Deniz ÖZEN
Tüm Yazıları
NE ÇOK BEKLEDiM SENi!
Ana Sayfa Tüm Yazılar NE ÇOK BEKLEDiM SENi!

Ihlamur ağacının altında durdu. Daha
açılmasına 7 dakika vardı işyerinin.

Ihlamur ağacının altında durdu. Daha
açılmasına 7 dakika vardı işyerinin. Cebindeki
sigarayı çıkarıp diğer cebindeki çakmakla
yaktı. Kapı önünde kuyruk oluşmuştu yine.
Yüz metre berideydi. Yan taraftaki pembe
kocaman zakkum onu görmelerini engelliyordu.
Müşteriler, ellerindeki cep telefonunu sıkıntı
içinde kurcalıyorlardı.

Zaten oldum olası yazları sevmezdi. Güneş
tepesinden baktımıydı akşama kadar batmasını
beklerdi. Serinlik severdi o. Sonbaharı. Sarı
yaprakları. Çocukluktan beri kışın mutlu olurdu.
Soğudumu havalar değme keyfine! Keyif
demişken uzundur keyifli olmadığını düşündü.
Demir Asaf’ın terkedip gitmesinden çok kendi
işini yapamamak sıkıyordu onu. Çok sıkılmıştı
artık işyerinden. Kültürel olarak kendinden kat
kat altta olan bir sürü insan vardı işyerinde, ters
ters bakan girip çıkarken… Tamam takmıyordu
ama yine de bir an önce kendi işini yapmak
istiyordu artık. KPSS’den aldığı puanın üzerine
mülakata da çağrılınca geçen yıl tamam oldu
demişti ama yok, ilk listeye bile girememişti.
İnternetteki atama sayfasına yedi yirmi dört
gire çıka gire çıka yine sınav listesinin yarısını
almışlardı. Bu yıl da aynı yollardan geçmişti ama
totem yapıp siteye bakmıyordu bu yıl.

Laf olsun diye kapıda dikilen saksı gibiydi,
kimsenin farkına bile varmadığı. Kimsenin ne
onu ne de bu beline koydukları kıytırık tabancayı
taktığı falan yoktu. Bu sıra ayyuka çıkmıştı işten
çıkma isteği.

Ataması olmadan ayrılamazdı. Çocuklarla
geçecek bir ömür hayal ederken düştüğü durum
içler acısıydı. “İşini seven, zevk alan güvenlikçiler
de vardır mutlaka ama benim hayallerim
başkaydı” diye hayıflandı.

Öte yandan bir sürü arkadaşı etüt
merkezinde asgari ücrete talim ediyordu.
Sabahtan akşama kadar çene patlatıyorlardı
ama aldıkları ücret devede tüydü. “Hele son
zamlardan sonra iğneden ipliğe ne nerede
ucuz, keşfedeceğiz diye whatsapp grubu bile
kurduk” diye düşünerek gülümsedi buruk
biçimde içten içe. “Ee, geçim zor!” diye tısladı
küfreder gibi dişlerinin arasından. Gerilmişti.
Bir kadın pedinin bile 80 TL olduğu günlerden
geçiyorlardı. Kadın olmak beş katı zordu. “Cilt
bakımı, kuaför, boya, sir masrafını saymıyorum
bile.” dedi attığı sigarayı hınçla ezerken.

“Akşam televizyonlarda, dizilerde izlediğimiz
kadın halleri Paris, gerçek bizler Orta Anadolu!
Bayağı farklı bir hayat yani. Yine de her gece
farklı bir masal diyerek izliyoruz o cicili bicili
hanımları” diye düşündü. “Off amma söylendin
be kızım. Hadi bir dakika da geciktin bak.” diye
geçirip içinden kalabalığa doğru yürüdü. Yürürken
aklına dayıoğlu geldi. Tufan “güvenlikçi arıyorlar
ama kız isterler mi bilmiyorum” demeseydi paşa
paşa evinde olacaktı iki yıldır. Tüm hırsı kabarmış,
o dakika hazır olan özgeçmişini yollayıvermişti
Müdür Bey’e. Bir iki görüşmeden sonra da
başlamıştı işe işte. Bugün tam iki yıl olmuştu.
Onca sene gördüğü pedagojik formasyon ve
dersler boşunaymış gibi dikiliyordu hem de.

Bunca insan önünden gelip geçiyordu
hergün ama görmüyorlardı onu. Bir terslik
olursa içerde, çağrılıyor, silahını gösterip
“Hadi kardeşim hadi!” diyerek kapıya kadar
geçiriyordu. Ki iki yıl içinde de beşi geçmemiştir
bu tür bir olay.
Müşterilere yaklaştıkça uğultu da yükselmeye
başladı. “Hadi kardeşim, hadi kızım ya” diye
söylenenlerin içinden geçip, kapıyı açtı. Hepsi
önünden hızlı bir şekilde geçip girdiler içeri.
İşleri bitmişti şimdi onunla. İn cin top
atıyordu kapı önünde.

Usuldan elindeki cebi çıkardı. Cevapsız
arama vardı. Annesi aramıştı. “Arasam mı ki?”
diye düşünürken parmağı gayri ihtiyari atama
sitesini tıkladı. Gördüğü kendi ismi miydi?
Heyecanlandı. Atama listesindeydi adı seneler
sonra. Hemen annesini aradı. Anne demeye
kalmadan bangır bangır “Saliha ataman
olmuş kızım ataman, gözümüz aydın!” diye
bağırıyordu annesi olanca gücüyle. “Vay be
dedi, aynı anda gördük demek ki annecim,
sonunda oldu gördün mü?” Gözleri dolmuştu.
Bilinmez bir el sırtını sıvazlamıştı sanki. Kapıdan
dışarı gökyüzüne çevirdi bakışlarını. Bembayaz
bulutların arasından birini görecekmiş gibi bakıp
gülümsedi. Annesi “Kars’ın bir köyüne çıkmış
kızım ama meraklanma seni yalnız bırakmam,
gelirim seninle.” diyordu.

“Sağ ol” diye mırıldandı gözlerini yumup
hayata. Gökyüzünde bulutlar gidiyordu rüzgârın
önünde şimdi.
“Hoş geldin,” dedi “yeni hayat! Ne çok
bekledim seni!”

Yazarın Diğer Yazıları
Sultan

İliklerine kadar üşümüş bir şekilde girdi dolmuştan içeri. Mesaiye kalmak değil de şu eve gitme meselesi hakikaten canını sıkıyordu. Bir vesait ayarlasalar ölürler sanki, ama çalışmaya gelince “Sultan Hanım, bu akşam dosyayı bitirip öyle çıkalım.” diyorlar. Adamlara anlatamazsın da yahu ben şehrin en uç bölgesindeyim. Sizler gibi şıkır şıkır aydınlık sokaklarda yürümüyorum diye. Al işte […]

Devamını Oku
Sinem, Selma, İlhan, Taner, Ece, Cem ve diğerleri!

Rutin olan her şeyden kaçar gibi yaşadıktan onca yıl sonra, bir akşam geliverdi osoru: “Çocuk yapalım mı?”Şimdiye değin hiç düşünmeden bir başlarınayaşamışlar, geleceklerini de buna görebiçimlendirmişlerdi. Sinem biraz daha kariyerodaklı yaşasa da, İlhan açık açık sorumluluktankaçmıştı. Şimdi durduk yere, hay Allah!Heyecandan mı kalbi çarpıyordu yoksahemen yanıt vermeliyim telaşı mı anlamlandıramasa da, içindeki ses çoktan “Evet!” […]

Devamını Oku
Bu Sayıdan Yazılar
Yaşar Kemal’le Geçen Günler / Öğrendiklerim

Zaman zaman sorarlar, Yaşar Kemal’le olan dostluğumuzu. Hayranı olduğum bir insanın/ ulaşılmaz bildiğim bir büyük yazarın bir gün dostu oldum. Nereden nereye derim içimden. Bu yazıya başlarken Çukurova Yaşar Kemal kitabımda da anlattım. Ayşe Semiha Baban’ın içtenliği, ilgisi sayesinde onunla konuştum, birlikte oldum. Ayşe Hanım beni evine aldı, Yaşar Kemal’le söyleşmemizi sağladı. Onun içtenliğini unutamam. […]

Devamını Oku
Anadolu’unun Köklü Çınarı: Yaşar Kemal

Beykoz tarihi günlerinden birini yaşıyordu. 10 Ekim 1965 Milletvekili Genel Seçimlerinin propaganda dönemiydi. Sanat tarihçileri tarafından “Su Sarayı” olarak tanımlanan Beykoz’un simgelerinden biri olan Onçeşmeler’in yanı başındaki köşe kahvede Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) toplantısı vardı. Kahvenin içi dolmuş, sonradan gelenler dışarı taşmıştı. Gözlüklü, tok sesli, uzun boylu adam “Oyunuzu adama verin, beygire değil.” diyordu. Adam […]

Devamını Oku