Gülşen İŞERİ
Tüm Yazıları
Aradığın Aslında Kendinsin
Ana Sayfa Tüm Yazılar Aradığın Aslında Kendinsin

Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim Üyesi Psikoterapist Prof. Dr. Bilge Uzun, anlam arayışının derinliklerine dalmanın ve anda kalmanın önemini vurgulayan mindfulness öğretisini kapsamlı bir hikâyeyle sunuyor. “Buda’yı Ararken Rumi’yi Buldum” adını taşıyan yeni romanı, okuru mistik bir yolculuğa çıkarıyor.

Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim Üyesi Psikoterapist Prof. Dr. Bilge Uzun, anlam arayışının derinliklerine dalmanın ve anda kalmanın önemini vurgulayan mindfulness öğretisini kapsamlı bir hikâyeyle sunuyor. “Buda’yı Ararken Rumi’yi Buldum” adını taşıyan yeni romanı, okuru mistik bir yolculuğa çıkarıyor.

Bilge Uzun, uzun süre akademik çalışmalarda bulundu. Bu çalışmaların yanı sıra dünyayı da gezmeyi ihmal etmedi. Her ayak bastığı topraklarda insan hikâyesi buldu. Yazdı, deneyimledi ve insanla buluşturdu. İnsan olmanın zor yanlarını da anlattı, değişimi de keşfi de… İnsana dokundukça yaşama arzusunu aktardı. İyileştirdi, iyileşti. Psikoterapist olarak insanı anlamaya çalışırken Buda’ya yolu düştü, Buda’dan bu topraklara doğru Rumi’ye ulaştı… Anadolu’nun kadim öğretisinden Uzak Asya’ya yeni bir hikâye yazdı… İnkılâp Kitabevi imzasıyla raflardaki yerini alan; “Buda’yı Ararken Rumi’yi Buldum”, içini acıtan o boşluk hissine çare arayan okura ilham verirken, mindfulness öğretisinin derinliklerine doğru keyifli bir yolculuğa çıkarıyor. “Önce can olan, sonra gam, sonra da kocaman bir hiç.” diyen Bilge Uzun’la bu kadim öğretiden Anadolu’ya, toplumsal belleğimize uzanan bir söyleşi yaptık.

Çokça niyet eder ama bir türlü başlayamaz ya insan, ne bir adım atabilir ne geri durabilir. Çok zaman sonra da der ki “Ne gözümü alabildim ne de göze alabildim.”* Yani işte o ilk adımı atmak aslında o yola çıkmaktır. Gerisi kendiliğinden gelir. Yola çıkmak, kendi dünyana adım atmaktır bana göre. Korkar insan önce, sonra alışır. Kızgın kumlardan serin sulara atlar gibi…

Evet, geçen gün bir aplikasyon sayesinde 38 ülke ve 120 destinasyonda bulunduğumu öğrendim. Bunlar iş seyahati ile başlayıp kültür seyahatiyle devam eden yolculuklar. Görmek için değil, yaşamak için seçiyorum. Bazen bir ülkede “görülmesi gereken yer”i ziyaret etmek yerine, yaşantının gezindiği bir sokakta saatlerce vakit geçiriyorum. Derdim kendimle sanırım☺ “En ünlü restoranda bulacağın salçalı ekmek kokusu.”* Her bir deneyim bana temas ediyor. Gördüklerimle kendimi buluyorum. Bu bir yolculuk. Yolculuklar hiç bitmez. O son nefesi verene kadar…

Bir üniversite profesörüyüm ya ben… İşim aslında akademi ve bilim. Bundan biraz sıyrılıp topluma hitap etmek istedim. İlk kitabın çıkış noktası buydu. Dünyada popüler olan mindfulness yaklaşımını biraz daha topluma aktarabilmekti meselem. Okudukça Budizm’i buldum, buldukça Budizm’in kurucusu Buda’nın doğduğu topraklara, yani Nepal’e merak saldım. Buda’yı Ararken Rumi’yi Buldum romanı tam da bunu konu alıyor. Bilgi ile bezenmiş bir yolculuk romanı diyebiliriz buna. Okur, Süveyda’nın maceralarını okurken bir sürü bilgi de ediniyor. Sonra dönüp dolaşıp kendimi buldum. Simyacı hikâyesi gibi. Sidarta’da da olan bu, “aradığın aslında kendinsin.”*

Her şey eğitimde bitiyor bana göre. Önce bunun farkındalığını oluşturmalı ardından toplumsal sorunların. Uyanmadan adım atamazsın. Benim çabam hem uyandırmak hem adım atmaya teşvik etmek. Tam da bu nedenle farkANdalık diye çıktığım yolda insani ve toplumsal meselelerin farkındalığını oluşturuyorum. Son zamanlarda araştırmalarım iklim krizine ve ekoloji kaygısına da yöneldi örneğin. Bilim alanlarının eğitimcileri olarak bize çok iş düşüyor bence. Ben sorumluluğumu aldım ilerliyorum.

Yeşil dönüşümün sağlanması için farkındalık ilk adım bana göre. Üretim sektörünün yanı sıra tüketim sektörünün de karbon ayak izinin ne olduğu, su ayak izinin önemine ilişkin farkındalığının olması öncelikli mesele. Ne olduğunu bilmediğiniz bir şeyi ne yaparsanız ya da yapmazsanız önleyebileceğinizi bilemezsiniz öyle ya. Doğayı bu şekilde kullanmaya devam edersek, mesela bize karşılığını daha ciddi tehditlerle sunacağına ilişkin bilgilendirme yapmamız, tabii bunu yaparken de ekolojik anksiyeteye sebep olmamamız gerekiyor. Tüm bunlara dair farkındalık oluşturmak için kolları sıvamış durumdayım. Bu konuda tezler yönetmeye, makaleler yazmaya devam ediyorum.

İklim değişikliğinin ve doğanın uyarılarının insan psikolojisi üzerinde etkileri günümüzde yeni kavramlarla açıklanıyor. Bunlardan bir az önce bahsettiğim eko-anksiyete. Ekoloji ve anksiyete kavramlarının birleşimiyle türetilmiş olan bu duygu durumu “Sürekli devam eden çevresel kıyamet korkusu” olarak tariflenebilir. Haliyle bu, insanlarda çaresizlik, mutsuzluk, keder, öfke gibi duyguları da beraberinde getiriyor. Bu duygu durumu uzun süreli olduğundaysa panik atak ya da depresyon gibi psikolojik rahatsızlıklara zemin hazırlıyor.

İnsanı anlamak imkânsız elbet, her bireyin doğumla birlikte getirdiği karakter özelliklerinin yanı sıra büyürken öğrendikleri var. Bu herkesi biricik kılıyor. Dolayısıyla benzerlikler ve ortaklıklar olsa da aynılık olması imkânsız. İçinde bulunduğumuz dönemde herkes bir koşturmaca halinde. Her şey sıradan ve yüzeysel. Anlam için derinleşmek gerek, derinleşmek için ise niyet etmek ve adım atmak. Hal böyle olunca herkes kolayına kaçıp yüzeyde kalmayı seçiyor. Empatik yaklaşıp, birbirini anlamaya çalışmak yerine “uymuyorsa değiştir” yaklaşımı benimseniyor.

Kesinlikle öyle. Maalesef… Çocuk ruhu mindful yani farkANdadır. An’ı anda yaşar ve yaşadığı yerde bırakır. Biriktirip kin tutmaz. Geleceğin telaşıyla hırs yapmaz. 7-8 yaşlarından sonra beynin ve zihnin değişimiyle yaşamı algılama biçimi de değişmeye başlar. Tam da bu nedenlerden ötürü “eğitim şart” diyorum ben de. Çocuk büyümeden kirletmemeyi alışkanlık haline getirirse dünya tertemiz kalır.

Tüm inanışlar aynı şeyi söylüyor bana göre. “Bir ben vardı bende benden içeri” dediği gibi Yunus’un… Bağlanmak şifadır. Hayatta en zorlandığınız anı düşünün, yalnız olduğunuzu kabullenmek mi rahatlatır yoksa görmeseniz de yüreğinizin yangınına eşlik eden bir güç/varlık olduğuna inanmak mı? Tasavvuf bu inancı “kim olursan ol yine de gel” kabullenişiyle yaygınlaştırır. Yüzyıllar sonra ortaya atılan mindfulness yaklaşımı ise bunu dinden bağımsızlaştırarak sekülerlik katar. Böylece bilimin ışığında bir yaklaşım kim olursak olalım hepimizi koşulsuzca kabul etmeyi öğretir. Konu kendimize döndüğünde ise evet, insanın kendiyle baş etmesinde bir çözüm olarak karşımıza çıkar.

Yazarın Diğer Yazıları
Aradığın Aslında Kendinsin

Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim Üyesi Psikoterapist Prof. Dr. Bilge Uzun, anlam arayışının derinliklerine dalmanın ve anda kalmanın önemini vurgulayan mindfulness öğretisini kapsamlı bir hikâyeyle sunuyor. “Buda’yı Ararken Rumi’yi Buldum” adını taşıyan yeni romanı, okuru mistik bir yolculuğa çıkarıyor.

Devamını Oku
Bu Sayıdan Yazılar
Öykücülüğümüzde Kendi Rengi Olan Yazar: Zafer Doruk

-Sevgili Zafer, öykücülüğümüzde rengi olan birisin. Yazdıkların yaşantını ele verse de yine de sende öykücülüğümüz adına başka bir kumaş olduğunu düşünürüm. Bu yolculuğu bizimle paylaşabilir misin lütfen, nasıl yazıyorsun? İçine doğduğum coğrafyanın kültürel ikliminden besleniyorum; yazacaklarımı, içinde yer aldığım sınıfsal, geleneksel yapının içinden çıkarıyorum. Bir öykü kurarken yaşadığım, bildiğim mekânların, tanık olduğum olayların ışığından yararlanıyorum. […]

Devamını Oku
Sinem, Selma, İlhan, Taner, Ece, Cem ve diğerleri!

Rutin olan her şeyden kaçar gibi yaşadıktan onca yıl sonra, bir akşam geliverdi osoru: “Çocuk yapalım mı?”Şimdiye değin hiç düşünmeden bir başlarınayaşamışlar, geleceklerini de buna görebiçimlendirmişlerdi. Sinem biraz daha kariyerodaklı yaşasa da, İlhan açık açık sorumluluktankaçmıştı. Şimdi durduk yere, hay Allah!Heyecandan mı kalbi çarpıyordu yoksahemen yanıt vermeliyim telaşı mı anlamlandıramasa da, içindeki ses çoktan “Evet!” […]

Devamını Oku