Ahmed Arif’in kelamınca ne “zalım” bir yüzyılmış geldi geçti işte “yalana benzer” dedim Celal Güzelses’in sesindeki şarkı gibi kendime!
Bu yazıyı yazmaya karar verdiğimde Ahmed Arif’in Diyarbakır Suriçi’ndeki Edebiyat Müze Kütüphanesi’nin avlusundaki ceviz ağacının altındaki ahşap sıraya oturup her yanı taş bazalt avluya, taş duvarlara, pencerelere baktım ve düşündüm. Bir flu film şeridi gibi Cumhuriyet’in yüzyılı boyunca yaşadıklarım-yaşamadıklarımdan okuduklarım kapayıp açtığım gözlerimin önünden hızla akıp geçti.
Ahmed Arif’in kelamınca ne “zalım” bir yüzyılmış geldi geçti işte “yalana benzer” dedim Celal Güzelses’in sesindeki şarkı gibi kendime!
İki büyük şair, bir Nâzım, diğeri Ahmed Arif; ikisi de gün yüzü görmemiş sanki! Hasretlikler, sürgünler, mahpusluklar ve erken ölümler. Ve ne tuhaf ki ölüm yıldönümleri haziranda, onlara bu acıları yaşatan devlet, bugün onlara sahip çıkıyor. Bu da bir şey mi diyenleriniz olacak elbette, belki! Nâzım, Yunus Emre Enstitüsü’nce Moskova’da anılıyor. Ahmed Arif memleketinde.
Bunları niye mi yazdım, anlatayım. Ahmed Arif’in Diyarbakır’da kendi adıyla anılan bir mekânı var. Ne zaman kapısından adımı içeri atsam Diyarbakır Ahmed Arif Edebiyat Müze Kütüphanesi, Ahmed Arif’in Evi gibi olarak algımda her zamanki yerini korur. Kadim Suriçi’nin Ulu Camii’nin hemen arka sokağının girişinde Cahit Sıtkı Tarancı’nın artık müze olan evinin hemen bitişiğindedir mekân. Camii Kebir mahallesindeki Müze Kütüphane, şehrin diğer bütün evlerinin avlusundaki alameti farikaları olan dut ağaçlarının aksine, avluyu sarıp sarmalayan ceviz ağacı ve odalarının düzeniyle sıcacık bir mekândır.
Yapının orta avluya bakan cephe duvarına nakşedilen tarihe ve düşülen nota bakılırsa şu anki fiziki varoluşu yaklaşık 125 yıl evveline ait. Ama tarihi Suriçi’ndeki bütün eski mekânlar zaman içinde ihtiyaca göre yıkılıp yeniden yapılarak düzenlenmiş / düzenleniyor. Haliyle hep en son elden geçiriliş tarihi ustalarca dercediliyor mekâna. 125 yıl evvelinin tarihinin yazılı olmasının nedeni de bu; yoksa evlerin, mekânların tarihi nerdeyse kentin yerleşikliği ile yaşıt kabul edilmeli.
Diyarbakır Ahmed Arif Edebiyat Müze Kütüphanesi, eski Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın bakanlığı döneminde projelendirilip gerçekleştirilmiş edebiyat ihtisas kütüphanelerinden Diyarbakır’a yakışanı…
Ankara’da Mehmet Akif Ersoy, İstanbul’da Ahmed Hamdi Tanpınar, Erzurum’da Erzurumlu Emrah, Kütahya’da Evliya Çelebi, Adana’da Karacaoğlan (ki Adana’dakine “Yaşar Kemal” adının verilmesi kararlaştırılmışken Yaşar Kemal üstadın “Karacaoğlan dururken benim adımın verilmesi olmaz” itirazı üzerine değiştirilmiş) ve Diyarbakır’da Ahmed Arif adıyla kurulmuş.
Diyarbakır Ahmed Arif Edebiyat Müze Kütüphanesi, 2011 yılı Haziran ayında Ahmed Arif ve Nâzım Hikmet anmalarıyla eşzamanlı bir tarihte açılarak anmalara evsahipliği yaptı. Kendim için çok anlamlı bir açılışa katılımdı benimkisi. Müzenin kurdelesini, Uluslararası PEN Türkiye Merkezi Diyarbakır Temsilcisi ve Yazar kimliğimle dönemin Kültür Bakanlığı Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürü Onur Bilge Kula ve Ahmed Arif’in oğlu Filinta ile birlikte kesmiştik.
Açılış öncesi dönemin Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ın isteği üzerine yapıyı ve sergilenen objeleri gezip görmüş eksiklikleri ve yanlışları öngören bir de mektup yazmıştım kendilerine. Mektup dikkate alınıp eksiklikler giderilmiş, öyle açılış yapılmıştı.
Üzerinden geçen 12 yıllık zaman dilimi içinde, mekânda düzenlenen kimi etkinliklere zamanım elverdiğince katılabildiğim o kadar çok iş yaptılar ki! Kütüphanenin zaman içinde değişen yöneticileri ile arada bir sohbetler ederken Ahmed Arif anmalarının yanında Ali Emiri Efendi’den Shakespeare’e kadar ne çok edebiyat ustası şahsiyet üzerine tartışmalar yapıldığının, Sezai Karakoç ve birçokları üzerine hemen her yıl onlarca edebiyat söyleşileri ve yazar imza günlerinin burada gerçekleştiğinin tanığıyım. Bazalt taş avlunun bir köşesinde duran kısık sesli piyanonun duyurabildiği sesiyle mekân hep “Ben buradayım” diyor…
Müzede kentteki ve çevre illerdeki edebiyatçıların bir araya gelebilecekleri bir söyleşi odası var. Bir de ilgili okurların kentle, kentin yetiştirdiği edebiyatçılarla, şairlerle ilgili bilgi ve belgelere rahatlıkla ulaşabileceği dijital içeriklere
kütüphanenin diğer odalarında da ulaşılabiliyor.
Ahmed Arif’e ait kimi arşiv kayıtları ile birlikte, Diyarbakır çıkışlı edebiyatçılar ve çevre kentlerdeki şair yazarlar eserlerini tanıtmak, Diyarbakır’ı şiir ve edebiyatın kalbi haline getirmek amacında. Müze Kütüphane “bölgenin
edebi belleğini bünyesinde barındırıp, edebiyatçıların ve edebiyatseverlerin buluşma merkezi olma, edebi ve kültürel etkinlikler sunma ve edebiyat örneklerini üretme amacı”nı gütme derdinde. Mekânın “resmiyeti” zaman zaman
çeşitli kısıtlılıklar yaşanmasına sebep olsa da kentin dinamizmi bir şekilde bu durumu aşmaya vesile oluyor.
Açılışta bölgenin Diyarbakır başta olmak üzere Adıyaman, Batman, Bitlis, Hakkari, Şırnak, Elazığ, Siirt, Urfa, Malatya ve Van olmak üzere 11 şehrinden yazarlarının Kültür Bakanlığı’nca hazırlanan portreleri ve kitaplarından oluşan bir düzenleme yapılmıştı. Kimi aymazların şikâyetleri sonucu yazar portreleri, duvarlardan sökülüp depoya kaldırılsa da müze mekânı özelliğinden pek bir şey kaybetmedi.
Müze edebiyat kütüphanenin araştırmacılara açtığı üç binin üzerindeki kitap, başta Diyarbakır kitapları olmak üzere anılan 11 ilin yazarlarının kitapları ve bunun yanında çeşitli kaynak kitaplar ile Nobel ödüllü yazarların eserlerinden oluşuyor. Otuz adet de elyazması eserin tıpkı basımı yapılmış ve dileyene dijital kopyası verilebiliyor. El yazmalarının dijital basımlarını incelerken Osmanlı döneminin Diyarbekirli kadın şairi Sırri Suzan Hanım’ın Divançesi’ni de
görmek beni çok sevindirdi.
Avluda ve bütün odaların duvarlarında Ahmed Arif’in şiirlerinin yer aldığı kentin bu saklı hazinesi, Ahmed Arif adıyla taçlanınca ayrı bir zenginlik. Şimdilerde ziyaretçisi çokça…
Hafızam yanıltmıyorsa birkaç yıl önceydi! Esk, Kültür Bakanı Ertuğrul Günay Ağabey’le Diyarbakır İçkale’deki Arkeoloji Müzesi’ni dolaşırken 12.500 yıllık Körtiktepe kazılarında çıkan buluntuların önünde durduğumuzda dönüp demişti ki; “Bakan’ken bu kazıdan çıkan küçücük bir heykeli elime aldığımda gözyaşlarımı tutamamıştım. 12.500 yıllık bir esere dokunmuştum.” (Yeri gelmişken Körtiktepe, Göbeklitepe’den beş yüz yıl daha eskidir.) Tarihle hemhal olmak […]
Devamını OkuElimdeydi ve ihtiyaç duydukça açıp bir bölüm okuyordum Rilke’den. Okuduğum bölümdeki bir dize misali cümle, sade aklımda değil, dilimdeydi de: “Fakir insanlar düşüncelere dalmışlarsa, onları rahatsız etmemek gerekir. Belki aradıklarını bulurlar.” Bulurlar mıydı? Belki! Bunca kargaşa-kaos düzen(sizliğ)inde arayadursunlar bakalım. Umarım bulurlar(dı). Tam da bu ruh hali ve şair Malte’nin şiirsel metni ile hemhal ve kitap […]
Devamını OkuZaman zaman sorarlar, Yaşar Kemal’le olan dostluğumuzu. Hayranı olduğum bir insanın/ ulaşılmaz bildiğim bir büyük yazarın bir gün dostu oldum. Nereden nereye derim içimden. Bu yazıya başlarken Çukurova Yaşar Kemal kitabımda da anlattım. Ayşe Semiha Baban’ın içtenliği, ilgisi sayesinde onunla konuştum, birlikte oldum. Ayşe Hanım beni evine aldı, Yaşar Kemal’le söyleşmemizi sağladı. Onun içtenliğini unutamam. […]
Devamını OkuBeykoz tarihi günlerinden birini yaşıyordu. 10 Ekim 1965 Milletvekili Genel Seçimlerinin propaganda dönemiydi. Sanat tarihçileri tarafından “Su Sarayı” olarak tanımlanan Beykoz’un simgelerinden biri olan Onçeşmeler’in yanı başındaki köşe kahvede Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) toplantısı vardı. Kahvenin içi dolmuş, sonradan gelenler dışarı taşmıştı. Gözlüklü, tok sesli, uzun boylu adam “Oyunuzu adama verin, beygire değil.” diyordu. Adam […]
Devamını Oku