ne kadar azimli ve başarılı bir avukat olduğunu biliyorum.” Bu
cevap Dilek’i tatmin etmemiş olmalıydı, “Çok teşekkür ederim İhsan Bey. Ama sanırım bu davayı bir başkasına vermek istiyorsunuz, beni de bu yüzden buraya çağırdınız.” İhsan Bey’in yüzündeki tebessüm, gülümsemeye dönüştü, “Hayır Dilek. Bu dava ile ilgilenmeye devam edeceksin. Sadece bazen, her meslekte olabileceği gibi avukatların da yardıma ihtiyacı olabiliyor. O yüzden seni, senin gibi genç ve başarılı bir avukat ile tanıştıracağım. Davaya birlikte bakacaksınız.” Konuşmasını bitirdiği an kapı çaldı, “İşte geldi!” diyerek oturduğu koltuktan bir hışımla kalktı İhsan Bey. Kapı açıldı, “İhsan Bey…” Bu sesi tanıyordu Dilek. Kapı tamamen açıldığında bu
tanıdık sesin kime ait olduğunu da görmüş oldu, “Barış!”

Yazarın Diğer Yazıları
Kırmızı Boyalı Ev

Elinde, kenarları iyice yıpranmış küçük bir not kağıdıyla etrafına şaşkın şaşkın bakarak ağır adımlarla yürüyordu. Çevresindeki evlerin hepsi birbirine benziyordu. Hepsi kırmızı boyalıydı, penceresi rengârenk çiçeklerle süslenmişti. Gerçek olamayacak kadar samimi ve güzel bir yerdi. Herkes burada bir aile gibi olmalı, diye düşündü. Her evin önünde küçük bir bahçesi vardı. Kimi en sevdiği çiçekleri dikmişti […]

Devamını Oku
Cumhuriyet’imizin Doğum Günü Kutlu Olsun!

Annesi kıyafetlerini düzeltirken Ata durmadan şikâyet ediyordu, “Hadi ama anne, törenin başlamasına çok az kaldı!” Annesi son olarak kırmızı papyonunu düzeltirken onu ikna etmek istercesine, “Tamam oğlum, bitti işte. Pek bir yakışıklı oldun!” dedi. Ata, karşısındaki aynada kendini süzdü, “Çok yakışıklı oldum, değil mi anne? Tıpkı Gazi Paşa’mız gibi…” Annesi gülümseyerek onayladı onu. O da […]

Devamını Oku
Bu Sayıdan Yazılar
Yaşar Kemal’le Geçen Günler / Öğrendiklerim

Zaman zaman sorarlar, Yaşar Kemal’le olan dostluğumuzu. Hayranı olduğum bir insanın/ ulaşılmaz bildiğim bir büyük yazarın bir gün dostu oldum. Nereden nereye derim içimden. Bu yazıya başlarken Çukurova Yaşar Kemal kitabımda da anlattım. Ayşe Semiha Baban’ın içtenliği, ilgisi sayesinde onunla konuştum, birlikte oldum. Ayşe Hanım beni evine aldı, Yaşar Kemal’le söyleşmemizi sağladı. Onun içtenliğini unutamam. […]

Devamını Oku
Anadolu’unun Köklü Çınarı: Yaşar Kemal

Beykoz tarihi günlerinden birini yaşıyordu. 10 Ekim 1965 Milletvekili Genel Seçimlerinin propaganda dönemiydi. Sanat tarihçileri tarafından “Su Sarayı” olarak tanımlanan Beykoz’un simgelerinden biri olan Onçeşmeler’in yanı başındaki köşe kahvede Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) toplantısı vardı. Kahvenin içi dolmuş, sonradan gelenler dışarı taşmıştı. Gözlüklü, tok sesli, uzun boylu adam “Oyunuzu adama verin, beygire değil.” diyordu. Adam […]

Devamını Oku