Geleneksel olarak kabul ettiğimiz beş duyumuzun içinde, en önemlisinin, en vazgeçilmezinin görme duyumuz olduğu söylenebilir.
Geleneksel olarak kabul ettiğimiz beş duyumuzun içinde, en önemlisinin, en vazgeçilmezinin görme duyumuz olduğu söylenebilir.
Bu beş duyuyu sıralayalım: Görme, işitme, koklama, tat alma, dokunma.
Bunlar içinde görme duyusu en önemlisi midir? Eğer öyleyse, neye göre? Bir an düşünelim: Tadını, kokusunu almadığınız, sesini işitmediğiniz, dokunduğunuzda varlığını duyumsamadığınız bir yaşam neye benzer?
Görme duyusunu bütün bu duyuların en tepesine yerleştirmek bana çok da doğru görünüyor. Bu sınıflandırmanın belki tek bir açıklaması olabilir. Görme engellinin genellikle yardıma gereksinim yaratması. Bunda bir doğruluk payı olsa da günümüzde bu eksiklik teknik olanaklarla, uygarlığın ulaştığı düzeyle büyük ölçüde aşılmıştır. İşitme duyusundaki sorunlar da yine teknik olanaklarla büyük ölçüde aşılıyor.
Buna karşılık tat alma duyusundaki sorunlar bildiğim kadarıyla çözümlenebilmiş değil. Dokunma duyusu konusunda da bu böyle…
Bunları söylemekle görme engelini küçümseyip önemsizleştirme eğiliminde olduğum sanılmasın.
Hiç öyle değil çünkü.
Görme engeli çok ciddi, yaşamsal bir sorundur kuşkusuz. Benim yapmak istediğim, yüzeysel, alışıldık, ezberlenmiş inanışları irdelemek.
Yukarıda, dokunma, tat alma duyularında engellerin, bozulmaların hiç de küçümsenecek sorunlar olmadığını, buna karşılık görme engelini aşma konusunda büyük aşamalar kaydedilmiş olduğunu belirttim…
Dahası da var…
Altıncı, yedinci, sekizinci vb. duyuların, görme engeli olan kişilerde çok daha derinliğine duyumsanabildiğini düşünüyorum… Bunlar, sezgi, iç görü, dış dünyayı algılama, hayal kurma, dikkat gibi, daha da çoğaltılabilecek duyular ve yeteneklerdir…
Böyle olmasaydı, İngiliz şairlerinin en büyüklerinden John Milton(1606-1674), kırklı yaşlarında görme yeteneğini yitirdikten sonra dünya edebiyatının başyapıtlarından sayılan “Yitik Cennet”i yaratabilir miydi?
Çağımızın önde gelen yazarlarından, “büyülü gerçekçilik” akımının öncülerinden Arjantinli Luis Borges (1899-1986) ömrünün son otuz yılını görme yetisini tümüyle yitirmiş olarak geçirmesine karşın yazar ve kütüphaneci olarak yaşamını başarıyla, birbiri ardına yapıtlar vererek sürdürebilir miydi. Bizim Veysel’imizin büyük şairliğini nasıl açıklayacağız? Çok önemli düşünce adamlarımızdan Cemil Meriç(1916-1987), 1960 kuşağının, kuşağımızın en onurlu temsilcilerinden, yakın arkadaşım, oyun yazarı, düşünür, eylem adamı Eşber Yağmurdereli?.. Gelmiş geçmiş en büyük şair ve yazar Homeros? Görme engelli olup olmadığı ciddi bir tartışma konusudur…
Sonuç olarak ve özetle söyleyeceğim şey görme engelinin hiçbir şeyin sonu demek olmadığı; tersine, inanç, irade ve çalışkanlıkla yeni yaratıcılık yollarının kapılarını açabileceğidir…
Hayatım öğrenmekle geçti. Kendimi bildim bileli öğreniyorum. Bundan şikâyetçi miyim? Hayır. Öğrenmek mi öğretmek mi diye sorsalar, hiç duraksamaksızın, öğrenmek derim. Öğrenmenin nesini mi seviyorum? Sanırım her şeyinden çok, sürecini. O süreç, tıpkı aşkta olduğu gibi, bilinmezlikler, güçlükler, keşiflerle doludur. Fakat yine tıpkı aşkta olduğu gibi heyecan vericidir. Sonrası mı? Sonrası da güzeldir kuşkusuz. Öğrendiğinizi […]
Devamını OkuHiçbir uygar ülkenin 20. ve 21. yy. yurttaşları, ülkelerinin(dillerinin) 19. ve daha önceki birkaç yüzyıldaki edebiyatını okuyup anlamada güçlük çekmez. Shakespeare, Molière, Goethe, Dante, Puşkin vb… önceki yüzyılların yazar ve şairleri, ait oldukları dillerin bugünkü kuşaklarınca (dil bakımından) bir güçlüğe yol açmaksızın okunup anlaşılırlar. Bizim için bu, ne yazık ki böyle değildir. Bugünün örneğin bir […]
Devamını Oku-Sevgili Zafer, öykücülüğümüzde rengi olan birisin. Yazdıkların yaşantını ele verse de yine de sende öykücülüğümüz adına başka bir kumaş olduğunu düşünürüm. Bu yolculuğu bizimle paylaşabilir misin lütfen, nasıl yazıyorsun? İçine doğduğum coğrafyanın kültürel ikliminden besleniyorum; yazacaklarımı, içinde yer aldığım sınıfsal, geleneksel yapının içinden çıkarıyorum. Bir öykü kurarken yaşadığım, bildiğim mekânların, tanık olduğum olayların ışığından yararlanıyorum. […]
Devamını OkuRutin olan her şeyden kaçar gibi yaşadıktan onca yıl sonra, bir akşam geliverdi osoru: “Çocuk yapalım mı?”Şimdiye değin hiç düşünmeden bir başlarınayaşamışlar, geleceklerini de buna görebiçimlendirmişlerdi. Sinem biraz daha kariyerodaklı yaşasa da, İlhan açık açık sorumluluktankaçmıştı. Şimdi durduk yere, hay Allah!Heyecandan mı kalbi çarpıyordu yoksahemen yanıt vermeliyim telaşı mı anlamlandıramasa da, içindeki ses çoktan “Evet!” […]
Devamını Oku