Gönülçelen bütün güzel sözler sizde yazar bey dediler diye, kafamın içinde gün boyu sürekli sana dil döküyorum. Diyorum yazının anlamı farklı sende. Daha az ciddiye almalısın. Buna mukabil çok âşık olduğun sevgiliyi her an kaybedecekmiş gibi yazmak zorundasın. Bazen en pespaye bulduğun satırlarla uzlaşmalısın. Sence vücut salgılarımızın imgeleme yetimize etkisi var mıdır? Yazı yazmak bile […]
Gönülçelen bütün güzel sözler sizde yazar bey dediler diye, kafamın içinde gün boyu sürekli sana dil döküyorum. Diyorum yazının anlamı farklı sende. Daha az ciddiye almalısın. Buna mukabil çok âşık olduğun sevgiliyi her an kaybedecekmiş gibi yazmak zorundasın. Bazen en pespaye bulduğun satırlarla uzlaşmalısın. Sence vücut salgılarımızın imgeleme yetimize etkisi var mıdır? Yazı yazmak bile hormonal midir? Nasıl hayattan istediğin her şeyi alamıyorsan hissettiğin her duyguyu da yazamazsın. Denersin, yazdığını zannedersin ama hayal ettiğin manayı yakalayamazsın. Bazılarımızın ruhu uzlete müsait değil. Kalabalık olmanın, kendiyle baş başa kalamamanın da öğrettiği şeyler var. Tenin çılgın çağrılarına zincir vuramazsın.
Hüzünlü barlarda, soğuk kahvelerde var olan patetik güzellikler bulurum kendime sevmek için. O denli sevmek isterim ki alnımda taşıdığım bütün yortular aynı güne denk gelir. Kıvır kıvır, alevli bir tak gibi dökülür sarı saçlar, baygın gözler sakladığım bütün foyaları ele verir. Tanıdık bir müziktir, ezgisinin sureti ilk bakışta biçimsizdir. Sesi tuhaf, dudakları ince, ayakları taraklı ve geniştir. Omuzları kederden düşük, uzun boynu hülyalı, ümidi küstah ve keskindir. Köpeği haylaz, sevgi arsızı bir bilgedir. Gece çalışmak, öpülesi kaz ayaklarını daha da derinleştirir. Ah ne çok sevmek isterim onu. O an sevmek isterim ama olamayınca anı yaşamanın uçuculuğu, kederli bir bütün gibi hayatımı terk ediverir.
Ayrıntılara giremiyorum sözüm var, mühürlü dudaklarım. Bir girsem ince bacaklı al tayını yitirmiş kısrak gibi ağlayacağım. Yadırgasam ne çare! Herkes gönül eğlendirmek, kendini eğlemek peşinde bu tatil beldesinde. Muhabbetin sonu daima hüzün, her günün kederi değişik İstanbul’un hava durumu gibi güvenilmez melodinin gözlerinde. Saçma sapan kanserli bir dert verdi hayat. Üçüncü evredeyim. Uyuyordum, dalmadan yazmak geldi aklıma, kalkıp not alayım dedim. Üşendim, eski bir refleksi günün modasıyla birleştirerek ses kaydettim. Bu ses kaydını ona göndermek istedim. Konuştuğu çocukla birlikte dinleyip gülerler diye vazgeçtim. Kendimden bile sakındığım sözleri, ölmüş bir dostumun işlevsiz telefon hattına gönderdim.
Hayal kırıklıklarımın kristal gecelerinden ağır mı ağır cümleler devşiriyorum. Bazen kendimi hiçbir şey olmamış gibi davranırken yakalıyorum ki bu hiç sağlıklı değil. Taksilerin plaka üstü yazıları gözlerimi dolduruyor. Parasız erkeği anca annesi sever diyor yapıştırma kelimeler. Açıkçası ömür geçiyor. Gelecek günler azalsa bile yine de yarınlardan gözüm korkuyor. Cezalandırılmış gibiyim, sürgünün dibi derin su. Gitmek isteyen seni gitmeye zorluyor, berbat bir şey bu. Yalnızlık seni açlıkla sınayan soğuk ve mağrur bir öğün. Hayat herkesin önüne en çok korktuğu şeyi pişirip koyuyor. Limanlarda, ıssız koylarda, deniz fenerleriyle mendirekler arasında uzun uzun yüzerken ağlıyorum. Maskemin içi kanla doluyor.
Her şeyin değerini yitirdiği o anlarda sevgi, vefa, hatıralar ve mutluluk, çocukluk hastalıkları ve insan psikolojisinin çıkışsız dehlizlerinde eriyip kaybolur. En eski karanlık geçmiş; kendisinden sonra gelen geçmişi yutar, yok eder. Bütün manayı emer. Hareket ve duygu, gergin diyalogların kurbanı olur. Samimiyet öldüğünde hatırası da silinir, hiç var olmamış gibidir. Herkes bir şey arar, bir […]
Devamını OkuEy yas, yaz beni. Ben ömrümce yasamadan duramadım ki. Tek bir harf farkla yitirdim sevme yetimi. Eğer gerektiği gibi tutabilirsem seni, belki yeniden bulabilirim kendimi. Kural bu, bir süre seninle yaşamalı biri. Şimdi oturup yasmaya çalışacağım. Sonra yatağa uzanıp yasacağım. Yas sıcağının soğuk cehenneminde uyumaya çalışacağım. Soracak bana “Kaç yasındasın?”, “Ne yastan geçerim ne de […]
Devamını OkuZaman zaman sorarlar, Yaşar Kemal’le olan dostluğumuzu. Hayranı olduğum bir insanın/ ulaşılmaz bildiğim bir büyük yazarın bir gün dostu oldum. Nereden nereye derim içimden. Bu yazıya başlarken Çukurova Yaşar Kemal kitabımda da anlattım. Ayşe Semiha Baban’ın içtenliği, ilgisi sayesinde onunla konuştum, birlikte oldum. Ayşe Hanım beni evine aldı, Yaşar Kemal’le söyleşmemizi sağladı. Onun içtenliğini unutamam. […]
Devamını OkuBeykoz tarihi günlerinden birini yaşıyordu. 10 Ekim 1965 Milletvekili Genel Seçimlerinin propaganda dönemiydi. Sanat tarihçileri tarafından “Su Sarayı” olarak tanımlanan Beykoz’un simgelerinden biri olan Onçeşmeler’in yanı başındaki köşe kahvede Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) toplantısı vardı. Kahvenin içi dolmuş, sonradan gelenler dışarı taşmıştı. Gözlüklü, tok sesli, uzun boylu adam “Oyunuzu adama verin, beygire değil.” diyordu. Adam […]
Devamını Oku