Ataol BEHRAMOĞLU
Tüm Yazıları
Görmek

Geleneksel olarak kabul ettiğimiz beş duyumuzun içinde, en önemlisinin, en vazgeçilmezinin görme duyumuz olduğu söylenebilir.

Geleneksel olarak kabul ettiğimiz beş duyumuzun içinde, en önemlisinin, en vazgeçilmezinin görme duyumuz olduğu söylenebilir.

Bu beş duyuyu sıralayalım: Görme, işitme, koklama, tat alma, dokunma.

Bunlar içinde görme duyusu en önemlisi midir? Eğer öyleyse, neye göre? Bir an düşünelim: Tadını, kokusunu almadığınız, sesini işitmediğiniz, dokunduğunuzda varlığını duyumsamadığınız bir yaşam neye benzer?

Görme duyusunu bütün bu duyuların en tepesine yerleştirmek bana çok da doğru görünüyor. Bu sınıflandırmanın belki tek bir açıklaması olabilir. Görme engellinin genellikle yardıma gereksinim yaratması. Bunda bir doğruluk payı olsa da günümüzde bu eksiklik teknik olanaklarla, uygarlığın ulaştığı düzeyle büyük ölçüde aşılmıştır. İşitme duyusundaki sorunlar da yine teknik olanaklarla büyük ölçüde aşılıyor.

Buna karşılık tat alma duyusundaki sorunlar bildiğim kadarıyla çözümlenebilmiş değil. Dokunma duyusu konusunda da bu böyle…

Bunları söylemekle görme engelini küçümseyip önemsizleştirme eğiliminde olduğum sanılmasın.
Hiç öyle değil çünkü.

Görme engeli çok ciddi, yaşamsal bir sorundur kuşkusuz. Benim yapmak istediğim, yüzeysel, alışıldık, ezberlenmiş inanışları irdelemek.

Yukarıda, dokunma, tat alma duyularında engellerin, bozulmaların hiç de küçümsenecek sorunlar olmadığını, buna karşılık görme engelini aşma konusunda büyük aşamalar kaydedilmiş olduğunu belirttim…
Dahası da var…

Altıncı, yedinci, sekizinci vb. duyuların, görme engeli olan kişilerde çok daha derinliğine duyumsanabildiğini düşünüyorum… Bunlar, sezgi, iç görü, dış dünyayı algılama, hayal kurma, dikkat gibi, daha da çoğaltılabilecek duyular ve yeteneklerdir…

Böyle olmasaydı, İngiliz şairlerinin en büyüklerinden John Milton(1606-1674), kırklı yaşlarında görme yeteneğini yitirdikten sonra dünya edebiyatının başyapıtlarından sayılan “Yitik Cennet”i yaratabilir miydi?

Çağımızın önde gelen yazarlarından, “büyülü gerçekçilik” akımının öncülerinden Arjantinli Luis Borges (1899-1986) ömrünün son otuz yılını görme yetisini tümüyle yitirmiş olarak geçirmesine karşın yazar ve kütüphaneci olarak yaşamını başarıyla, birbiri ardına yapıtlar vererek sürdürebilir miydi. Bizim Veysel’imizin büyük şairliğini nasıl açıklayacağız? Çok önemli düşünce adamlarımızdan Cemil Meriç(1916-1987), 1960 kuşağının, kuşağımızın en onurlu temsilcilerinden, yakın arkadaşım, oyun yazarı, düşünür, eylem adamı Eşber Yağmurdereli?.. Gelmiş geçmiş en büyük şair ve yazar Homeros? Görme engelli olup olmadığı ciddi bir tartışma konusudur…

Sonuç olarak ve özetle söyleyeceğim şey görme engelinin hiçbir şeyin sonu demek olmadığı; tersine, inanç, irade ve çalışkanlıkla yeni yaratıcılık yollarının kapılarını açabileceğidir…

Yazarın Diğer Yazıları
“Göl” üzerine

Sanırım hemen herkes gibi zaman olgusu (ve kavramı) üzerine çocukluk dönemlerinden bu yana hep düşündüm. Daha önce de yazılarımda sözünü etmiş olmalıyım, on yaşlarımda ya da az sonrasında bir ara zihnime, zamanı durdurabilir miyim sorusu takılmıştı… Aynı yollardan gidip gelmek… Bir hareketi sabitleştirmek… Böylece sanki bir ân’ı, o en küçük zaman dilimini kalıcı kılarak sonsuzlaştırmak, […]

Devamını Oku
Öğrenmek

Hayatım öğrenmekle geçti. Kendimi bildim bileli öğreniyorum. Bundan şikâyetçi miyim? Hayır. Öğrenmek mi öğretmek mi diye sorsalar, hiç duraksamaksızın, öğrenmek derim. Öğrenmenin nesini mi seviyorum? Sanırım her şeyinden çok, sürecini. O süreç, tıpkı aşkta olduğu gibi, bilinmezlikler, güçlükler, keşiflerle doludur. Fakat yine tıpkı aşkta olduğu gibi heyecan vericidir. Sonrası mı? Sonrası da güzeldir kuşkusuz. Öğrendiğinizi […]

Devamını Oku
Bu Sayıdan Yazılar
Yaşar Kemal’le Geçen Günler / Öğrendiklerim

Zaman zaman sorarlar, Yaşar Kemal’le olan dostluğumuzu. Hayranı olduğum bir insanın/ ulaşılmaz bildiğim bir büyük yazarın bir gün dostu oldum. Nereden nereye derim içimden. Bu yazıya başlarken Çukurova Yaşar Kemal kitabımda da anlattım. Ayşe Semiha Baban’ın içtenliği, ilgisi sayesinde onunla konuştum, birlikte oldum. Ayşe Hanım beni evine aldı, Yaşar Kemal’le söyleşmemizi sağladı. Onun içtenliğini unutamam. […]

Devamını Oku
Anadolu’unun Köklü Çınarı: Yaşar Kemal

Beykoz tarihi günlerinden birini yaşıyordu. 10 Ekim 1965 Milletvekili Genel Seçimlerinin propaganda dönemiydi. Sanat tarihçileri tarafından “Su Sarayı” olarak tanımlanan Beykoz’un simgelerinden biri olan Onçeşmeler’in yanı başındaki köşe kahvede Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) toplantısı vardı. Kahvenin içi dolmuş, sonradan gelenler dışarı taşmıştı. Gözlüklü, tok sesli, uzun boylu adam “Oyunuzu adama verin, beygire değil.” diyordu. Adam […]

Devamını Oku