Büyük Önder Atatürk’ün Cumhuriyet’imizi kurarken temel aldığı ilkelerin başında “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” gelir. Bu sözü ancak onun gibi bir savaş sanatı ustası dile getirebilir ve içini doldurabilirdi. Savaşın ne kadar korkunç bir şey olduğunu, hayatı cepheden cepheye koşmakla geçen onun gibi gerçek savaşçılar çok iyi bilir. Teoriler ve tarih kitapları, gerçek savaş karşısında korkunçluğu […]
Büyük Önder Atatürk’ün Cumhuriyet’imizi kurarken temel aldığı ilkelerin başında “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” gelir. Bu sözü ancak onun gibi bir savaş sanatı ustası dile getirebilir ve içini doldurabilirdi. Savaşın ne kadar korkunç bir şey olduğunu, hayatı cepheden cepheye koşmakla geçen onun gibi gerçek savaşçılar çok iyi bilir. Teoriler ve tarih kitapları, gerçek savaş karşısında korkunçluğu ve acıları ifade etmekte ve yansıtmakta çok yetersiz kalırlar. Gençliği hep ateş altında geçen Atatürk, savaşı, milletin hayatı tehlikede olmadığı sürece bir cinayet olarak tanımlamıştır
Barışı seven ve onu sonuna kadar muhafaza etmek isteyen Atatürk, ne pahasına olursa olsun bir barıştan da yana değildir; “Behemehal şu veya bu sebeple milleti harbe sürüklemek taraftarı değilim. Harp zarurî ve hayatî olmalıdır. Gerçek kanaatim şudur, milleti harbe götürünce vicdanımda acı duymamalıyım, ‘öldüreceğiz’ diyenlere karşı ‘ölmeyeceğiz’ diye savaşa girmeliyiz.” Sakarya Meydan Muharebesi’nin kazanılmasından sonra TBMM’de şunları söyler; ”Haklarımızı sağlayıncaya kadar silahımızı elden bırakamayız. Ancak bundan bizim aşırı savaş yanlısı olduğumuz sanılmasın. Böyle bir anlayış kadar büyük haksızlık olamaz. Biz tam tersine herkesle barış yapmak istiyoruz. Barış yolu ile haklarımızı almak için her yola başvurduk. Biz döğüşçü değiliz, barışçıyız. Bir an önce barışın kurulmasını görmek ve ona yardım etmek isteriz. Yüce Heyetinizin başkanı olarak bildirmeliyim ki, biz savaş değil, barış istiyoruz. Bir an önce barışın kurulmasını görmek ve ona yardım etmek isteriz. Barış yapmaya hazırız. Eğer Yunan ordusunun bizi haklı olan davamızdan vazgeçireceği düşünülüyorsa imkansızdır.”
30 Ağustos 1922’de Büyük Zafer’in kazanılmasından sonra da şunu söyler; “Artık muharebenin sürdürülmesine neden kalmamıştır. Ben gerçek biçimde barış isterim. Son taarruzu yapmaya isteğim yoktu. Fakat Yunanlıları Anadolu’dan kovmak için başka çıkar yol bulamadım.” Atatürk için ulusal bağımsızlık, yaşamsal derecede önemlidir. “Millet ve memleketin menfaatleri icap ettirirse, insanlığı teşkil eden milletlerden her biriyle medeniyet icabı olan dostluk ve siyaset münasebetlerini büyük bir hassasiyetle takdir ederim. Ancak, benim milletimi esir etmek isteyen herhangi bir milletin, bu arzusundan vazgeçinceye kadar, amansız düşmanıyım.” der.
Lozan Antlaşması’nın çıkmaza girdiği, Batılıların Osmanlı’dan kalan kapitülasyonlar gibi ayrıcalıklarını kaybetmemek için anlaşmayı kilitlediği günlerde, barışın ancak tam bağımsızlıkla sağlanabileceğini söyler. Yine “Ya istiklal, ya ölüm” der. “Barış istiyoruz, fakat dediğim gibi tam bağımsızlık istiyoruz. Barışın manası budur. Bunu istemeye hakkımız vardır ve kudretimiz vardır. On sene sonra, yirmi sene sonra, elli sene sonra ölmektense ve yine şimdiye kadar olduğu gibi sefil ve aşağılık bir derekeye indirildikten sonra ölmektense, hiç korkmayınız, kalp ve vicdanımız açık olarak bugün ölelim ve tarih bizi böyle yazsın.” Atatürk uyuşmazlıkların barışçı yollarla çözümünden yanadır ve şöyle der; “Uluslararası herhangi bir problemimizi barış vasıtaları ile halletmeyi aramak bizim menfaat ve düşüncemize uyan bir yoldur. Bu yol dışında bir teklif karşısında kalmamak içindir ki güvenlik prensibine ve onun araçlarına önem veriyoruz.”
Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin barışçıl politikasını şu şekilde ifade eder; “Türkiye’nin güvenliğini amaç tutan, hiçbir ulusun aleyhine olmayan bir barış istikameti bizim düsturumuz olacaktır.” Bu dış politika, Türkiye’nin itibarını dış dünyada artırmış ve 1932’de Milletler Cemiyeti’ne girmesine vesile olmuştur. “Barış ulusları refah ve saadete eriştiren en iyi yoldur. Memleketimizi hergün daha çok kuvvetlendirmek, her türlü ihtimallere karşı koyacak bir halde bulundurmak ve dünya olaylarının bütün safhalarını büyük bir uyanıklık içinde izlemek, barışsever siyasetimizin dayanacağı esasların başlangıcıdır.” demiştir. Atatürk, “Dünyada milletler bir apartmanın sakinleri gibi kabul edilir. Eğer bir apartman, sakinlerinden bazıları tarafından ateşe verilirse, diğerlerinin yangının etkisinden kurtulmasına imkân yoktur.” demiştir.
Atatürk, “En uzakta sandığımız bir olayın bize bir gün dokunmayacağını bilemeyiz. Bunun için insanoğlunun hepsini bir gövde ve bir ulusu bunun organı saymak gerekir. Bir gövdenin parmağının ucundaki acıdan öteki bütün organlar etkilenir. Dünyanın filân yerinde bir rahatsızlık varsa, bana ne dememeliyiz. Böyle bir rahatsızlık varsa tıpkı kendi aramızda olmuş gibi onunla ilgilenmeliyiz. Olay ne kadar uzak olursa olsun bu ilkeden şaşmamak gerekir, işte bu düşünüş, insanları, ulusları ve hükümetleri bencillikten kurtarır.”
Atatürk, büyük zaferlerini kazandıktan sonra şu konuya dikkat çekmiştir; “Bugün ulaştığımız barışın, ebedi barış olacağına inanmak, elbette safdillik olur. Bu, o kadar mühim bir hakikattir ki, ondan bir an gaflet, milletin bütün hayatını tehlikeye sokar. Şüphesiz ki haklarımıza, şeref ve haysiyetimize hürmet edildikçe mütekabil hürmette katiyen kusur etmeyeceğiz. Fakat ne çare ki, zayıf olanların haklarına hürmetin noksan olduğunu veya hiç hürmet edilmediğini çok acı tecrübelerle öğrendik. Onun için, bütün ihtimallerin talep edeceği hazırlıkları yapmakta asla gecikemeyiz.” Barış ve silahsızlanma ideali insanlığın en büyük hayalidir ama tarih göstermiştir ki insanlık henüz bu olgunlukta değildir. Atatürk’ün saptaması şudur; “Silahsızlanma ve daimi barış, ancak ve ancak büyük devletlerin devlet adamlarının büyük ve küçük bütün milletlerin bağımsızlık ve gelişme haklarına eşit surette sahip olduklarını kabul etmeyi öğrendikleri zaman mümkün olacaktır.”
Bu ideale ulaşmak kolay değildir ancak uluslararası bağımsız örgütlerin etkisi çok önemlidir. Küresel barış için bu tür örgütlerin çoğalması, dayanışması ve dünya çapında barış için çaba göstermesi bugün için en büyük zorunluluktur. Bugünün dünyası, dünün dünyasının barışı koruma yöntemleri ile başarılı olamaz. Acilen yeni barışı koruma yöntemleri geliştirmek zorundayız ve bu herkesin görevi olmalıdır. Siz savaşla ilgilenmiyor olabilirsiniz ama savaş sizinle ilgilenmektedir.
Bunca çok, başarılı ve çağdaş sürdürülebilir örneğe rağmen, laikliği hâlâ benimseyememiş, dini kurallarla yönetilen ve toplumsal hayatını dine göre düzenleyen ülkelerin en önemli sorunu kadına ve kadının toplumsal hayatın içindeki yerine bakışıdır. Kadın ve erkeği günlük hayatın içinde birbirinden uzak tutmasıdır. Daha doğdukları andan itibaren kız ve erkek çocuklarının yetiştirilmesinde, ayrı sınırlar ve ayrı özgürlükler […]
Devamını Oku“Cumhurbaşkanı olmasaydım, Millî Eğitim Bakanı olmak isterdim.” sözü, Atatürk’ün eğitime verdiği önemi göstermesi bakımından çok anlamlıdır. Kendi eğitimine ve kişisel gelişimine küçük yaşlardan itibaren büyük önem veren ve, “Ben çocukken fakirdim. İki kuruş elime geçince bunun bir kuruşunu kitaba verirdim. Eğer böyle olmasaydım, bu yaptıklarımın hiçbirini yapamazdım.” diyen Atatürk’ün, kendi gibi milletinin eğitimine de özel […]
Devamını OkuZaman zaman sorarlar, Yaşar Kemal’le olan dostluğumuzu. Hayranı olduğum bir insanın/ ulaşılmaz bildiğim bir büyük yazarın bir gün dostu oldum. Nereden nereye derim içimden. Bu yazıya başlarken Çukurova Yaşar Kemal kitabımda da anlattım. Ayşe Semiha Baban’ın içtenliği, ilgisi sayesinde onunla konuştum, birlikte oldum. Ayşe Hanım beni evine aldı, Yaşar Kemal’le söyleşmemizi sağladı. Onun içtenliğini unutamam. […]
Devamını OkuBeykoz tarihi günlerinden birini yaşıyordu. 10 Ekim 1965 Milletvekili Genel Seçimlerinin propaganda dönemiydi. Sanat tarihçileri tarafından “Su Sarayı” olarak tanımlanan Beykoz’un simgelerinden biri olan Onçeşmeler’in yanı başındaki köşe kahvede Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) toplantısı vardı. Kahvenin içi dolmuş, sonradan gelenler dışarı taşmıştı. Gözlüklü, tok sesli, uzun boylu adam “Oyunuzu adama verin, beygire değil.” diyordu. Adam […]
Devamını Oku