Atatürk, çok büyük mücadelelerin ve çokçetin savaşların ardından zaferle ulaşılankurtuluştan sonra; “çağdaş uygarlıkdüzeyine ulaşmayı” bir amaç olarak ortayakoyduğunu söyler. “Yaptığımız ve yapmaktaolduğumuz devrimlerin amacı, Türkiye Cumhuriyeti insanlarını tam anlamında çağdaş ve bütünanlam ve biçimleriyle uygar bir toplum haline getirmektir. Devrimlerimizin temel ilkesi budur.” der.30 Ağustos 1922 Zaferi’nden hemen sonra:“Millî Mücadele’nin birinci evresi kapandı. Artıkikinci evresi […]
Atatürk, çok büyük mücadelelerin ve çok
çetin savaşların ardından zaferle ulaşılan
kurtuluştan sonra; “çağdaş uygarlık
düzeyine ulaşmayı” bir amaç olarak ortaya
koyduğunu söyler. “Yaptığımız ve yapmakta
olduğumuz devrimlerin amacı, Türkiye Cumhuriyeti insanlarını tam anlamında çağdaş ve bütün
anlam ve biçimleriyle uygar bir toplum haline getirmektir. Devrimlerimizin temel ilkesi budur.” der.
30 Ağustos 1922 Zaferi’nden hemen sonra:
“Millî Mücadele’nin birinci evresi kapandı. Artık
ikinci evresi başlıyor.” demişti. Amaç çağdaşlaşmak, en kısa zamanda çağdaş uygarlık düzeyine
ulaşmak idi.
Atatürk devrimi tanımlarken; “Devrim var
olan kurumları zorla değiştirmektir, Türk ulusunu son yüzyılda geri bırakmış olan kurumları
yıkarak, onların yerine ulusun en yüksek uygarlık
gereklerine göre ilerlemesini sağlayacak kurumları koymaktır.” der
Bu meşakkatli yolculukta, “ekonomik kalkınma” olmazsa olmazdır. Ekonomik kalkınma
Atatürk’e göre, belli sınıf ve zümrelerin yararına değil, özgürlükçü düzen içinde tüm halka
dönük biçimde gerçekleşecektir. Türkiye’de,
batıda olduğu gibi, çıkarları birbirleriyle çatışan
sınıfların bulunmadığını ve kalkınmanın bütün
sınıfları bir arada zenginleştiren bir kalkınma
olması gerektiğini belirtir, Türk Milleti’ni, “imtiyazsız kaynaşmış bir kitle” olarak tanımlar ve
‘hepimiz halktan ibaretiz’ der.
Atatürk, “Ulus, uluslararası alanda başarılı
olabilme çabasında, hayat ve kuvvet bulabilecek bilim ve araçları, ancak çağdaş uygarlıkta
bulacaktır.” der. Yani Çağdaş uygarlık, hayat
ve kuvvet nedeni olan bilime dayanmaktadır.
“Dünyada her şey için, uygarlık için, hayat için,
başarı için en gerçek yol gösterici bilimdir.” – “En
hakiki mürşit ilimdir, fendir.” der.
“Türk Milleti’nin yürümekte olduğu terâkki ve
medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu
meşale, müspet ilimdir.” der.
Yani Atatürkçülükte toplum, halkçılık
anlayışıyla, bilim ve fennin aracılığıyla çağdaş
uygarlık düzeyine ulaşacaktır.
Bu amaçla devrimlerini gerçekleştirir. Siyasi
alanda, toplumsal yaşayışın düzenlenmesinde, hukuk alanında, eğitim ve kültür alanında
birbiri peşi sıra devrimler yapar.
Atatürk, ülkesini bağımsız, insanını da hür
yapmıştır. Türk Milleti’nin verdiği mücadelenin,
yalnızca Türkiye sınırları içinde kalmayacağını,
bunun ezilen Asya ve Afrika ulusların bağımsızlık savaşına itecek evrensel nitelikli bir hareket
olduğunu düşünmüştür. Nitekim, Türk Kurtuluş
Savaşı’ndan sonra, üçüncü dünya toplumlarınca o zamana kadar yenilemez olarak düşünülen
sömürgeciliğe karşı, bağımsızlık savaşlarının
Kuzey Afrika ve Asya toplumlarını sarması,
Atatürk’ün bu uzak görüşlülüğünün ispatı
olmuştur.
O, Kurtuluş Savaşı’nın sürdüğü günlerde, 7
Temmuz 1922’de, İran Elçisi Mümtazüddev’le
İsmail Han’ın onuruna verdiği ziyafette yaptığı
konuşmada şunları söylemiştir: “Türkiye’nin
bugünkü mücadelesi, yalnız kendi nâm ve
hesabına olsaydı, belki daha kısa, daha az kanlı
olur ve daha çabuk bitebilirdi. Türkiye azim ve
mühim bir gayret sarf ediyor. Çünkü müdafaa
ettiği bütün mazlum milletlerin, bütün şarkın
davasıdır. Ve bunu nihayete getirinceye kadar,
Türkiye kendisiyle beraber olan şark milletlerinin
beraber yürüyeceğinden emindir.”
Mustafa Kemal’in bütün bu hedefler için güvendikleri ise, “cesaretimi destekleyen ve devam
ettiren” şeklinde tanımladığı Türk gençliğidir,
müthiş Gençliğe Hitabesi’nde de bunu vurgular.
“Bütün ümidim gençliktedir. Her kafanın
anlamaktan aciz olduğu yüksek bir varlıktır
gençlik.” diyen ve gençliğe büyük önem veren
Atatürk, onlara şöyle seslenir; “Muhterem
Gençler, hayat mücadeleden ibarettir. Bundan dolayı hayatta yalnız iki şey vardır. Galip
olmak, mağlup olmak. Size, Türk Gençliğine
terk edip bıraktığımız vicdani emanet, yalnız
ve daima galip olmaktır ve eminim daima galip
olacaksınız.” der.
Bunca çok, başarılı ve çağdaş sürdürülebilir örneğe rağmen, laikliği hâlâ benimseyememiş, dini kurallarla yönetilen ve toplumsal hayatını dine göre düzenleyen ülkelerin en önemli sorunu kadına ve kadının toplumsal hayatın içindeki yerine bakışıdır. Kadın ve erkeği günlük hayatın içinde birbirinden uzak tutmasıdır. Daha doğdukları andan itibaren kız ve erkek çocuklarının yetiştirilmesinde, ayrı sınırlar ve ayrı özgürlükler […]
Devamını Oku“Cumhurbaşkanı olmasaydım, Millî Eğitim Bakanı olmak isterdim.” sözü, Atatürk’ün eğitime verdiği önemi göstermesi bakımından çok anlamlıdır. Kendi eğitimine ve kişisel gelişimine küçük yaşlardan itibaren büyük önem veren ve, “Ben çocukken fakirdim. İki kuruş elime geçince bunun bir kuruşunu kitaba verirdim. Eğer böyle olmasaydım, bu yaptıklarımın hiçbirini yapamazdım.” diyen Atatürk’ün, kendi gibi milletinin eğitimine de özel […]
Devamını OkuZaman zaman sorarlar, Yaşar Kemal’le olan dostluğumuzu. Hayranı olduğum bir insanın/ ulaşılmaz bildiğim bir büyük yazarın bir gün dostu oldum. Nereden nereye derim içimden. Bu yazıya başlarken Çukurova Yaşar Kemal kitabımda da anlattım. Ayşe Semiha Baban’ın içtenliği, ilgisi sayesinde onunla konuştum, birlikte oldum. Ayşe Hanım beni evine aldı, Yaşar Kemal’le söyleşmemizi sağladı. Onun içtenliğini unutamam. […]
Devamını OkuBeykoz tarihi günlerinden birini yaşıyordu. 10 Ekim 1965 Milletvekili Genel Seçimlerinin propaganda dönemiydi. Sanat tarihçileri tarafından “Su Sarayı” olarak tanımlanan Beykoz’un simgelerinden biri olan Onçeşmeler’in yanı başındaki köşe kahvede Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) toplantısı vardı. Kahvenin içi dolmuş, sonradan gelenler dışarı taşmıştı. Gözlüklü, tok sesli, uzun boylu adam “Oyunuzu adama verin, beygire değil.” diyordu. Adam […]
Devamını Oku