8 Şubat 1958… Ankara…
8 Şubat 1958… Ankara… Sıra dışı bir bebek, ağlamayı ertelemiş bir hin, hastanede hemen hemen tüm lohusa kadınların emzirdiği avuç içi kadar bir can: ERHAN
Mersinli bir ailenin beşinci çocuğudur doğduğunda yaşamı üzerine bahis oynanan. Anadolu’nun memesinden emip de ölen mi var? Uzaktaki bir deniz feneridir çocukluğu ve gençliği Akdeniz’de yalımlanan.
Eğitim için Ankara’ya döndüğünde, ara vermek zorunda kaldığı lise öğrenimini Akşam Lisesi’nde tamamlar. Gazi Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirir ve Ankara’da özel öğretim kurumlarında Türkçe-Edebiyat öğretmenliği yapar.
Ankara’da A Kitabevi’ni kurarak yayıncılık işleri ile hayatını kazanmaya başlar.
Adana Demirspor’da sol açıkta Fatih TERİM’le top koşturur. Bir maçta aldığı darbeyle sakatlanarak futbolu bırakır.. “Şair olmak zarardır ömüre” dese de üniversitede şiire yönelip ömrünün sonuna kadar zararı karara; kararı yarara; yararı umuda dönüştürür…
1976’da Militan dergisinde yayımlanan şiirleriyle edebiyat dünyasında dikkat çeker. Derin hüzünlerin şairidir.
1980 öncesi ve sonrasını özgün bir dille aktarması şiirini özel kılar. Hep kendini kendinde arar ve hep kendinden kendine kaçar.
Edebiyat araştırmacıları ve yorumcuları tarafından 1980 Dönemi Toplumcu Gerçekçi Şiir’in önde gelen isimlerinden kabul edilir.
1981 yılında ”Alacakaranlıktaki Ülke” adlı ilk şiir kitabı yayımlanır. Siyasi bir içeriğe sahip olan Alacakaranlıktaki Ülke, 12 Eylül yıllarını kapsadığından “Darbe Şairi” olarak adlandırılır.
1985’te Kıymet Dolaner’le evlenir; bu evlilikten 1986’da Ahmet Deniz adlı bir oğlu olur.
2001’de İstanbul’a yerleşir.
Umuda erkenci olduğu kadar ölüme de erkencidir.
Yaşamı boyunca yarasını sözcüklerin ardına saklar. Her yol ağzında kendine rastlar. Şairin 4 Ağustos 2013’te gırtlak kanseri nedeniyle 55 yaşında diner türküsü.
“Gitsem kime, kalsam kimde, nereye kadar?” dedin; geldin bize, kaldın bizde sonsuza kadar yüreğimizdir evin
Güneş parmaklarını sürerken geceye, lambanın çevresindeki dönencesini tamamlarken pervane, yaşlı incir ağaçlarının dallarına yürüyen sütün ve artık çok uzaklarda olmasına rağmen hâlâ çağıl çağıl çağıldayan denizin ve özgürlüğün sesidir sesin. Gök soyundurulsa da zaman zaman başka renklere mavidir onun ezeli rengi ve bakarken hepimiz göğe minderleri terlikleri hazırlayarak çayları demleyerek kuzinelerde açılmış sana hep kapıları evlerin
Toprağa gömdüğün şiirler çiçek çiçek tohum tohum… Kökleri ışıl ışıl ama neylersin değişmedi hala yeryüzü, dönüşemedi aşkın yüzüne.
Bir yüzün ayrılığa bir yüzün hayata; Elbette yine acılara sürgün.
Üstün başın uzak yolların tozuyla olsa da perişan
Rüzgârdır bu, hep beline dolanır bir dalın; ardında solgun yıldızlar ve bir bakarsın ki birleşivermiş güneş güneş önünde.
“Günaydın anneciğim günaydın babacığım yine sabah oluyor” dizelerin kalkan.
Bugün de ölmedik Sevgili Yurdum.
“Yurdum gibi yaralıyım ne eksik ne fazla” ama “Günaydın” demekten de yılmayan.
Yağmura direnen limon çiçekleri gibi bir yurtta alacakaranlıkların yaralısıyız.
Ne yaramızı sağaltan ne sabahımızı ağartan… Üstelik canda toprakta ormanda taşta dörtnala kıyımda DÜŞMAN.
“Yurdum şimdi yüreğinde çatlamadık damar mı kaldı?” Gözyaşların bir bir çekilse de yanağından
Bugün de ölmedin Ahmet ERHAN.
Buz üstüne yazmak istedin bütün şiirleri; çünkü hüznün gökyüzü görmemiş bir dalın hüznü. Şiirlerinde sözcüklerin kırk boğum bu nedenle tarih düşürdük ölmediğin günlere. yalın kılıca yine öte yanda iyi çocuklar olduk Acımızla büyüdük derin uçurumlarda Hiç solmayan bir çiçeğe dal olmaktı bir kum saati gibi ömrüne akan
Bugün de ölmedin Ahmet ERHAN!
Kapımızı gökyüzüne dayayıp da bekledik; acıların katmerlendiği derinliğe yıldız gibi düşüverdin; sevdansa hep ay ışığına ayarlı. Uyandın, dağlarda yine duman yine deniz görünüyor uzaktan
Yüzünde yosunların tülü, gelirsin bize sulardan dağlardan günaydınlı sabahlardan. Çığrından çıkmış bu evrende suyun ve toprağın yalnızlığından kendine yürüyerek ve kumdan kaleleri bozarak sözcük tohumlayarak seyrelsen de kendi suyunda direnen bir yanın hep kalacak senin gibi yaralı yurdunda.
Şairim, dünya seninle barışmış diyorlar; bütün kadınlarını sevmişsin, ıslanmadığın yağmur savrulmadığın yel kalmamış, havasına suyuna tozuna toprağına mavisine karışmışsın, niye barışmasın
Heyhat, değil mi ki tebdil-i hayatta şiir var, şairim dizelediğin gibi size düştü tarih ırmağının önünü açmak, gülsün diye çocuklar….
Zaman ağır gece ağır acın aşinan
Eyyy gün ışığından sözcük sağan
Ve nerde bir deniz varsa kendi dünyasına sığan
Derim ki işte o an
Bugün de ölmedin AHMET ERHAN!
Yaldız dallarda çiçek yerine Yıldız açmaz mı artık ağaçlar? 13 Nisan 1914’te İstanbul’da gün doğmadan, deniz daha bembeyazken gül rengi ışıklarla doğar fecir gibi bir çocuk. Adı :Ahmet Orhan. Ufku beyaz cennetlere iten kıyıların, sallanan beyaz keten mendillerin acısıyla aydınlık rüyaların peşine düşen bir ebabildir. Gariptir. Dünya denilen deniz dolu bu kâsede uzun ve kısa […]
Devamını OkuCumhuriyet; ruhunda özgürlük, bedeninde bağımsızlık, kanında kudret, geçmişinde asalet, özünde adalet taşıyan; kendine insanca yaşamayı yakıştıran hür doğmuş ve hür yaşamayı her daim başarabilmiş bir milletin özünü eğitimle yüceleştirmesinin bir sistemidir. Özlenen gelecek; toprağa akan kan ve bağımsızlık uğruna feda edilen canların umududur ve bu umutlu aydınlığın adına “Türkiye Cumhuriyeti”; soyadına da bir nevi “Millî […]
Devamını Oku-Sevgili Zafer, öykücülüğümüzde rengi olan birisin. Yazdıkların yaşantını ele verse de yine de sende öykücülüğümüz adına başka bir kumaş olduğunu düşünürüm. Bu yolculuğu bizimle paylaşabilir misin lütfen, nasıl yazıyorsun? İçine doğduğum coğrafyanın kültürel ikliminden besleniyorum; yazacaklarımı, içinde yer aldığım sınıfsal, geleneksel yapının içinden çıkarıyorum. Bir öykü kurarken yaşadığım, bildiğim mekânların, tanık olduğum olayların ışığından yararlanıyorum. […]
Devamını OkuRutin olan her şeyden kaçar gibi yaşadıktan onca yıl sonra, bir akşam geliverdi osoru: “Çocuk yapalım mı?”Şimdiye değin hiç düşünmeden bir başlarınayaşamışlar, geleceklerini de buna görebiçimlendirmişlerdi. Sinem biraz daha kariyerodaklı yaşasa da, İlhan açık açık sorumluluktankaçmıştı. Şimdi durduk yere, hay Allah!Heyecandan mı kalbi çarpıyordu yoksahemen yanıt vermeliyim telaşı mı anlamlandıramasa da, içindeki ses çoktan “Evet!” […]
Devamını Oku