Nâzım Hikmet ile ilk ilişkim adımdan dolayıydı.
İlkokulun sonları, ortaokulun başları arasına denk gelen yıllardı. Küçük çevremde bir ben vardım “Nazım” olarak bir de “vatan haini” bir şair. Bu adaşlık haliyle beni çok mutsuz ediyordu!
Sonraki yıllarda bu dönemin acısını ziyadesiyle çıkaracaktım. Nâzım Hikmet’in kitaplarını, onun hakkında yazılan kitapları okuyup Nâzım ile tanışınca kendi ismime karşı yaptığım haksızlığın ne kadar ayıp olduğunu kavradım. Hele 15 Ocak 1977’de Spor Sergi Sarayı’nda Aziz Nesin öncülüğünde düzenlenen gecede binlerce kişi bir ağızdan haykırdığında:
-Nâzımlar ölmez! Nâzımlar ölmez!
1970’lerin ikinci yarısında Nâzım Hikmet özgürleşmişti. 1 Eylül 1977’de kitlesel olarak Açık Hava Tiyatrosu’nda “Dünya Barış Günü” kutlamasında Aziz Nesin sahneye çıkmıştı:
-Bugün Türkiye denildiğinde bütün dünyanın bildiği üç isim var. Nasrettin Hoca, Mustafa Kemal Atatürk ve Nâzım Hikmet!
Nâzım Hikmet sadece kitapçılarda değil; eylem alanlarında, miting meydanlarında, grev çadırlarında da vardı. DİSK’e bağlı Maden-İş Sendikası’nın Eğitim Dairesi Müdürü Sevgili Süleyman Üstün’ün odasına girdiğimde hocamın karşılama cümlesi “ödül” değerindeydi:
-Gel bakalım adı güzel!
Daha sonra aynı “ödülü” Fikret Otyam’dan almıştım:
-Gel otur, yanıma otur adı güzel! İlerleyen yıllar bana başka armağanlar sunacaktı. 1978’de Altunizade semtinde
yaşamaya başlayınca Nâzım’ın “en çok sevdiğim kadınım” dediği Piraye Hanımla tanıştım. Kesintisiz 17 yıl onunla kapı komşu oldum. 1981 yılında dünyaya gelen oğluma onun önerisiyle “Nazım” ismini verdik.
Yıllar geçtikçe Nâzım Hikmet’i tanıyıp onunla birlikte zaman geçirmiş dostlarını tanıdım. Onların başında Memet Fuat geliyordu. Nâzım’ın “Canım evladım Memetim” dediği Memet Fuat ile Nâzım Hikmet’e dair ayrıntılı sohbetler etme bahtiyarlığına eriştim. Bir başka Nâzım dostu, Bursa Cezaevi’ndeki yoldaşı ressam İbrahim Balaban idi. Onu resim yapmaya yönlendiren Nâzım’ı anlatırken “Şair Baba” diyordu. Nâzım Hikmet, hapisten çıktıktan sonra Kadıköy’de annesinin evinde Balaban için bir oda ayırmıştı. Kalorifer falan hak getire, soğuk odada resim yapsın diye annesi Celile Hanım’ın kürkünü Balaban’ın sırtına koyup “sen durma resimlerini tamamla” diye motive ettiğini bana Balaban anlattı.
1980’lerin ilk yarısıydı “Nâzım Hikmet’in Gerçek Yaşamı” adlı altı kitaplık çalışmasını okumaya başladığım günlerde tanışıp dost olduğum Kemal Sülker de dostluk zincirinin değerli bir halkasını bana armağan etmişti.
1988’in kasım ayında Nâzım Hikmet’in kitaplarını Rusçaya çeviren Rady Fish, İstanbul’a gelmişti. “Nâzım’ın Çilesi” adlı biyografi kitabını “Nâzım’ı anlatan kitabımı Nazım kardeşime sunmaktan seviniyorum.” diyerek imzalamıştı.
İZTV’de belgeseller yapmaya başladığımda Hıfzı Topuz ve Refik Erduran ile tanıştım. Hıfzı Ağabey ile Nâzım Hikmet, Paris’te tanışıp sıkı dost olmuşlardı. O kadar ki, Nâzım “Saçları Saman Sarısı” şiirini ilk olarak onun çift bobinli teybine okumuştu. Şiir yayımlandığı zaman bazı dizelerini değiştirdiğini Hıfzı Topuz o kayıt sayesinde öğrenecekti. O kayıt Hıfzı Ağabey’in arşivinde duruyor hâlâ… Bunları “Rüzgâra Karşı Yürüyen Adam” belgeselimde anlatmıştı bana.
O belgeselde Refik Erduran, Nâzım Hikmet’i nasıl yurt dışına kaçırdığını o kadar detaylı anlatmıştı ki, bir belgesel daha yapmak şart olmuştu. “Hoşça Kal Memleketim” belgeselim Erduran’ın kamera karşısına son kez geçtiği bir çalışma olmuştu. Refik Ağabey işadamı ve Akşam Gazetesi sahibi Malik Yolaç’ın satılığa çıkarttığı sürat teknesini “denemek için” ödünç olarak istemişti. Sonra 17 Haziran 1951 Pazar günü Nâzım Hikmet’i Tarabya Oteli önündeki rıhtımdan alıp önce Bebek’e kadar gitmiş oradan dönüp İstanbul Boğazından çıkmıştı. Bulgaristan’ın Burgaz kasabasına bırakıp dönecekti. Önceden hesaplamıştı, Silivri’ye gidip dönmek kadar zaman alacaktı. Ancak Boğaz’dan çıktıktan sonra Plekhanov adlı Romen gemisini görünce Nâzım Hikmet’in isteği üzerine dümeni gemiye doğru kırmış, “yolcusunu” bırakıp geri dönmüştü.
Nâzım Hikmet’in cezaevinde dokuduğu kumaşları Mahmutpaşa’da sessizce satıp parasını Bursa’ya yollayan Moris Gabbay’ı da Nâzım sayesinde tanıma şansına eriştim. Bitmedi, son eşi Vera Tulyakova’nın ilk evliliğinden olan kızı Anna Stepanova’yı İstanbul’daki bir 15 Ocak anmasında tanıdım. Onu da Melih Güneş sayesinde tabii ki… Melih Güneş, Nâzım Hikmet külliyatını devam ettiren hayırlı evlattır!
Başkaları da var: Sevgili yakın dostum Haluk Oral “Nâzım Hikmet’in Yolculuğu” adlı çalışmasını geliştirerek yeni basımlarıyla okurlarına ulaştırıyor.
Uzun yıllar birlikte gazetecilik yaptığım Emin Karaca “Nâzım Hikmet’in Şiirindeki Gizli Tarih” ve “Nâzım Aşkları” kitaplarının yanında pek çok kitaba imza atmış değerli bir Nâzım Dostu olarak yaşadı ve o yolda yürüyüp ustasının yanına gitti.
Nâzım Hikmet’i yaşatanların ön sıralarında yer alan Ataol Behramoğlu, erken dönemde yaptığı çevirilerle yurtdışında yayınlanan kitapları Türkçeye kazandıran büyük bir değerdir.
Kıymet Coşkun, Deniz Dalkılınç, Güney Özkılınç, Aslan Kavrak, Hülya Arslan gibi dostların tümü Nâzım Hikmet sevgisini canlı tutanları ayrıca buraya eklemem gerekiyor.
Bu kısacık metin bir şeyi gösteriyor:
-Nâzım Hikmet bir dostluk denizidir!
Beykoz tarihi günlerinden birini yaşıyordu. 10 Ekim 1965 Milletvekili Genel Seçimlerinin propaganda dönemiydi. Sanat tarihçileri tarafından “Su Sarayı” olarak tanımlanan Beykoz’un simgelerinden biri olan Onçeşmeler’in yanı başındaki köşe kahvede Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) toplantısı vardı. Kahvenin içi dolmuş, sonradan gelenler dışarı taşmıştı. Gözlüklü, tok sesli, uzun boylu adam “Oyunuzu adama verin, beygire değil.” diyordu. Adam […]
Devamını OkuKadın Voleybol Milli Takımı -yaygın adıyla Filenin Sultanları- 2023 yılında bir Dünya Şampiyonluğu üstüne de bir Avrupa Şampiyonluğu kazandılar. Perşembenin gelişi çarşambadan bellidir, bu büyük başarı “sürpriz” olmadı. Kadın voleybolcularımızın kulüpler bazında kazandığı pek çok Avrupa ve dünya şampiyonluklarının bulunduğunu unutmamak gerekiyor. Ayrıca hemen eklemeli, voleybolcularımız başarılı kadın sporcularımız bakımından tek başlarına değiller. Sporun diğer […]
Devamını OkuZaman zaman sorarlar, Yaşar Kemal’le olan dostluğumuzu. Hayranı olduğum bir insanın/ ulaşılmaz bildiğim bir büyük yazarın bir gün dostu oldum. Nereden nereye derim içimden. Bu yazıya başlarken Çukurova Yaşar Kemal kitabımda da anlattım. Ayşe Semiha Baban’ın içtenliği, ilgisi sayesinde onunla konuştum, birlikte oldum. Ayşe Hanım beni evine aldı, Yaşar Kemal’le söyleşmemizi sağladı. Onun içtenliğini unutamam. […]
Devamını OkuBeykoz tarihi günlerinden birini yaşıyordu. 10 Ekim 1965 Milletvekili Genel Seçimlerinin propaganda dönemiydi. Sanat tarihçileri tarafından “Su Sarayı” olarak tanımlanan Beykoz’un simgelerinden biri olan Onçeşmeler’in yanı başındaki köşe kahvede Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) toplantısı vardı. Kahvenin içi dolmuş, sonradan gelenler dışarı taşmıştı. Gözlüklü, tok sesli, uzun boylu adam “Oyunuzu adama verin, beygire değil.” diyordu. Adam […]
Devamını Oku