Bizden önceki Osmanlı ve Cumhuriyet kuşakları durmadan ülkenin nasıl kurtulacağını tartıştı.
Bizden önceki Osmanlı ve Cumhuriyet kuşakları durmadan ülkenin nasıl kurtulacağını tartıştı. İstibdat, hürriyet, Doğu, Batı, din, laiklik tartışmalarında yüz binlerce makale yazıldı, milyonlarca sohbet edildi. Bu sohbetler genellikle; “bizim gibi millet görülmemiştir” ile “biz adam olmayız” yargıları arasında gidip geldi. Biz de farklı bir şey yapmıyor ve kendi ömür dilimimizde aynı konuları düşünüp, tartışıp duruyoruz. Yüz yıl önce tartışılan konular bugün de gündemde. Korkarım böyle de gidecek. Çünkü çözemediğimiz sorunlar, yavaş yavaş bizi çözüyor.
Kahvehanelerimiz, aile sohbetlerimiz, arkadaş buluşmalarımız Türkiye hakkında vecizelerle doludur. Duyunca hepsine de hak verirsiniz. İşte bunlardan birkaçı: “Türkiye’de işler hiçbir zaman umut ettiğin kadar iyi ve yine hiçbir zaman korktuğun kadar kötü gitmez.” Buna bağlı gibi görünen bir başka görüş de şu: “Türkiye’de hiçbir şeye fazla sevinip, fazla üzülmeyeceksin.” Umutlar ve korkularla yaşanan yüzyıllardan sonra bazı insanlar şu yargıya varmış: “Türkiye bir sala benzer; hiçbir zaman batmaz ama altı da hep ıslak kalır.” Rahmetli Metin Toker bu konuda dermiş ki: “Burası Türkiye. Burada Türkler yaşar. Onlar da böyle yaşar.” Bu öyle bir söz ki geçerliliği hiç bitmez, tedavülden kalkmaz ve her konuya uygulanabilir.
İsveç’te tanıdığımız bir Macar profesör vardı. Büyük bir kimyacı olan bu adam 1956’da Sovyetler’e başkaldıranlar arasındaymış. Kaçıp Türkiye’ye gelmiş. Klasik hikâye: Türkiye bu bilim adamının değerini bilmediği için adamcağız evde maytap yapıp, bayramlarda sokakta satarak geçinmiş. Sonra onu İsveç’ten istemişler ve üniversitede bölüm başkanı olmuş. Onun Türkiye gözlemi çok ilginçtir. Bize derdi ki: “Türkiye vefasız bir sevgiliye benzer. Sürekli olarak sana ihanet eder ama sen hep onu sevmeye devam edersin.”
İttihat Terakki, Meşrutiyet, Meclis-i Mebusan, Mütareke, Kurtuluş, Cumhuriyet, çok partili rejim, ihtilaller, AB, ekonomik kriz falan derken herkes bu kargaşa içinde devrini tamamlayıp gidiyor. Geriye böyle zekice yapılmış şakalar kalıyor. Geminin rotasını değiştiremeyeceğini bilen yolcuların hafif hüzünlü ve kırgın şakaları.
Bizde hiçbir zaman yeteri kadar değer verilmediğini düşündüğüm “deneme” türü, edebiyatla felsefe arasında ilginç bir noktada durur. Yazarın toplumla ve bireyle ilgili gözlemlerini, tahminlerini, tezlerini, geçmişe ve geleceğe bakışını, eleştirilerini çarpıcı bir yazı türüyle ortaya koyması “deneme” türüne girer. Denemenin en önemli özelliklerinden birisi, son derece kişisel olması. Kişisel olmayan; düşünen, gözleyen, hisseden bir insanın […]
Devamını OkuŞimdi moda Atatürk’ü tartışmak! Türkiye’deki birçok aksaklığın temelinde Mustafa Kemal Atatürk’ü görmek ve resmi ideolojinin allayıp pullamalarına karşı çıkmak prim yapıyor. Tartışmaya bir diyeceğimiz yok. Her şey gibi Atatürk de tartışılmalı. Ne var ki bu tartışmalarda sap samana karıştırılıyor gibi geliyor bana. Mustafa Kemal adlı imparatorluk subayını ve Atatürk adını alan Cumhuriyet kurucusunu sevip sevmemek […]
Devamını Oku-Sevgili Zafer, öykücülüğümüzde rengi olan birisin. Yazdıkların yaşantını ele verse de yine de sende öykücülüğümüz adına başka bir kumaş olduğunu düşünürüm. Bu yolculuğu bizimle paylaşabilir misin lütfen, nasıl yazıyorsun? İçine doğduğum coğrafyanın kültürel ikliminden besleniyorum; yazacaklarımı, içinde yer aldığım sınıfsal, geleneksel yapının içinden çıkarıyorum. Bir öykü kurarken yaşadığım, bildiğim mekânların, tanık olduğum olayların ışığından yararlanıyorum. […]
Devamını OkuRutin olan her şeyden kaçar gibi yaşadıktan onca yıl sonra, bir akşam geliverdi osoru: “Çocuk yapalım mı?”Şimdiye değin hiç düşünmeden bir başlarınayaşamışlar, geleceklerini de buna görebiçimlendirmişlerdi. Sinem biraz daha kariyerodaklı yaşasa da, İlhan açık açık sorumluluktankaçmıştı. Şimdi durduk yere, hay Allah!Heyecandan mı kalbi çarpıyordu yoksahemen yanıt vermeliyim telaşı mı anlamlandıramasa da, içindeki ses çoktan “Evet!” […]
Devamını Oku