Bir Köy Türküsü Duysam Şairliğimden Utanırım
1911’de yeşili en yükseğinden en derinine kadar havalı Giresun’un Görele ilçesinde doğar ‘’Rengin ve Sözün Ustası’’ Ali Bedrettin. Nam-ı diğer Bedri Rahmi… Maçkalı, köklü Eyüboğlu ailesindendir. Sevgi, sanat ve kültürle iç içe büyür. Babası ve annesi edebiyat tutkunudur. Babası Mehmet Rahmi; abisi yazar ve çevirmen Sabahattin; ablası cumhuriyetin ilk kadın mimarlarından Mualla; eşi ressam Eren Eyüboğlu’dur.
Babası TBMM II. döneminde milletvekili seçilince 1925’te Trabzon’a yerleşirler. Ortaöğrenimine Trabzon Sultanisi ’nde başlar. En başarılı olduğu ders edebiyattır. Okulda yedi ay görev yapan ünlü ressam Zeki KOCAMEMİ şiir yazmayı da seven bu sanatçı ruhlu yeteneği keşfeder. Öylesine özeldir ki bu Mernuş daha sonraki süreçlerde Yeditepe, Ses, Güney, İnsan, İnkılapçı Gençlik ve Varlık dergilerinde gür güçlü renkli dizeleri yerini alacaktır. Sanatçı yolun başında söz verir kendine resim sanatında yapılanları inceleyeceğine, tekrara düşmeyeceğine; her lekeye, renge, beneğe, ömrünü yüreğini sereceğine; serer de…
‘’Mernuş’un torunu Mernuş’’ yaşamı boyunca üç dil öğrenmeyi, üç dilde düşünüp rüyalar görmeyi öğütleyecektir; zira otobüsü kaçırmış bir milletin çocuğu olmanın ne demek olduğunu çok iyi bilmektedir.
Hocasının yönlendirmesiyle İstanbul GSM’ye girer. Nazmi ZİYA ve İbrahim ÇALLI’ nın öğrencisi olur. Ahmet HAŞİM’ den Estetik ve Mitoloji dersleri alır. 1931’de diploma almayı beklemeden abisinin peşinden Fransa’ya gider. Fransızcasını geliştirir. VAN GOGH,GAUGUİN, CEZANNE gibi ustalar onu mesleğine daha da yakınlaştırır. Aynı yıl Muhit dergisinde okurlarıyla “Bir Yudum Su” başında buluşacaktır.
GSA’de önce Akademi’nin Resim Bölümü Şefi Léopold Lévy’nin asistanı olur; sonra Güzel Sanatlar Akademisi›nde profesörlüğe kadar yükselir ve Resim Bölümü Başkanlığı da yapar. Özellikle El Baskı, Yazmacılık, Gravür, Seramik, Heykel, Vitray, Mozaik, İpek Baskı gibi formlarda eser veren sanatçı, geleneksel süsleme ve halk el sanatlarında seçtiği motifleri yapıtlarında Batı tekniğiyle birleştirir. Sanatının kaynağı masallar, söylenceler, türküler; doğa, insan ve yaşama sevincidir.
1932’de Paris’te bir ay kadar Andre Lhote Atölyesi›nde çalışır. İleride yaşamını birleştireceği ERNESTİNE LETONİ ile tanışır. MATİSSE,BRAGUE ve CHAGAL’ın resimlerini, Türk kilimlerini, minyatürlerini inceler. Yavuzlu, Gülcemalli resimleri ses getirir. 1934’te Yeni Adam dergisinin ressamıdır. Aynı dönemde içinde insan ayağı değmemiş karanlıkları dize dize dergilerde aydınlığa çıkarır. Akademi Diploma Yarışması’ndaki sonucundan memnun kalmaz; yarışmaya yeniden hazırlanır.
1936’da Romanya’da resim öğrenimi gören Ernestine Letoni (Eren) ile evlenir. Bu evliliğin meyvesini subayken kucaklar. Mehmet Hamdi… Bu arada Tekel Genel Müdürlüğü’nde vitrin düzenleyicisi ve Sipahi Ocağı sigarasının kapağındaki “Koşan Mızraklı Atlar” figürünü tasarlar. GSA’nın Diploma Yarışması’nda “Hamam” adlı çalışmasıyla birinci olarak diplomasını alır.
CHP’nin yurt içi gezileri sonunda resimlerinde yoğun olarak önce insansız doğa figürleri; sonra halay çekenler, han avluları, çocuk emziren kadınlar, saz çalan âşıklar yer alır. 1941’de ilk şiir kitabı “Yaradan’a Mektuplar” yayımlanır.
1946’da zeytin ağaçlarının arkasındadır yar. Kara saplı bir bıçak sinesinde Karadut gibi asılı kalmıştır.Sitemse hem gözbebeğinde hem dillerdedir artık. Bir diken ki canının taaa içindedir GSA Heykel Bölümü öğrencilerinden Mari GEREKMEZYAN. Yasaktır, daldır salkım saçak; hem ağulu bal, hem vebaldir. Yoluna can koyduğu çatal karasıdır, çingenesi, Karadut’udur. Akademisyenlik görevini önemseyerek genç sanatçılara öncülük eder ‘’10’lar Grubu”nun kurulmasını sağlar. 1950’de AÜ DTCF’de “Retrospektif” sergisi düzenler ve serginin ardından birkaç aylığına Paris’e eşinin yanına gider. Müzeleri gezer. İnsan Müzesi’nden çok etkilenir. Sanat anlayışını “Güzel yararlı olmalıdır” düşüncesinden hareketle “Yazmacılık” geleneğine yeni bir yorum getirir. Eşiyle İstanbul’da Maya Sanat Galerisi’nde sergi açar; Kariye Camii ‘yi düzenler; Bizans mozaikleriyle ilgilenir. 1951’de “Küçük Sahne”yi süsler ve ilk Yazma Sergisi’ni açar. 1953’te yazmalar ve özgün baskılar Philadelphia Print Club’da sergilenince 14 Eylül’de Time dergisi iki renkli sayfa ayırır.1954’te “Türk Tepsisi” adlı eseriyle Steuben Glass’ın düzenlediği yarışmada ödül kazanır ve motif kristale oyularak sergilenir. Cumhuriyet ‘te yazar. Birbiri ardınca “Tuz”, “Canım Anadolu”, “Üçü Birden ” adlı eserleri yayınlanır. Resim çalışmalarına büyük boyutlu mozaikler de eklenir.
1961’de 2 yıl için eşiyle ABD’ye gider. Çalışmalarında zengin renkler, soyut biçimler, plastik tutkal, kum, talaş ve buruşturulmuş Japon kâğıdı kullanır.
‘’Elma dalından uzağa düşmez.’’ Her nereye giderse gitsin geri döner
Yerlidir. Bir dilim Trabzon peyniri, bir avuç tiftik, bir çimdik çavdar, bir tutam Şile bezi gibi, dişinden tırnağına kadar şair; gözünden özüne kadar ressam; hem de yurdunun taşından toprağından Kara kara kazanlar da yer bulur şiirlerinde Gördes kilimindeki nakışlar da… Sade, anlaşılır akıcı bir dil ve özgün üslubuyla ölüm, doğa, gurbet, aşk gibi birçok temada şiir yazar.
Anadolu insanının yoksul hayatı ve canlı renkleri, devingenlik taşıyan sosyal içeriklerle yerini bulur. Geleneksel kültürümüzden beslenen sanatı, zifiri karanlıklardan çıkar ve ayak seslerinden tanıtır kendini. Anadolu’ya olan bağlılığı memleket sevdasını dile getiren eserlerinde açıkça görülür. Sanatçı ‘’Sanat güzel ve faydalı olmalı’’ derken Garip akımının da etkisindedir. Her ağacına eli, her karış toprağına teri değsin istediği ve kuytu köşelerde habersizce ölenlerin olmadığı bir şehirdir ne de olsa umut ettiği
Resmi şiirle şiiri resimle dans ettirir. Çok sevdiği dostu Nazım HİKMET için ‘’Zindanı Taştan Oyarlar’’ şiirini yazar. Şiirin bir kısmı Zülfü LİVANELİ tarafından bestelenir ve bu beste çok sevilerek sembolleşir.
Sanatçı 21 Eylül 1975’te devrini daim eder. Selam olsun, Karayemiş Uşağı’na, Karadut’u yazana, Can Eriği’ne!
Ey Şairim, kendine verdiğin sözleri tutmuş olarak yaşamın solmayan rengine döndün!
Selam olsun dilinde sözünü, özünde rengini, gönlünde seviyi yitirmeyene!
İstanbul Bakırköy’de, 5 Nisan 1945’te doğar adını Türk müzik tarihine “Bay DADALOĞLU” olarak geçiren Muhtar Cem KARACA. Doğuştan uğrar “müzik” denilen bir fidana. Annesi tiyatro sanatçısı Toto KARACA, babası tiyatro kurucusu Mehmet KARACA olunca tiyatro ve müziğin beşiğinde sanatın ninnisiyle büyüyüp gelişir. Önce 14 yaşında ilk aşkının ilgisini çekmek için müzik yapar… Sonra umudunu iyiye, […]
Devamını OkuÖzgür, azimli, savaşkan ve muzaffer; hayatlarının ve kararlarının sahibi; kişilikli, korkusuz; çağdaş, eşit, yaratıcı ve güçlü; genç, güzel, özgüvenli ve zeki Türk kadınları bir araya gelirse ne olur? 1961’de ilk kez uluslararası maça çıkar, 1970 ve 1980’lerde adını duyurmaya başlar, 2000’den sonra da önemli başarılar elde ederek bizim Filenin Sultanları olurlar. 2003’te Ankara’da Avrupa Kadınlar […]
Devamını OkuZaman zaman sorarlar, Yaşar Kemal’le olan dostluğumuzu. Hayranı olduğum bir insanın/ ulaşılmaz bildiğim bir büyük yazarın bir gün dostu oldum. Nereden nereye derim içimden. Bu yazıya başlarken Çukurova Yaşar Kemal kitabımda da anlattım. Ayşe Semiha Baban’ın içtenliği, ilgisi sayesinde onunla konuştum, birlikte oldum. Ayşe Hanım beni evine aldı, Yaşar Kemal’le söyleşmemizi sağladı. Onun içtenliğini unutamam. […]
Devamını OkuBeykoz tarihi günlerinden birini yaşıyordu. 10 Ekim 1965 Milletvekili Genel Seçimlerinin propaganda dönemiydi. Sanat tarihçileri tarafından “Su Sarayı” olarak tanımlanan Beykoz’un simgelerinden biri olan Onçeşmeler’in yanı başındaki köşe kahvede Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) toplantısı vardı. Kahvenin içi dolmuş, sonradan gelenler dışarı taşmıştı. Gözlüklü, tok sesli, uzun boylu adam “Oyunuzu adama verin, beygire değil.” diyordu. Adam […]
Devamını Oku