Tutku, vizyonu eyleme dönüştüren enerjidir, bize hayallerimizin peşinde koşacak gerekli gücü verir.
Yaptığımız şeye dair duygularımız ne kadar güçlüyse ve yaptığımızın bizim için doğru olduğuna ne kadar yürekten inanıyorsak, tutkumuz da o kadar güçlü olur. Hayatın zorlukları karşısında hayallerinin peşinden koşacak ve onu gerçeğe dönüştürecek gücü ve enerjiyi kendilerinde bulamadıklarını düşünenler, her şey bir yana, kendi içlerine dönüp arzularının ve tutkularının derinliğine bakmalıdır ve sorunu da, çözümü de burada aramalıdır. Çünkü; başarılı olmak, birtutku ve inanç meselesidir…
Tutku, yaşama tutulmak, âşık olmak demektir. Yaşamı hep daha fazla kucaklamak istemektir. Tutku, insanı içten harekete geçiren bir enerjidir ve bizi hedefimize yaklaştıracak tüm olumlu duyguları da beraberinde getirir; olumsuz duyguları ise bizden uzak tutar. Hayallerimizin gerçeğe dönüşmesindeki en önemli itici gücümüz olan tutkunun ödülü, biraz da kendisidir. Tutkulu bir insan olmak, hayatın fırsatlarına daha açık olmamızı ve her şeye daha olumlu ve yapıcı bakmamızı sağlar. Tutku hareket kabiliyetimizi artırır, bize büyük bir mücadele gücü verir ve bu sayede sınırlarımızı da geliştirir…
Aslında başarma, başarılı olma güdüsü ama az ama çok hepimizin içinde vardır; çünkü hepimizin kendine göre hedefleri, hayalleri, umutları, yaşamdan istedikleri, bekledikleri var. Hepimiz hayatın güzelliklerine mümkün olduğu kadar yaklaşmak ve hayatın bize sunabileceklerinden en iyi şekilde faydalanmak istiyoruz. Bunlara ulaşmak için elimizden geleni yapıyoruz veya yapmaya çalışıyoruz, kimimiz daha gayretli kimimiz daha az. Her şeyden önce bu gayreti çoğaltmamız ve hedeflerimize göre düzenlememiz gerektiğini kavramalıyız. İçimizden gelen bu itici güçten beslenen enerji eğer doğru terbiye edilir, doğru yönlendirilir ve doğru kullanılırsa sonsuz bir kaynağa dönüştüğü görülecektir. Güçlerinin asıl kaynağının kendi içlerinde olduğunu anlayan insanlar, dışarıdan daha az şeye ihtiyaç duyarak yaşamda büyük işler başarabilirler. Bu güç, yaşama karşı ne denli tutkulu olduğumuza bağlıdır. Çünkü insan
tutkuyla sevdiği şeyi yaparken her anından keyif alır, işini yaparken beslenir. Zorluklarını aşacak gücü daha rahat bulur, yorgunluğundan da daha kolay dinlenir. Tutku içten gelir, eylem yalnızca onun dışavurumudur…
Halil Cibran; insanın idrak etme gücüyle elde etme yeteneği arasında ancak tutkuyla birleştirilebilen bir aralık vardır, der. Yaşamı dolu dolu yaşayabilmek ve iz bırakabilmek için bilinçli olarak seçtiğim yollar, fiziksel ve ruhsal pek çok büyük ve zorlu, hatta bazen de çok tehlikeli mücadeleyi de beraberinde getirdi. Her seferinde daha iyisini de yapabileceğime, daha fazlasını da kaldırabileceğime inancım tamdı. Bu tutku ve inanç; en zor, en tehlikeli zamanlarda bile en güçlü dayanağım oldu. Aştığım her zorlukta, geçtiğim her engelde, elde ettiğim her başarıda yaşadığımı, var olduğumu, iz bıraktığımı, ben olduğumu hissederek ilerledim. Tarih boyunca sayısız cesur ve kararlı insanı oradan oraya savuran şey, hep özgürlüğüne düşkün, coşkulu, tutkulu ruhlarının üzerine kurulmuş keşfetme, başarma, bilme tutkusu ve hayata / doğaya / kendine meydan okumanın dayanılmaz çekiciliğidir…
Bazı insanlar için mutluluğa ulaşmanın yolları çok daha zorlu, sarp ve çetin görünse de onlar için doğal olan budur. Bazı insanların tutkularının sınırları, bizim ölçülerimizin çok ötesinde. Yine de bu dünyada iz bırakan insanların çoğu, uslu uslu oturmayan, akıllı – uslu öğütleri dinlemeyen ve kendi kararlarını kendi verip kendi yolunu çizenler, gemilerini yakmaktan korkmayanlardır. Yaşam, büyük ve güvenli gemilerle sakin bir gezi mi, yoksa kendi teknenizle soluk soluğa bir yolculuk mu olmalı, bunun seçimi size kalmış…
Bugün geriye dönüp baktığımda artık daha iyi anlıyorum. Üniversitenin dönüştürücü ikliminde, bir yandan akademik eğitim ve öğretimle seçtiğim alanda kendimi geliştirirken, diğer yandan da kendi hayatımın dümenini elime almamı sağlayan ve beni bütün bu yaptıklarımın peşinden sürükleyen şey, doğuştan getirdiğim, sınırları ve bahaneleri reddeden, içimde keşfettiğim tutkularmış…
“Cumhurbaşkanı olmasaydım, Millî Eğitim Bakanı olmak isterdim.” sözü, Atatürk’ün eğitime verdiği önemi göstermesi bakımından çok anlamlıdır. Kendi eğitimine ve kişisel gelişimine küçük yaşlardan itibaren büyük önem veren ve, “Ben çocukken fakirdim. İki kuruş elime geçince bunun bir kuruşunu kitaba verirdim. Eğer böyle olmasaydım, bu yaptıklarımın hiçbirini yapamazdım.” diyen Atatürk’ün, kendi gibi milletinin eğitimine de özel […]
Devamını OkuBirinci vazifemiz olan, Türk istiklalini ve Türk Cumhuriyet’ini, değil ilelebet 100. yılına kadar bile tam manasıyla koruyamamış ve savunamamış olmanın derin acısını hissediyorum. Bunun hepimiz için çok ağır bedelleri olacağının kaygısını taşıyorum. Atatürk ve kahraman silah arkadaşlarının, imkansız şartlar altında büyük fedakârlıklarla bize armağan ettiği, güzeller güzeli biricik vatanımıza ve biricik Cumhuriyet’imize hedefleri doğrultusunda sahip […]
Devamını Oku-Sevgili Zafer, öykücülüğümüzde rengi olan birisin. Yazdıkların yaşantını ele verse de yine de sende öykücülüğümüz adına başka bir kumaş olduğunu düşünürüm. Bu yolculuğu bizimle paylaşabilir misin lütfen, nasıl yazıyorsun? İçine doğduğum coğrafyanın kültürel ikliminden besleniyorum; yazacaklarımı, içinde yer aldığım sınıfsal, geleneksel yapının içinden çıkarıyorum. Bir öykü kurarken yaşadığım, bildiğim mekânların, tanık olduğum olayların ışığından yararlanıyorum. […]
Devamını OkuRutin olan her şeyden kaçar gibi yaşadıktan onca yıl sonra, bir akşam geliverdi osoru: “Çocuk yapalım mı?”Şimdiye değin hiç düşünmeden bir başlarınayaşamışlar, geleceklerini de buna görebiçimlendirmişlerdi. Sinem biraz daha kariyerodaklı yaşasa da, İlhan açık açık sorumluluktankaçmıştı. Şimdi durduk yere, hay Allah!Heyecandan mı kalbi çarpıyordu yoksahemen yanıt vermeliyim telaşı mı anlamlandıramasa da, içindeki ses çoktan “Evet!” […]
Devamını Oku