Hangi yıldı, takvimler hangi günü gösteriyordu ve saat o anda hangi dakikayı gösteriyordu bilmiyorum yaratılış anında.
Zamansızdı başta varlığımız ama sonrasında var olmamız mı zamana zor geldi, yoksa zamanda bizi var edecek bir şey mi kalmadı da adımız olmadı, onu da bilmiyorum. Diyecek laf kalmamıştı kimsede belki ve gözler en son ne zaman doktor kontrolünden geçmişti, kulaklar en son hangi söz öbeğini kafiye bilmişti, bak bunu da bilen yok. Bir şekilde var olmuştuk, kadındık ama adımız yoktu, yaşayacaktık belki düşe kalka belki öle kala. Şimdi mi gömsek, yoksa yaşatıp hayatı ona zehir mi etsek arasında…
Belki Lilith ile başlayan isyan sürecinde, kadının da adı olduğunun savaşını veren o kadar çok isim var ki. Christine de Pisan çıkmış mesela yüzyıllar önce, kadının toplumdaki rolünü anlatmak için bıkmadan yazmış da yazmış. Susan B. Anthony var, o sandık buraya gelecek deyip kadınların oy kullanma hakkı için yıllarca mücadele veren, kılığıma karışma deyip pantolon giyip dolaşan. Simone de Beauvoir gelmiş mesela, toplumun kadından beklediği rolleri işaret ederek “Kadın doğulmaz, kadın olunur” demiş. Sojourner Truth var, bir yandan kölelik ile mücadele edip bir yandan “Ben bir kadın değil miyim?” diye soran. Hedwig Dohm var, yine kadınların oy kullanma hakkı ve eğitim hakkı için mücadele edip “İnsan haklarının cinsiyeti yoktur.” diyen. Adları buraya sığmayan, tarih boyunca mücadele veren binlerce cesur ve yorgun kadının da Havva’nın da Lilith’in de ruhu şad olsun.
Cumhuriyet Türkiye’sinde ilk kadın örgütlenmesi ise Nezihe Muhiddin ile başladı denilebilir. Sonrasında birçok kadın var olma mücadelesinde yerlerini aldı ve bayrağı sonraki nesillere devretti devretmesine lakin yakın tarihimizde en bilinen isimlerden ve “Kadının adı yok” diyen gazeteci, yazar Duygu Asena’yı da anmadan geçmek olmaz sanırım.
“İnsan, yaşamında eksik olanı her şey sanıyor” 1946 yılına İstanbul‘da varlıklı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Duygu Asena‘yı kadının toplumdaki yerini düşünmeye iten ilk sebebin, kendi tabiri ile o soğuk ve mutsuz ailedeki bir süs bebeği gibi gördüğü annesi olduğunu söylemek sanırım yanlış olmaz. Üniversite çağına geldiğinde ablalarının okumasına karşı çıkıp, Duygu ve kardeşi İnci sınavı kazanınca da “Kazanacağınızı bilseydim sizi sınava sokmazdım” diyen, kızları söz konusu olunca modern görünümlü muhafazakâr davranan babası da bu sebeplerden biridir tahminimce. Aslında Pedagoji okuyan Duygu Asena’nın yolu bir süre sonra gazetecilik ile kesişiyor ve Şirin kod adıyla Kelebek ekinde yazılarını yazmaya başlıyor. İşlediği konulardan giyimine kadar karışılan ve sürekli mücadele etmek zorunda kalan Asena’nın yazıları git gide kadın sorunları üzerine yoğunlaşıyor.
“Ben… Tek başına… Kaç kişiyle savaşacağım böyle?…”
Evli olduğu bu dönemde yine evli olan başka birisine âşık olup bunu da kocasına itiraf ederek boşanmak isteyince toplum kurallarına uygun yaşamadığı için özel yaşamı sebebiyle işine son verilen ilk gazeteci oluyor. Bu arada 3. kişi olan diğer evli erkek birey işine devam ediyor. Erkeğin kudreti bir kez daha ipi göğüslüyor.
“Evlendiğin insanın nasıl olması gerek, biliyor musun? Evlilik bir kurallar cenderesi. Dünyada milyonlarca insan yaşıyor ve sen birini seçiyorsun. Ötekilerden yoksun kalıyorsun. Evlendiğin kişi hiçbir konuda hiçbir şeyin yoksunluğunu duyurtmamalı insana…”
Çalıştığı iş yerine açtığı davayı kazandıktan bir süre sonra genel yayın yönetmeni olarak görev aldığı “Kadınca” dergisi 1978 yılında raflarda yerini alıyor. İlerleyen zamanlarda dergide kadına şiddet, kadın cinselliği gibi o dönemin tabu konularında yayınlar yer almaya başlıyor. Kadının varlığı hayatın tıka basa dolu dolaplarında ite kaka kabul görmeye çalışıyor.
“Yakında nasıl ‘erkekçe’ deniyorsa, kuvvetle, üstüne basarak ‘kadınca’ da denecek.”
Erkekçe dergisi ile girdiği mücadele sonunda ilk kez bir erkeği çıplak olarak kapağına taşıyan Kadınca dergisi bir yandan ayıplanarak gizli gizli okunurken, bir yandan da popülaritesini arttırarak 1992’ye kadar yayım hayatına devam ediyor. Asena’nın 1987 yılında çıkardığı ilk kitabı, Türkiye’de feminizmin ilk orijinal manifestosu olarak sayılan “Kadının Adı Yok” ortalığı silip süpürüyor. Bir süre sonra yasaklanan kitap, uzun yıllar sonra tekrar yayımına izin verildiği yıl filme de alınıyor. Kadının adı belki de artık biliniyor…
“Bütün bu içimden geçenleri, bir gün dışımdan geçiriversem ne olur diye öyle merak ediyorum ki… Bir gün bunları dışımdan söyleyebileceğim bir yere gelmeliyim ben… Çünkü içimden söylediklerim çok doğru, çok tatlı, dışımın böylesine sahtekâr olmasına dayanamıyorum.”
Yazmaya ve mücadelesine devam eden Asena’nın “Aslında Özgürsün” kitabı 2000 yılında ilk birkaç sayfasıyla bir web sitesinde yayınlanıyor. Okuyuculardan devamı ile ilgili yorumları kendine iletmesini isteyen Duygu Asena, okuyucuları ile belki de dünyada örneğinin ilki olan bir roman yazıyor ve 2001’de yayımlanan kitap 2 yılda 22 baskı yapıyor. 2004 yılında beyin tümörü teşhisi alan Asena bir süre ilaç ve radyasyon tedavisi görüyor. Tedaviye yanıt alamayan Duygu Asena 30 Temmuz 2006 günü hayata gözlerini yumuyor.
“Mutlu bir sabah, ne istediğimi biliyorum. Kendime inanıyorum. Kendimi seviyorum. Yaşayacağım, daha çok şey öğreneceğim, savaşacağım. Aykırı mı, peki, aykırı olacağım. Kendime ihanet etmeyeceğim, onlara uymayacağım, onlar kim, kim öğretmiş onlara bu kuralları, kim karar vermiş bizi etiketlemeye, kim bizi, onların altında yaşamaya mahkûm etmiş…”
Kabul ederse kavuştuğumuzda bir masaj da ona borcum olsun. Anlatılan karşı tarafın anladığı kadardır ya hani, umarım anlatabilmişimdir kendi çöplüğünde buluşan kadınların var olmaktan yana, emekten yana verdiği mücadeleyi. İnsanca ve kadınca bir yaşam diyen Duygu Asena’nın da ruhu şad olsun…
Son zamanlarda kendi gerçekliğimden koptuğumu çok sık hissediyorum. Truman Show filmindeki figüranlardan biri gibiyimsanki. Dört bir tarafımız kurgu videolarla, etkileşim yani sözlük anlamıyla karşısındaki kişiyi kendi duygu ve istekleri doğrultusuna yöneltmek uğruna yapılan türlü saçmalıkla doluyken (yapay zekadan bahsetmiyorum bile!) sahici nedir? Gerçek ve doğru bilgiye nasıl ulaşılır? Biz çocukken sorularımızın cevaplarını bulmak için tek […]
Devamını OkuHangi yıldı, takvimler hangi günü gösteriyordu ve saat o anda hangi dakikayı gösteriyordu bilmiyorum yaratılış anında.
Devamını Oku-Sevgili Zafer, öykücülüğümüzde rengi olan birisin. Yazdıkların yaşantını ele verse de yine de sende öykücülüğümüz adına başka bir kumaş olduğunu düşünürüm. Bu yolculuğu bizimle paylaşabilir misin lütfen, nasıl yazıyorsun? İçine doğduğum coğrafyanın kültürel ikliminden besleniyorum; yazacaklarımı, içinde yer aldığım sınıfsal, geleneksel yapının içinden çıkarıyorum. Bir öykü kurarken yaşadığım, bildiğim mekânların, tanık olduğum olayların ışığından yararlanıyorum. […]
Devamını OkuRutin olan her şeyden kaçar gibi yaşadıktan onca yıl sonra, bir akşam geliverdi osoru: “Çocuk yapalım mı?”Şimdiye değin hiç düşünmeden bir başlarınayaşamışlar, geleceklerini de buna görebiçimlendirmişlerdi. Sinem biraz daha kariyerodaklı yaşasa da, İlhan açık açık sorumluluktankaçmıştı. Şimdi durduk yere, hay Allah!Heyecandan mı kalbi çarpıyordu yoksahemen yanıt vermeliyim telaşı mı anlamlandıramasa da, içindeki ses çoktan “Evet!” […]
Devamını Oku