Ulaş GEROĞLU
Tüm Yazıları
Keşke Ağlamasaydı
Ana Sayfa Tüm Yazılar Keşke Ağlamasaydı

İnsan unuttuğunu anımsar. Ben Kemal Sunal’ı anmıyorum. Ona bizi ayrıcalıklı kıldığı için minnet duyuyor, çok teşekkür ediyorum…

Suskundu… Ailesini korkutacak kadar sessiz ve içe kapanıktı. İstanbul’un unutulmuş semti Küçükpazar’da az konuşup, çok seyrettiği bir hayatla çocuk olmuştu. Ülkemizin tartışmasız en büyük sinema ikonu olmadan önce, ortaokul ve liseyi 11 yılda bitirmişti. Aklı ve zekâsı yetmediğinden değil… Kimse ona
istemediği bir şeyi yaptıramaz, yapmak zorunda kaldığında sonuç asla beklentiler gibi olmazdı… Bugün onun ismini duyan hemen herkesin aklının gülümseyen köşesinde bir sahnesi gün yüzüne çıkıyor. Kimi “Fes başıma fes başıma” deyiveriyor, kimi “Bırakın küçük enişteyi” diyerek onu anımsıyor. Bense onu hep “Gayrı hükmü sen ver kurban, suç kimde?” ile hatırlarım. Çünkü ilk vicdan muhasebemin sahnesidir. Ve hep cevap veririm “Suç Maho’da”…

Kemal Sunal, ülkemiz üzerinde bir travmaya yol açan yurtiçi göçlerin etkisini gördüğümüz onlarca filmde rol aldı. Filmlerinde şaşkın, saf, iyi yürekli ve rahatsız etmeyen bir uyanıklıkla onu seyrettik. Bazen çıkarlarını kollayan, bazen hakkı yenilen, bazen de aşkının peşinden giden karakterlere hep aynı gülümseme, aynı sıcaklıkla hayat verdi. İnsan ne kadar çıkarcı ve uyanık olursa olsun, hiçbir şeyin safi olmadığını anlatan bir parça saflığı her daim hatırlattı. Ne kadar saf olursa olsun bir noktada yapılması gerekeni yapanların kahramanlaşacağını da gösterdi. O, hiçbir imaja gerek duymadı. Hemen bütün filmlerinde dışarıda gördüğümüz Kemal Sunal ile filmde izlediğimiz aynıydı. Saçı, gülüşü, hali, tavrı… O, sinemanın bize gösterdiği, anlatmak istediği bir temsiliyetti. Beyaz perde “Bakın sizden biri” diye filmleri ardı ardına vizyona sokarken, insanlarımızın Kemal Sunal’la kurduğu bağ da güçlendi. Kendileriydi, içlerinden biriydi.
Halk ile arasında sadece bir tebessüm kadar mesafe vardı. Gülümseyerek ortaklaştığımız, aynılaştığımız bir sanatçıydı. İnsanlar daha önce hiç böylesini yaşamamıştı. Sinemanın onu tiyatroda keşfi de bu yüzden kolay, zirveye çıkışı bu yüzden çabuk olmuştu. Onu beyaz perdede görmek, insanlar için kendisini görmek gibiydi. Hali, tavırları, konuşması, saflığı, temiz kalpliliği ya olduğumuz, ya da tekrar olmak istediğimiz kişiydi. “Ben de şehre ilk geldiğimde onun gibiydim.” cümlesini kurdurtan, insanları kendi hayatlarıyla yüzleştirendi Kemal Sunal…

Milenyumla birlikte Kemal Sunal filmlerini kendi yaşadığımız hayatta bir yere koyamıyoruz. Artık o karakterlerle benzerliklerini hatırlamayanlar ve hiç bilmeyen insanlarız. Filmlerde gördüğümüz saflık, bize abartılı geliyor ‘bu kadar da olmaz’ dedirtiyor. O dünyayı, fantastik bir sinema evreni gibi izliyoruz. Kemal Sunal filmlerindeki kötü karakterlerin bile saf kaldığı bir dünyanın seyircileriyiz şimdi. Çünkü çok geliştirdiğimiz dünyamızda, Şaban’lar, Feyzo’lar artık yok. Çocuklarımızı bile kandıramadığımız, ciddi, acımasız ve güldüğünde zayıfladığın bir dünyaya evrilttik dünyayı. Kemal Sunal karakterleri benzerliklerimizle güldürüyorken, artık kaybettiklerimizi anımsatıyorlar. Ya da daha kötüsü hiç olmamışlığımızın masalları oluyorlar. Oysa gerçekti o dünya. Şaban gerçekti. Kemal, Hüsnü, Seyyid, Mülayim, Niyazi, Abdi ve Zübükzade gerçekti. Gerçi Zübükzade her dönemin gerçeği ama en azından o saf dünyada daha bir sempatikti…

Uğur Dündar bir programda Kemal Sunal’a “Nedir bu sevginin arkasındaki sır?” diye sorulduğunda, “Benim ilk başta sade bir vatandaş olmamdan kaynaklanıyor. Halkın arasından gelmemden, sırtımı halka dayamamdan kaynaklanıyor.” demiştir. Yarım asır bir halkın gönlünde solmayan bir bahar çiçeği gibi hep
güzel kokulu ve rengarenk durmak zaten başka türlü mümkün olamazdı. “Kemal Sunal” ismini hayatın içinde hiç kullanmadı. Hep halktan biri olmak, halkın gerçekliğinde kalmak istedi. Şöhretin getirdiği ayrıcalıklardan hep kaçarak yaşadı. Kemal Sunal’ın beni çok etkileyen bir görüntüsü vardır. Eline mikrofonu alıp bir şeyler söylemek isterken birden gülümsediği ve akabinde tüm salonun kahkahalarla karşılık verdiği… Bu etki filmlerinin çok ötesinde, açıklamaya sevginin bile yetersiz kaldığı bir etki. Bu, mutluluğa ve gülümsemeye kaynak olmakla ilgili. Halkın içinde kalarak, sade bir hayat sürerek yıldızlaşmak… Bu, eşine az rastlanır bir sanat etkisi. Bir yaratılış mucizesi…

Kemal Sunal filmlerinde birkaç filmi diğer filmlerinden ayırıyorum. Ayrı seviyorum. En başa da “Kibar Feyzo” filmini koyuyorum. Filmin; hâlâ kanayan bir yaraya Kemal Sunal komedisiyle getirdiği eleştiri benzersiz bir etki yaratır bende. Burnumun direğini sızlatmadan güldürmez. Bir senaryo değil, günlük gibidir film. Feyzo gerçektir. Hâlâ yaşayan bir gerçektir. Nedensiz bir şekilde artık izleyemediğimiz, karşımıza çıkmayan! “Zübük” ise tüm filmlerinden başkadır. Orada tanıdığımız bildiğimiz Kemal Sunal’ı görmeyiz. Kemal Sunal o filmde kim olduysa, sanırım artık izleyemememizin sebebi o olabilir. Ve tabii “Gülen Adam” filmi… Gülerek bir halkın gönlünde yeşermiş birini filmlerinde ağlarken görmek sızım sızım sızlattı bizi. Gülen Adam filminin sonunda ağlaması bir mağlubiyet gibi gelir bana. Tüm filmler içinde mağlup olduğu tek sahnedir o. Film boyunca onu ağlatmak için kendi karanlıklarına çekip ışığını söndürmek isteyen insanları görüyoruz. Ağlayanların dünyasına gülerek direnen bir adamın hayatın ciddiyeti karşısında ağlayışıdır “Gülen Adam”. Belki tüm filmlerindeki en ciddi final sahnesidir…

Kemal Sunal “Komedi belki de dünyanın en ciddi işidir.” der. 27 yılın sonunda bitirdiği üniversite, akabinde tamamladığı yüksek lisans, film setlerinin dışında insanlara her fırsatta yardım etmeye çalışması, hayatı da ne kadar ciddiye aldığını gösterir. O her yönüyle çok özel bir sanatçıydı. “Çöpçüler Kralı” filmi teklifini aldığında müsaade isteyip bir ay boyunca gözlem yapması, rolüne çalışması ve en sonunda rolü kabul edişi, filmlerine bakıp yanılgıya düşenler için hayatı ciddiye almaları adına büyük bir derstir. Geçen onca
yılın ardından zirvede parıldayan bir yıldızken, kendisini, mesleğini, eğitimini hep ileri taşımak, daha çok öğrenmek ve yeni hedefler koyup başarmak için yaşayan biriydi…

Sinemasını başka bir noktaya taşımak isterken kaybettik Kemal Sunal’ı. Ne acı. Onu görünce gülümseyen herkesin, artık göremeyeceği için yas tutuşuna, gözyaşlarına şahit olmak çok acı. Oysa Propaganda filmiyle sinemada başka bir Kemal Sunal hayal ettirmişti. O sinemayı da kaybetmek, kendi hikâyesinin yarım kalması ne acı. Zaten onun gibi ilerici bir sanatçı için ölümün her zamanı, her anı yarım kalmışlıktı; ve erken, ve hep hazırlıksız olacaktı…

İnsan unuttuğunu anımsar. Ben Kemal Sunal’ı anmıyorum. Ona bizi ayrıcalıklı kıldığı için minnet duyuyor, çok teşekkür ediyorum…

Yazarın Diğer Yazıları
Tebeşir

Yıllar önce bütün haber bültenlerine “Fedakâr Öğretmen” başlığıyla manşet olan öğretmeni hepimiz hatırlarız. Öğretmenimiz; tatil günlerinde sınıfını boyadığı, sınıfına bir kütüphane kurduğu, müzik ve sanat köşesi oluşturduğu için haberlerde kendisine yer bulmuştu. Konuşmacı olarak katıldığı bir etkinlikte elinde boyacı fırçasıyla sahneye çıktı. Yaptığı konuşmada Mustafa Kemal Atatürk’ün eğitimci kimliğini ve eğitime verdiği önemi anlattı. Finalinde, […]

Devamını Oku
Sonsuz Cumhuriyet

Geçmişe minnetle, geleceğe umutla; YAŞASIN CUMHURİYET…

Devamını Oku
Bu Sayıdan Yazılar
Öykücülüğümüzde Kendi Rengi Olan Yazar: Zafer Doruk

-Sevgili Zafer, öykücülüğümüzde rengi olan birisin. Yazdıkların yaşantını ele verse de yine de sende öykücülüğümüz adına başka bir kumaş olduğunu düşünürüm. Bu yolculuğu bizimle paylaşabilir misin lütfen, nasıl yazıyorsun? İçine doğduğum coğrafyanın kültürel ikliminden besleniyorum; yazacaklarımı, içinde yer aldığım sınıfsal, geleneksel yapının içinden çıkarıyorum. Bir öykü kurarken yaşadığım, bildiğim mekânların, tanık olduğum olayların ışığından yararlanıyorum. […]

Devamını Oku
Sinem, Selma, İlhan, Taner, Ece, Cem ve diğerleri!

Rutin olan her şeyden kaçar gibi yaşadıktan onca yıl sonra, bir akşam geliverdi osoru: “Çocuk yapalım mı?”Şimdiye değin hiç düşünmeden bir başlarınayaşamışlar, geleceklerini de buna görebiçimlendirmişlerdi. Sinem biraz daha kariyerodaklı yaşasa da, İlhan açık açık sorumluluktankaçmıştı. Şimdi durduk yere, hay Allah!Heyecandan mı kalbi çarpıyordu yoksahemen yanıt vermeliyim telaşı mı anlamlandıramasa da, içindeki ses çoktan “Evet!” […]

Devamını Oku