Pelin Batu
Tüm Yazıları
Güzün Getirdikleri
Ana Sayfa Tüm Yazılar Güzün Getirdikleri

Yaz bitiminin, yeşilliğin, bereketin, renklerin, dansın, denizin bitişi anlamına geldiğini, Persephone mitosu üzerinden okumuştuk.

Yaz bitiminin, yeşilliğin, bereketin, renklerin, dansın, denizin bitişi anlamına geldiğini, Persephone mitosu üzerinden okumuştuk. Her mevsimde olduğu gibi sonbaharın da kendine has kutlamaları ve ayinleri vardır. Bunların pek çoğu binlerce yıldır tekrarlanır; dinler ve medeniyetler değişse bile pagan ritüellerin çok da değişmediğini antropologlar ve mitograflar bize çok açık bir şekilde gösterir. Mesela Metin And’ın Dionisos ve Anadolu Köylüsü adlı kitabında Hitit, Yunan ve Roma medeniyetlerinin çeşitli inanç ve ritüellerinin günümüzdeki bayramlar ve törenlerde nasıl tekrarlandığını, halk oyunlarında nasıl evrildiğini, karakoncolos denilen cadıların vb. kötülüklerin nasıl def edildiğini çarpıcı bir şekilde görüyoruz.

Sonbahar denilince ilk akla gelen figürlerden biri Mezopotamya, Mısır ve Greko-Romen gibi farklı medeniyetlerde benzer bir şekilde vücut bulmuş olan bir ilah olan Temmuz/Attis/Osiris/ Adonis figürüdür. Yüzyıllar boyunca birbiriyle bağı olmayan coğrafyalarda bile benzer bir “ölen ilah” ile karşılaşırız çünkü insanlar; yaprakların döküldüğünü, hasat vaktini, ölümü gözlemlemiş ve bunu anlamlandırmaya teşebbüs etmiştir. Attis veya Adonis’in mitik ölümü, yaz meyvelerinin bitip nebatın çürümesi üzerinden gözlemlemiş, bu hüzünlü zamanı yası andıran türlü ritüellerle taçlandırarak ölen tanrının baharla beraber uyanışını müjdeleyene kadar matemlerini içselleştirmeye çalışmışlardır. Mezopotamya’daki Sümerler, temmuz ayında Temmuz’un ölümünün ardından şarkılar söyler, flütler çalıp kadın erkek cırtlak sesler çıkartıp ağıt yakarlardı. Yahudi takviminde Temmuz’un ölümüne tekabül eden 17 Temmuz oruç zamanıydı. Hıristiyanlık kabul edildikten sonra Anadolu’nun çeşitli yerlerindeki ritüeller 17 Temmuz’da kutlanmıştır; örneğin Sivas civarındaki Hıristiyanlar ve Harran’daki Suriyeli Hıristiyanlar, Temmuz ve Adonis’e has kurban ritüellerini ve törenleri kutlarlardı. Keza Frigyalıların Temmuz/Adonis’i olan buğday tanrısı Attis, Anadolu’nun yegane Ana Tanrıçası Kybele’nin sevgilisidir, ve ölümü ve dirilişi buğdayın toprağa gömülüp tekrar canlanmasıyla görülür.

Eski insanlar, belki de doğada süregelen büyük değişimlerde pek bir söz sahibi olmadıklarını biliyorlardı. Sonuçta bir nehir belli zamanlarda taşıyor ve insanları yutuyorsa, belli rüzgârlar gemilerini devirip insanları boğuyorsa, bunu, bir tanrının öfkesiyle açıklıyorlardı ki, antik Yunanlara göre en kızgın Tanrı Poseidon’du. Tanrılar, tıpkı insanlar gibi zaafları olan, kıskançlık duyan, intikamcı, hodbin, oyunbaz varlıklar oldukları için onlara verilen rüşvetlerin her zaman işe yaradığı söylenemezdi ve fakat denememek de olmazdı; ne de olsa bir tanrının tapınağına sunulan kekler ya da hayvan postları, hem o tanrıları mutlu edecek hem de kral/ firavun/imparatordan sonra ekonomik gücü elinde tutan tapınak rahiplerinin geçimini sağlayacaktı. Şayet hediye ya da adak sunulmasına rağmen tanrı, tufanı ya da kuraklığı önlemediyse, o tanrı ya da tanrıçanın acılarımıza kör veya sağır olduğu anlamına gelmiyor, demek ki yeterince hayvan kesilmedi, istediği ağaç tütsülenmedi vb. bahanelerle hata tanrılarda değil kullarında aranıyordu.Bu arada herkesin tanrılardan korkup inandığı da söylenemez. Antik Çağda yaşayan pek çok insanın insanların kopyası olan tanrılara hiç inanmadığı da yazılmıştır ki M.Ö. 4. yüzyılda yaşamış pek çok feylesofun ateizmin öncüleri olduğunu görüyoruz.

Kadim medeniyetler birbirine fazlaca benzeyen bu ölen/dirilen tanrıyı bin yıllarca yaşatmış, hayatın akışını onun doğum/ölüm tablosuna göre ayarlamıştır. İnsanlık, daha sonra tek tanrılı dinlere mensup olsa da bahar ve sonbahar ayinlerini yeni tanrısallık sistemlerine entegre etmiştir ki günümüzde kutlanan çeşitli festivallerin kökünde yine bu Antik Çağ alışkanlıklarını görüyoruz. Bugün Cadılar Bayramı olarak pek çok ülkede kutlanan 31 Ekim, Avusturya’da yüzyıllar boyunca ölülere hürmet günü olarak kutlanmış, insanlar ışıkları tüm gece açık bırakıp ölülere armağan olarak su ve ekmek sunmuşlardır. Günümüzde bunu hâlâ yapanlar vardır. Almanya’da çocuklar Rübengeister adı verilen kök-canavarları turp ya da pancar gibi yeraltından çıkan sebzelerden yontuyor, kötü ruhları bu sayede kovduklarına inanıyorlardı. Sonbahar, hep ölümle beraber anıldığı için ölüleri ziyaret etmek de güzle beraber seremoniye dönüşüyordu. Mesela Güney Avrupa’nın İspanya ve İtalya gibi ağırlıklı olarak Katolik olan ülkelerinde pagan ritüelleri, kilise ritüellerinin içine yedirilmişti. İspanya’da sonbaharda yapılan Huesos de Santo adlı marzipan şekerlemelerinin ortasına yumurtanın sarısı yerleştiriliyor, bunlar da azizlerin kemiklerine işaret ediyordu. Sicilya’nın kendine has ‘kemik-kurabiyeleri’, karanfil aromalı Fava dei Morti’ler yapılıyor, ölülere hürmet ediliyordu. Tabii Aziz Stefano gibi yakışıklı ve çapkın bir Romalının doğduğu yerde bu ölüm ritüelleri Roma’da farklılaşıyor; genç erkekler, evlenme teklifi yapacakları zaman yüzükleri “ölü fava fasulyesi” kurabiyesi kutularına yerleştirip kadınları şaşırtmayı da biliyorlardı.

Sonuçta, Orta Avrupa’dan Balkanlar’a, Keltler ve Anglo-Saxonların güz kutlamaları ve ayinlerini araştırdığımızda; bir ölüme merhaba, sevdiklerimizi yad etme, kendini dondurucu kışa hazırlama olarak görebileceğimiz benzer kutlamaların yapıldığını görüyoruz. Hiçbir topluluk yok ki, çevresinde olan değişimlere kayıtsız kalması ve doğadan uzaklaşmasına rağmen doğanın döngüsünden kaçabilsin. Bugün patatesin ağaçlarda yetiştiğini sanan çocuklarımız olabilir fakat onlar da Cadılar Bayramı geldiğinde kostüm seçerken heyecan duyup kökünü bilmedikleri kutlamalarda başrolü kapıyor, mutlu mesut şekerlemeleri yiyorlar. Zamanlar değişmiyor ama alışkanlıkların değişmesi zamana meydan okuyor.

Yazarın Diğer Yazıları
Umut ve umutsuzluğun arasından

21.yüzyılın en yaratıcı ve yıkıcı yazarlarından Osamu Dazai, intihar etmeden üç yıl evvel kaleme aldığı Pandora’nın Kutusu adlı otobiyografik eserinde, insanların umutla kandırıldığı gibi umutsuzlukla da kandırılabildiklerini hatırlatır. Umudumuzun cılız ışığını karartan, yaşama sevincimizi çalan, bize umut vaat edip bizi çıkmaz bir sokağa çıkaran, heyecanlı bir yükselişten sonra İkarusvari yere çakılmamızı sağlayan umutsuzluğun da umut […]

Devamını Oku
Kadınlar Devrimi

Kadın meselesi, Cumhuriyet’imizin ilk gününden itibaren gazetelerde, meydanlarda ve siyasette büyük kavgaların ve polemiklerin nedeniydi. Kadınlar, hukuk nezdinde eşitlik, eğitim, miras, seçme hakkı talep ederlerken devleti temsil edenlerin çoğu bu hakları vermek bir tarafa, şeriatı geri getirmek için yasa tasarıları bile öneriyordu. Neyse ki Mustafa Kemal, Tunalı Hilmi, Recep Peker ve İsmet İnönü gibi vekiller […]

Devamını Oku
Bu Sayıdan Yazılar
Yaşar Kemal’le Geçen Günler / Öğrendiklerim

Zaman zaman sorarlar, Yaşar Kemal’le olan dostluğumuzu. Hayranı olduğum bir insanın/ ulaşılmaz bildiğim bir büyük yazarın bir gün dostu oldum. Nereden nereye derim içimden. Bu yazıya başlarken Çukurova Yaşar Kemal kitabımda da anlattım. Ayşe Semiha Baban’ın içtenliği, ilgisi sayesinde onunla konuştum, birlikte oldum. Ayşe Hanım beni evine aldı, Yaşar Kemal’le söyleşmemizi sağladı. Onun içtenliğini unutamam. […]

Devamını Oku
Anadolu’unun Köklü Çınarı: Yaşar Kemal

Beykoz tarihi günlerinden birini yaşıyordu. 10 Ekim 1965 Milletvekili Genel Seçimlerinin propaganda dönemiydi. Sanat tarihçileri tarafından “Su Sarayı” olarak tanımlanan Beykoz’un simgelerinden biri olan Onçeşmeler’in yanı başındaki köşe kahvede Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) toplantısı vardı. Kahvenin içi dolmuş, sonradan gelenler dışarı taşmıştı. Gözlüklü, tok sesli, uzun boylu adam “Oyunuzu adama verin, beygire değil.” diyordu. Adam […]

Devamını Oku