Hesaplaşırken ortaya koyduğumuz sertliği, kararlılığı keşke kavga ederken ortaya koyabilseydik…
Hesaplaşırken ortaya koyduğumuz sertliği, kararlılığı keşke kavga ederken ortaya koyabilseydik.. Belki o zaman hedef arayan serseri oklara dönmezdik…’
Bu sefer sonda söyleyeceğimi, en başta söylüyorum. Hatta baştan sona yazılacakları, sondan başa kaleme almak istiyorum. Kendimizle yüzleşmenin çaresizliğiyle belki, belki de vicdanımın sızısıyla. Acımasızlığın ve haksızlığın tam da ortasından yazıyorum belki de…
“Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var: Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi” diyor Ataol Abi. Yoğunlaşamayanların sesleri pek gür çıkıyor bu günlerde. Çok değil birkaç hafta öncesine kadar sevginin ve barışın diliyle inleyen meydanlar bugün “İstemezük” diye inliyor. Çok yazık oluyor yürüdüğümüz yola, başarmak üzere
olduğumuz birlikteliğe, emek verdiğimiz sevginin diline. Ağzımızdan çıkan sözü tartamıyoruz, o sözle aslında kendimizi koca bir boşluğa ittiğimizi göremiyoruz. Sıdkımızın sıyrıldığı öfke, kin ve nefret diline teslim oluyoruz, hatta o dile nasıl olduğunu anlayamadığım bir şekilde ait oluyoruz. Neye karşı durduysak, neyi değiştirmek istediysek ona benzeşiyoruz. Birer ikişer kafa kafaya verip kelle isteyen tebaya dönüşüyoruz. Ne farkımız kalıyor anlamıyorum 1930’un Aralık’ından? 1993’ün Temmuz’undan? Yüzleşmemiz gereken gerçekleri öteleyerek, sebep ve sonuç arayışı tüketmeye başlıyor bizi. Öfkeliyim, öfkem hayal kırıklığında değil, sonrasında şahit olduklarımıza…
Gerçek şu ki zor yılların içerisinde olduğumuzun farkındalığı belki bizleri bu kadar korkutuyor. Ve o korkuyla telafisi olmayan bir fikri linç girişiminin parçası oluyoruz. Kendi kendimize bu kadar acımasız olarak, bunu pervasızca sürdürerek ne elde edebiliriz ki? Daha önce ne elde ettik ki? Her çeyrek asrında yeni bir hesaplaşma ile parçalanmadık mı? Başarısızlık yürünen yolu yanlış mı kıldı ki, yolu unuttuk? Hayal kırıklığı, parmaklarımıza düşen kalbi bu kadar çabuk mu unutturdu ki, sevginin dilinden bir günde uzaklaştık. Aslında bu kızgınlık, hedefe koyduklarımıza değil. Kendimize..Kabul edelim birbirimizi sandığımız kadar iyi tanımadığımızla yüzleştik. O yüzden kızgınız. Aslında bu kırgınlık başarısızlığımıza değil, düşlerimizi paylaşmayan diğer yarımıza. Yani yine kendimize. Bu yüzden şimdi çıkıp her mecrada sahte öfkelerle istediğimiz diyet çok manasız geliyor bana. Ben başarısızlığın ardında daha çok yolumuz olduğunu görüyorum. Mücadeleyi dar koridorlardan geniş coğrafyamıza yaymamız gerektiğini görüyorum.
Çoğumuzun ruhunda git gide büyüyen boşvermişlik duygusundan daha tehlikeli bir gerçekliğimiz yok. Zaman küskünlüklerimizi kaldıramayacak kadar acımasız artık. Küsemezsin! Yorulamazsın! Ve Hesap Soramazsın!… En azından kendinle hesaplaşmadan yapamazsın…
Çok sevdiğim bir şarkı var. “Eksildi ömrümüzden/Umut dolu o yıllar/Siz miydiniz bizler miydik/Yorgun düşen kuşaklar/ Yaralayan sözler sözler gibi/Silinmeyen izler izler gibi/Birbirini gözler gözler gibi/Zor, zor yıllar” diyor şarkıda. Yarım asırlık bir şarkıya bu kadar ait olmak bizim en büyük derdimiz. Ve
de değiştirmeyi başaramadığımız gerçeğimiz. Başımıza gelen, düşümüzü kırıp döken her ne ise bugünün kişileri, bugünün gerçeği değil sorumlusu. Bir asırdır süregelen bir aydınlanma mücadelesinin parçası. Nasıl ki ayrılıklar da
sevdaya dahil, kaybedişlerde mücadeleye dahil. Bak şarkılara, ezber ettiğin şiirlere, bak sevdiğin saydığın insanların sürgünlerine ve ölümlerine. Sadece sana ait değil ki bu kavga. Ve beklediğin gibi bir koltuk değişimi kadar da basit değil. Birkaç ayda sonuç alacağın bir kısa yol değil. Nasıl ki sana miras kaldı “değişim” dediğin, farkına varmalısın miras bırakacaksın sen de bir “değişim”. Suçlu aramayı bırakmalıyız artık. Daha çok kalabalıklaşmalı, daha çok sıkılaşmalıyız.
İnsan bazen kazandığında kaybeder, bazen de kaybettiğinde kazanır. Buna düşüncemiz değil, ait olduğumuz zaman karar verir. Bugün bize hayal kurduran bir heyecanı yargılıyoruz. Dedim ya serseri oklar gibiyiz, her gördüğümüzü hedef sanıyoruz. Bu gidişle zamanın da karar vermesi çok kolay olacak. Ve bu kurduğumuz hayal için, beklediğimiz aydınlık günler için ve romantik düşlerimiz için hiç iyi olmayacak. Zamanın işi kolaylaşırsa kararlı ve daha bilge bir mücadele için fırsatımız kalmayacak. Bugün örnek aldığımız hiçbir mücadele, hiçbir kavga ve peşinden gittiğimiz düşünce sana kolay bir zafer vadetmemişken bunu beklemek ne kadar doğru? Öfkeni ve kızgınlığını göm. Kırgınlıklarınla yüzleş. Bunu yapabilir misin? Öfkeni ve hesaplaşma duygunu bırakıp yola devam edebilir misin? Bence bunu başarabilirsin. Ve başarabilirsen o andan itibaren kazanmaya başlayabiliriz…
Yıllar önce bütün haber bültenlerine “Fedakâr Öğretmen” başlığıyla manşet olan öğretmeni hepimiz hatırlarız. Öğretmenimiz; tatil günlerinde sınıfını boyadığı, sınıfına bir kütüphane kurduğu, müzik ve sanat köşesi oluşturduğu için haberlerde kendisine yer bulmuştu. Konuşmacı olarak katıldığı bir etkinlikte elinde boyacı fırçasıyla sahneye çıktı. Yaptığı konuşmada Mustafa Kemal Atatürk’ün eğitimci kimliğini ve eğitime verdiği önemi anlattı. Finalinde, […]
Devamını Oku-Sevgili Zafer, öykücülüğümüzde rengi olan birisin. Yazdıkların yaşantını ele verse de yine de sende öykücülüğümüz adına başka bir kumaş olduğunu düşünürüm. Bu yolculuğu bizimle paylaşabilir misin lütfen, nasıl yazıyorsun? İçine doğduğum coğrafyanın kültürel ikliminden besleniyorum; yazacaklarımı, içinde yer aldığım sınıfsal, geleneksel yapının içinden çıkarıyorum. Bir öykü kurarken yaşadığım, bildiğim mekânların, tanık olduğum olayların ışığından yararlanıyorum. […]
Devamını OkuRutin olan her şeyden kaçar gibi yaşadıktan onca yıl sonra, bir akşam geliverdi osoru: “Çocuk yapalım mı?”Şimdiye değin hiç düşünmeden bir başlarınayaşamışlar, geleceklerini de buna görebiçimlendirmişlerdi. Sinem biraz daha kariyerodaklı yaşasa da, İlhan açık açık sorumluluktankaçmıştı. Şimdi durduk yere, hay Allah!Heyecandan mı kalbi çarpıyordu yoksahemen yanıt vermeliyim telaşı mı anlamlandıramasa da, içindeki ses çoktan “Evet!” […]
Devamını Oku