Üreten nasıl üstünse tüketenden; sanatçı, sanatla edebiyatla ilgisi olmayandan elbette üstündür. Sanat-edebiyat, plastik sanatlar, gösteri sanatları birer ‘yaratı’dır.
– Sen de yazın dünyamıza şiirle başlayıp romanla devam edenlerdensin. Sendeki bu üretim sürecinde türler arasındaki geçişleri sağlayan duygu nedir?
Üreten nasıl üstünse tüketenden; sanatçı, sanatla edebiyatla ilgisi olmayandan elbette üstündür. Sanat-edebiyat, plastik sanatlar, gösteri sanatları birer ‘yaratı’dır. Sanatçı hangi dinden hangi inançtan olursa olsun, kendi inancına karşı görünmemek için, bu yaratıcılığı Tanrısal yaratıcılıktan farklı gösterir.
– Peki nedir sendeki yaratıcılığın karşılığı?
Yaratıcılık karşısında tüketici, okuyucu izleyici her kim ise duyduğu içsel hayranlıkla o yaratı karşısında kendi bakış açısını ve düşlerini açar. Sanat, edebiyat yapıtları okuyanın izleyenin düşlerine ayna tutar. Onun fiziki ortamdaki
duruşunu bakışını, yine onun düşlerine ihbar eder. Kendisine, düşüncelerine kendi hayat kaygıları ve çabaları içinde çeki düzen vermeye çağırır; belki de zorlar. İşçi edebiyatı işçinin, köylü edebiyatı köylünün hayatını anlatmak, onların günlük hayatlarından söz etmek değildir. O olsa olsa haberdir, ‘röportaj’dır. Edebiyat, özellikle de şiir onların gelecek düşlerine sızıp yarınlarına sahip olma isteklerine güç veren bir ‘enerji’ kaynağı olmalıdır. ‘Ne yaparsa nasıl olacak?’ sorusunun yanıtı onların siyasal örgütlerinin anlatacağı şeylerdir. Sanatın görevi ne yaparsa nasıl olacak,
sorusunu kendisine sorduğunda; tutunacağı değerleri, gelecek düşlerini, özgür ve mutlu olabilme umutlarını berraklaştırmaktır.
– Evet yazın dünyasına şiirle başlamıştın; sence şiir nedir ve neye yarar? Ya da şöyle sorayım; şiir yazılmasa ne olurdu, neyimiz eksik kalırdı hayatta?
“Şiir nedir” sorusunun yanıtı: Hangi şiir, kimin şiiri?
Şiir; her şairin, düş zenginliğinin, yaratı yeteneğinin, imgelem gücü ve bilgi birikiminin kalem izidir.
Şiir yanında roman ve öykü de yazıyorum. Şiirimle anlatamadıklarım, anlatmaya gücümün, birikimimin yetmedikleri var elbette. Ama bunun için değil, öyküyle, romanla, fotoğrafla, makaleyle denemeyle anlatmak istediklerim de var. Öylece, bir surette asılı bir deride basılı yiyen içen sıçan bir kul olarak geldiğim gibi geçip gitmek istemiyorum bu yaşanılası dünyadan. Hayata ve hayatın bana hem ettiklerine hesap sormak, hem de sunduklarına hesap vermek istiyorum. Yaşadığım bilinsin istiyorum.
– Biraz da kitaplarından söz edelim istersen.
İlk kitabım, “Özgürlüğe Yörüktük” (1996) bir destan özeti diyebilirim. 80 sayfalık bir nehir şiir. Büyük Oğuz ayaklanmasından Tanzimat’a kadarki dönemde, Yörüklerin, Türkmenlerin özgürlük, bağımsızlık tutkularına
sarılarak iskana, teslimiyete, Selçuklu, Osmanlı baskılarına direnişlerinin bugün genlerimizde durmakta olduğunu anlatmaya çalıştım.
– Evet çok haklısın. Türklerin akın akın Anadolu’ya gelişi hakkında sağlıklı araştırmalar çok değil. En azından bizim kaynaklarda.
İkinci kitabım, “Sisyazı” (1997). Celali isyanlarına adını veren ‘Bozoklu Şeyh Celal’den 1996’ya bir uçuşma. Bozoklu Celal, ele geçirilip öldürüldükten sonra, yeniden vücut bulup tekrar ayaklamasın diye, cesedi kuşbaşı doğranarak, her bir parçası, atlılarla bir başka gediğin ardına götürülüp gömülmüş. Bu dosyayla; 1996 yılı 10. Altın Koza En iyi
Şiir Dosyası Ödülü aldım (Bu ödülü aldığını söyleyen başkaları da var emme olsun varsın. Jüri tutanağı ve ödül benim adıma ve bende).
Üçüncü kitabım. “Düş Nöbeti” (2007). Şiir. Özgürlüğe Yörüktük ve Sisyazı kitaplarımla aynı kapak altında üçüncü
kitabım.
Dördüncü kitabım. “Son Göç” (2015) Roman. Göçer-konar Yörüklük hayatının son kalan Yörüklerin yerleşik hayata
geçmeye direnişleri, yerleştirilme baskıları karşısındaki tutumları üzerine kurguladığım bir roman. Yörüklerin gelenek, görenek, töre, kültürel ve ahlaki değerlerine tutunma çabaları üzerine bir kurgu. Atalarımdan, anamdan – babamdan, elimden, obamdan duyduğum dinlediğim öykülerden sıyırıp çıkardığım; söz dizimleri, atasözleri,
deyimler, teşbihler ne kaldıysa belleğimde yitip gitmesin yok olmasın diye kurgular içinde kayda aldığım değerlerim ve elbette çocukluğum, gençliğim… Yörüklüğüm.
“Kızılırmak Karakoyun” filmi var. Senaryosu Nâzım Hikmet, Yılmaz Güney filmi. “Binboğalar Efsanesi” romanı var,
yazarı Yaşar Kemal. “Son Yörük” öyküsü var yazarı Osman Şahin… “Turna Misalı” yeni bir film. Eren Boz- Eyüp Boz imzalı. Arada birkaç belgesel, röportaj var elbette. Şiirlerde var. Çoğu manzum (bizim Yörükler ‘manzum’u seviyor diye ben de manzumlar yazdım bu arada…) başkaca Yörüklerle ilgili çağdaş sanat yapıtı yok sayılır.
-Senin “Son Göç” adlı romanını daha hazırlık aşamasında okuyan şanslı kişilerden biriyim. Orada anlattığın kahramanların yaşadığı coğrafyayı da gezdirmiştin bana. Kitabından ve Torosların güneyinden çok etkilenmiştim. Etkilenmemek de elde değildi. Adeta bir laboratuvar çalışanı gibi inceden çalıştığını görmüştüm bu romanında seni.
Yarın arkeologlar çıksa arasa Yörüklerle ilgili bir şey bulamazlar. Bizim ne kalelerimiz, ne saraylarımız, ne kervansaraylarımız olmuş. Yürüyen bir hayatın gerektirdiği gereçlerimiz dışında, halı, kilim, keçe bulabilirler belki. Onu da teyzeler ‘Naloncu’ya verip plastik leğenle değişmediyse. Geriye bir tek; geleneklerimiz, dilimiz, öykülerimiz,
destanlarımız ve Yörüklüğün binlerce yıllık birikimi insan, hayvan, doğa sevgisi, özgürlük ve bağımsızlık tutkusu kalacak. Bunları da sahiplenebilirsek kalacak. Yörük kültürü içinde yetişmiş herkesten yazmasını istiyorum. Söz söyleme olanağı bulduğum her ortamda. Birkaç yıldır yazmaya yayımlamaya başlayan Yörükler var seviniyorum.
– Yazarlar yazdıkları coğrafyanın çocuklarıdır, eserlerinde görüp tanıklık ettiğimiz gibi. Ey Koca Yörük Muhammet Güzel, biraz bize o yerlerden bahseder misin?
1956 yazında Sultan Dağları’nda, bir yaylada doğmuşum. İlkokulu 6 yılda 4 okulda 6 kez ‘nakil’ olarak bitirdim. Her kış farklı bir köyün yakınına konakladığımız için okullar da değişiyordu. Ortaokula Serik’te başlayıp Antalya’da bitirdim. Antalya’da başladığım liseyi 20 sene sonra İzmir’de bitirdim. Açık öğretimle iki yüksek okul daha bitirdim. Diplomalarım ikişer yıllık olsa da gerçektir.
Benim ebem (Sizin babaanne dediğiniz) obamızın yakımcısıydı. Ona özenir ben de yakımlar söylerdim. İlkokul 4. sınıfta yazdığım bir şiirimi öğretmenim Süleyman Ertürk, o zamanki ‘ünite’ dergilerinden birine yolladı. Yayımlanıp yayımlanmadığını hiç öğrenemedim. Ortaokuldayken, ‘Serik Postası’ gazetesinde şiirler yayımlamaya başladım. Türkçe öğretmenim Turgut Güzelkara, daha tutarlı daha iyi şiirler yazabilmek için çok okumam gerektiğini
söyledi. Her hafta bir kitap veriyor, kitabı geri verirken kitapla ilgili sorular soruyor, takıldığım konulara açıklık
getiriyordu. Sonraki zamanlarda ‘İmge nedir’ onu öğrendim. Yaşadığım çevre aldığım aile içi eğitim ve çevrem, sanatçı edebiyatçı dostlarım, arkadaşlarım, hocalarım herkesten öğrenmeye çalıştım. Öğreniyorum.
– Hayat hızlı akıyor, gençlik günleri de geride kalıyor. Yazıyla kurduğun ilişkide mutluluğun sırrına erişebiliyor musun, yoksa yeter benden bu kadar mı diyorsun? Yani kısacası bugünlerde neler
yapıp ediyorsun?
Herhangi bir emeklinin yaşadığı gibi (Ama gayvehane, gıraathane görmeden) geçiyor günlerim. Yaşadığım kadar yazıyorum. Alanım uçsuz bucaksız. Ağacın, taşın, kurdun, kuşun tıpkı bizler gibi birer ruhu ve canı olduğuna inanılan, Şaman inancından kalma bir kültür içinde yetiştiğim için, barışığım evrenle. Evin içinde duvara bakarak yazıyor olsam da yazdıklarımı doğaya bakarak biriktiriyorum. Bir buçuk gözle okumaya çalışıyorum (biri 5 yıldır tedavi altında). Yine bir buçuk gözle fotoğraflar çekiyorum.
Bir müzik aleti çalabilmeyi, bir de resim yapabilmeyi çok isterdim ama yeteneksizim.
Belki Yörüklüğümdendir; Karacaoğlan, Dadaloğlu dedelerimden beriye yaşamı yarattıklarıyla çelişmeyen, dünyaya
bakışıma yakın yerden bakan, tüm ozanları şairleri severek, içselleştirerek okurum. Diğer tüm sanat edebiyat ürünleri için de aynı tutuculuğum etkindir.
-Sevgili Zafer, öykücülüğümüzde rengi olan birisin. Yazdıkların yaşantını ele verse de yine de sende öykücülüğümüz adına başka bir kumaş olduğunu düşünürüm. Bu yolculuğu bizimle paylaşabilir misin lütfen, nasıl yazıyorsun? İçine doğduğum coğrafyanın kültürel ikliminden besleniyorum; yazacaklarımı, içinde yer aldığım sınıfsal, geleneksel yapının içinden çıkarıyorum. Bir öykü kurarken yaşadığım, bildiğim mekânların, tanık olduğum olayların ışığından yararlanıyorum. […]
Devamını OkuGüneş, karşıdaki ormanlık tepedeki ağaçların arasından kaybolmak üzereydi. Karanlık yavaş yavaş köyün üstüne çökmeye başlamıştı. Daha kalkıp lambanın gazını doldurup camını temizlemeliydim. Geceye hazırlık yapmalı, sonra masama oturup yarınki ders programını ve ders kitaplarını hazırlamalıydım. Geceler uzun sürüyordu dağ köyünde. 1979 yılıydı, kışın ortasında elektriği, yolu, suyu olmayan köye öğretmen olarak atanmamın üzerinde henüz üç […]
Devamını Oku-Sevgili Zafer, öykücülüğümüzde rengi olan birisin. Yazdıkların yaşantını ele verse de yine de sende öykücülüğümüz adına başka bir kumaş olduğunu düşünürüm. Bu yolculuğu bizimle paylaşabilir misin lütfen, nasıl yazıyorsun? İçine doğduğum coğrafyanın kültürel ikliminden besleniyorum; yazacaklarımı, içinde yer aldığım sınıfsal, geleneksel yapının içinden çıkarıyorum. Bir öykü kurarken yaşadığım, bildiğim mekânların, tanık olduğum olayların ışığından yararlanıyorum. […]
Devamını OkuRutin olan her şeyden kaçar gibi yaşadıktan onca yıl sonra, bir akşam geliverdi osoru: “Çocuk yapalım mı?”Şimdiye değin hiç düşünmeden bir başlarınayaşamışlar, geleceklerini de buna görebiçimlendirmişlerdi. Sinem biraz daha kariyerodaklı yaşasa da, İlhan açık açık sorumluluktankaçmıştı. Şimdi durduk yere, hay Allah!Heyecandan mı kalbi çarpıyordu yoksahemen yanıt vermeliyim telaşı mı anlamlandıramasa da, içindeki ses çoktan “Evet!” […]
Devamını Oku