Ayşen ŞAHİN
Tüm Yazıları
Bir Falcı Nelere Kadir?
Ana Sayfa Tüm Yazılar Bir Falcı Nelere Kadir?

Mahalleye falcı taşınmış, falcı açılmış. Herkes ondan bahsediyor. Çay bahçesinde, çocuk parkında, bakkalda, markette kasa sırasında herkesin dilinde falcı. Beklersin ki sevdiğinin baş harfini bilsin, alacağın zammı tahmin etsin, çocuk okulu kazanacak mı, onu söylesin ama öyle değil. Falcı geldi geleli sanırsın bizim mahalle İyonya. Sokrates, Platon bir iyi hal peşinde, o derece. “İçimdeki kederi […]

Mahalleye falcı taşınmış, falcı açılmış. Herkes ondan bahsediyor. Çay bahçesinde, çocuk parkında, bakkalda, markette kasa sırasında herkesin dilinde falcı.

Beklersin ki sevdiğinin baş harfini bilsin, alacağın zammı tahmin etsin, çocuk okulu kazanacak mı, onu söylesin ama öyle değil. Falcı geldi geleli sanırsın bizim mahalle İyonya. Sokrates, Platon bir iyi hal peşinde, o derece. “İçimdeki kederi okudu, kederin zeminini söktük, keder aktı gitti, hafifledim.” diyor biri. “Yapayalnızlığımın bir arayış hatasından kaynaklandığını çözdük birlikte.” diyor diğeri. “Hayatı sürekli satır arasından okuyormuşum, bu da önümde duran gerçeği görmeme engeldi, bozuk gözlerime gözlük takmış gibiyim şimdi.” diyor öteki.

Marketin kasap reyonunda çeşidini üçe beşe indirdiği mahallemizde terapistlerin ekmek yemesi pek mümkün değildi, gelir durumumuz ortada. Bu vazifeyi falcı yüklenmiş gibi. Üstelik falcı öyle elzem ihtiyaçmış ki meğer, herkes bir yerden bulup buluşturup gidiyor. Kaça bir fal? Üç vakte kalmadı iki ay içinde şirinler köyüne döndük. Herkesin yüzünde tatminkâr bir ifade. Emlakçı dükkânın önüne attığı tabureden ufka bakıyor, kahvenin sandalyelerini sokağa doğru çevirmişler, birçoğu kitap okuyor.

Market kasasında bir hoş sohbet dönüyor ki değmeyin gitsin, karşılıklı iltifatlar havada uçuşuyor. Minik flörtler gırla gidiyor sokakta, kafelerde. Falcı medeniyet getirdi semte. Çöpler bile ayrışıyor, sokağa saçılmıyor. Belediyenin çöp arabası aynı ama toplayan işçilere artık herkes isimleriyle sesleniyor. Otopark yeri yüzünden kavga çıkmıyor. Bu kıtlıkta şakır şukur sokak sulama da bitti, üst balkondan kilim silkelemeler de.

Balkon masasında yemek yemeğe başladı insanlar, karşı balkonla selamlaşarak. Daha az insan perdeleri sonuna kadar çekiyor akşamları. Daha bir şeffafız, daha insan insan. Ben falcıya, fala inanmam, falsız kalabiliyorum. Fallardan hazzetmiyorum, belirsizliğe senelerce uğraşıp kendimi zor alıştırdım zaten, biri gelecekten bir şey söyler de beklentiye girerim diye aklım çıkıyor. Gitmezdim de hiç ama bir derbeder, bir felaket tellalı, bir depresif, bir karamsar kalınca ben, Ayla tuttu kolumdan götürdü. Kız bu nasıl falcı? Kapıdan girince ortada geniş bir sofa var salon niyetine, yüksek tavanlı evin ince uzun kapılarının hepsi çifter kanat bu sofaya açılıyor. Sayabildiğim kadarıyla 4 kapı var. Bir banyo bir mutfak olsa iki deoda var demek ki.

Sofa geniş, kapılardan kalan tüm boş duvarlarda tavana kadar özel yapım olduğu belli olan ahşap kitaplıklar yükseliyor. Dört metre kadar var. Tavan ve yerde bir ray döşeli. Bu ray üzerinde ferforje ve ahşap karışımı bir merdiven geziyor. Mantıklı. Kimse uzanamazdı yoksa bu kitaplıkların yarıdan yukarısına. Hani sosyal medyada “Burada kitap okumak için ne verirdin?” görselleri olur ya, işte onlar gibi bir ortam. Kitaplıkların biraz önünde rahat, lacivert kadife kanepe ve bordo kadife berjerler var. Tavandan aşağıya büyük bir antika avize sarkıyor, tam 9 kollu. Yerde bir Acem halısı. Fal işinde iyi para var,biliyordum.

Falcının yardımcısı denilince ağzında cikleti, ayağında terlikleriyle bir genç kadın bekliyordum. Kapıyı çok hoş bir kadın açtı. Su, klima, mutfak aleti reklamlarında olur ya böyle tiril tiril beyaz ketenler içinde, uçuşan perdeleri eliyle toparlayıp bize gülümseyen, cildi bebek gibi kalmış orta yaş üzeri oyuncular… İşte onların aynından. Kir ona değmez gibi, temizliğin vücut bulmuş hali gibi, keteni buruşmaz, saçı tülermez, patlıcan ellerini morartmaz gibi. “Kim için bakılacaksa o kalsın, biraz bekleteceğiz sizi, kusura bakmayın.” dedi, kapılardan birinin ardında kayboldu. Ben ayağıma galoş giyerken Ayla beni öptü ‘eh n’apalım’ hareketi yaptı elleri kollarıyla ve gitti.

Girdim kitaplıklar arasına, oturdum berjere. Telefon da çekmiyor. Kalksam gitsem şimdi, çok mu ayıp? Ne kadar beklenecek? Biraz kitaplıkları gezdim. Yazar adına göre dizililer; bir duvar yerli roman, bir diğeri yabancı yazarlar. Bir duvarda yerli-yabancı karışık tüm şairler ve tiyatro oyunları var. Biri tavana kadar felsefe, psikoloji, sosyoloji, teori, bilim, araştırma ve denemelere ayrılmış. Bunları bilen insan fala neden kapılsın ki? Falcıya ilk “Hepsini okudunuz mu?” klişesiyle merhaba desem mi? Bu fikir komiğime gitti, güldüm. Bir saniye şu tepedeki Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi mi? Aaa vallahi o? Arasan bulamazsın kitapçılarda. Bendekini satmıştım pandemide, bir kiramı ödedi. Ulysses’e bak yan yana tüm baskıları var. Rafı doldurmuş doygun doygun ciltlerce. Çizgi romanlar var, Filistinle ilgili olan çok etkileyici. Şu da Fransız Devrimi çizgi romanı galiba, kimmiş ki çizeri? Aaa şiirleri çizmişler ama fotoğraf üzerine çizgiyle görselleştirmişler, ben bunu hiç duymamışım. Derken ismimi duymamla birlikte fark ediyorum ki tavandan aşağı üçüncü basamaktayım… Ne ara tırmandım? Ne kadar vakit geçti?

Beni bir odaya alıyorlar, içeride inceden, çok derinden bir müzik var. Keşke konuşmasak da dinlesem. Keman, piyano öyle güzel ki. Bekliyorum falcıyı. Falcı yok. Kapıyı açan falcının ta kendisiymiş meğer, yani falcı var ama yardımcısı yokmuş. “Nedir yolunuzu bana düşüren?” diyor. “Vallahi ben bilmiyorum, arkadaş getirdi, siz falcı değil misiniz, siz bileceksiniz?” diye ukalalanıyorum. “O halde bir tahmin yürüteyim, herkes bir şekilde başarırken siz neden hayatla barışık değilsiniz, bu öfke, gerilim, sinir ne zaman geçecek onu merak ettiniz değil mi?” diyor. Ooooo iddialı bir falcı ve isabetli bir teşhis ama şaşırtıcı değil zira herkes öyle, benim gibi yani. Bu cümleyi kafadan atsa, tutmama ihtimali yok. “İnsanlar falcıya iki sebeple gelir, kısa yoldan bir çare duymak ya da falcıyı haksız çıkarıp kendi yıkıklığıyla barışmak. Hangisini tercih edeceksiniz? Ben ilkini öneririm, ikincisinde paranız biraz boşa gidiyor.” Mantıklı ve çok haklı. Başlıyorum anlatmaya, masadaki içi simli kocaman kum saatinde bir damla kum kalmayana kadar, hiçbir arkadaşıma anlatmadığım, kendime bile söylemediğim, terapistlere avuç ovduracak ne varsa anlatıyorum.

Çünkü çok iyi dinliyor ve otuz cümlemde bir tam yerinde sorular soruyor. “Oysa kendinizden bunu beklemezdiniz değil mi? Ya da şöyle sorayım aslında kendinizden bambaşka bir şey beklerdiniz ve asıl kızgınlığınız bu yüzden kendinize olabilir mi?” Tam 1 saat 20 dakika sonra, tam da kendime hayattaki büyük hatamı itiraf etmiş ve yeniden yaşamak istediğim senemi tespit etmiş aydınlanırken, bu aydınlanmanın getirdiği içeride dolu, dışarıda boş görünen bakışlarım masada bir çerçeveye takılıyor. Polisiye filmlerde aydınlanma sahnelerinde olayın pat pat kare kare ekrana gelmesi gibi: Falcının yanındaki kadın ortaokul arkadaşım, ABD’de psikoloji doktorası yaptı, Türkiye’nin en iyi üniversitelerinin birinde bölüm başkanıydı, yanlarındaki diğer kadının eğitimine katıldım pandemide, online bağlandık, profesör o. Bu kadın falcı değil, bu akademisyen, bir deneyin içindeyim galiba, izin almadı ama, etik değil, böyle akademi olmaz. Skandal. Birden kadına bağırıyorum: “Bana sormadan benden tez yazamazsınız!” Şaşırıyor o da. “Sakin olun.” diyor, olamıyorum. “Siz hocasınız, doktor ya da profesör, psikoloji ya da öyle bir şey. Bu kadınları tanıyorum ben!” Elimle çerçeveyi gösteriyorum. “Evet, ama emekli akademisyenim.” diyor sakince.

E bu ne o zaman? diyerek elimle ortamı gösteriyorum, ne deniyorsun üzerimizde kadın?! Anlatıyor: Memleketin haline uzaktan dayanmak zor gelmiş, hiçbir üniversite de bu ABD’de dersler, seminerler veren davranış bilimleri profesörüne bir şans tanımamış. Hiçbir şey yapmamış, hiçbir şey yapamıyor olmaktan hissettiği yenilgi duygusuyla yaşamak yerine korkunun üzerine gitmeye karar vermiş. Öğrendiği, öğrettiği her şeyi bir plan dahilinde uygulamaya koymuş. “Bu toplum yaşatılanlardan sonra bir akademisyeni değil ancak akıllarının içini okuduğunu düşündükleri bir falcıyı dinlerdi. Bilim artık insanlara işlemiyor. Saygınlığı yok. Ücretini ödemedikleri hiçbir şeye de değer vermezlerdi. Çıkarsız iş olmaz, bir maraz vardır diye düşünürler. Burada içlerindeki öfkeyle, mutsuzlukla yüzleşiyorlar. Dönüştüremedikleri koşullara ahlanmak yerine dönüştürebilecekleri koşullara ve davranışlarına odaklanıyorlar. Kitap veriyorum, sadece üç beş günde okuyup geri getiriyorlar. Değişimi görüyorum, ben de sizin gibi burada yaşıyorum. Memleketin on dört sokağını dönüştürebilmek bile yeni bir makale yazmaktan daha iyi geliyor artık bana. O yüzden bu küçük oyunu bozmazsanız çok memnun olurum. Rica ediyorum.”

Çerçeveyi masadan alıp çekmecesine kaldırdı. İçeri gidip sofadan bir kitapla döndü. İçine bir şey yazdı ama neresine, okurken görebilecektim ancak. O gün sadece “Peki” deyip çıktım. Ayşe Kulin’in Hazan’ıydı ilk kitap. İçinde benim için bir şifre vardı. Bir cümlenin altını çizmişti: “Zamansız insan da umutsuz insan gibi, ne işe yarardı ki?” Haklıydı. Beni dinlemiş ve anlamıştı. Ben de onu. Bozmadım oyunu, terapiste verecek param yoktu, falcılara değil bilime inanıyordum. İki kilo şeftali parasına bu seansı başka nerede bulacaktım? İki aydır her hafta gidiyorum. Bu akşam mahallenin çocuk parkındaki kameriyede “Hayalperestlik mi, ümitvarlık mı?” başlığıyla hep birlikte tartışacağız. Oturumların moderatörü genelde ben oluyorum.

Bizim tekel bayii gerçek bir filozof çıktı, aşağıdaki okulun temizlik görevlisi arkadaş bu sıralar yerel yönetimlerde imece konusuna sardı. Ev sahibim, sinizm üzerine konuştuğumuz geceden sonra kira talebini makule çekti. İyiyiz semtimizde şimdilerde, herkes fala ve falcıya inanıyor, hayat daha bir güzel, kiralar tabii ki bizde de uçuyor.

Yazarın Diğer Yazıları
Adınla Yaşa

Eda, elindeki pusette on günlük bebeğiyle ailesinin evinin kapısını çaldı. Taksicinin valizleri bagajdan indirdiğini gören annesi derin bir nefes alıp içinde köpüren tüm soruları yuttu, bütün gücüyle yüz kaslarını kontrol etmeye çalışarak gülümsedi. Sessizce içeri aldı valizleri. “Aman da torunuma, hanimiş bu evin en küçük hanımı, hanimiş anneannesinin göz nuru…” diye sevmeye başladı. Dayanamayıp pusetten […]

Devamını Oku
Sabırla koruk…

Biz çalışkan kadınlardık: ben ve ahretliğim. 7 yaşımızdan beri ‘ahretliğim’ deriz birbirimize, eskiden, biz çocukken bu lakap komikti, dostluğun 40’ıncı senesi itibarıyla artık gerçekçi oldu. Erken yaşlarda başladık çalışmaya, emekçiliğimizin ilk yılarından beri bir ev almaya niyetliyiz Seneler geçtikçe niyet hayal oldu. Çok uzun zamandır çalışıyorduk ama ahretliğimin çocuk okulda düştüğünde müdürü “Çocuk düşe kalka […]

Devamını Oku
Bu Sayıdan Yazılar
Yaşar Kemal’le Geçen Günler / Öğrendiklerim

Zaman zaman sorarlar, Yaşar Kemal’le olan dostluğumuzu. Hayranı olduğum bir insanın/ ulaşılmaz bildiğim bir büyük yazarın bir gün dostu oldum. Nereden nereye derim içimden. Bu yazıya başlarken Çukurova Yaşar Kemal kitabımda da anlattım. Ayşe Semiha Baban’ın içtenliği, ilgisi sayesinde onunla konuştum, birlikte oldum. Ayşe Hanım beni evine aldı, Yaşar Kemal’le söyleşmemizi sağladı. Onun içtenliğini unutamam. […]

Devamını Oku
Anadolu’unun Köklü Çınarı: Yaşar Kemal

Beykoz tarihi günlerinden birini yaşıyordu. 10 Ekim 1965 Milletvekili Genel Seçimlerinin propaganda dönemiydi. Sanat tarihçileri tarafından “Su Sarayı” olarak tanımlanan Beykoz’un simgelerinden biri olan Onçeşmeler’in yanı başındaki köşe kahvede Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) toplantısı vardı. Kahvenin içi dolmuş, sonradan gelenler dışarı taşmıştı. Gözlüklü, tok sesli, uzun boylu adam “Oyunuzu adama verin, beygire değil.” diyordu. Adam […]

Devamını Oku