Nurten Geroğlu
Tüm Yazıları
Hep Yeni Şarkının Ozanı: Jara
Ana Sayfa Tüm Yazılar Hep Yeni Şarkının Ozanı: Jara

Güz geldi. Yeryüzünün canlı renkleri, yeni başlangıçlar için şimdilik bize veda etmeye hazırlanıyor.

Güz geldi. Yeryüzünün canlı renkleri, yeni başlangıçlar için şimdilik bize veda etmeye hazırlanıyor. Bu veda havasını artık penceremden dışarı bakınca anbean görebiliyorum. Bir eylül zamanına sararıyor yapraklar. Hüzne tanık olacağız. Zamanı da sonları ve yeni başlangıçları da ağaçlardan, grileşen gökyüzünden, yakınlaşan puslu ufuktan tekrar öğreneceğiz…

Ben bir eylül kadınıyım. Doğanın tüm dönüşümüne duyduğum heyecanı bu mevsim de duyumsamaktayım. Benim için eylül, hüzünden çok bir
başlangıç heyecanı taşıyor. Bütün bunların yanında
sanat için de bir şanstır eylül. Eylül, hem sanatla
dünyayla merhabalaşanların hem de sanatla insan
arayanların veda mevsimidir.

Yorgun ve güzel geçen bir günün ardından eve
dinlenme hayaliyle geldim. 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde her yıl olduğu gibi düzenlediğimiz etkinlikle
bir araya geldik, barışa şarkılar söyledik. Eylülün ilk
gününü geride bıraktığımızda her zaman olduğu
gibi aklıma Pablo Neruda’nın “Bugün olan gün
muazzam bir dalgaydı, bugün bütün bir dünyaydı.”
dizeleri geldi. Bir eylül zamanı kaybettiğimiz Şili’nin
büyük şairi; sonbaharı, yazın bitimi olarak görüp
mutsuzlaşanlara sesleniyormuş gibi gelir.

“8 Eylül” şiirinin diğer mısralarını da mırıldanırken bir ses “Gerçekten de güzel bir gündü. Fakat
hâlâ anlamakta zorlanıyorum, insan barışa bu
kadar susamışken, hâlâ neden kaynağı köreltmek
ister?” dedi. İlham perimin cevapsız sorular sorması
nadiren oluyor. “Hoş geldin Peri, ve sorunun yanıtını
bilmiyoruz. Sanırım barışı istiyoruz fakat barıştan da
korkuyoruz. O korku suları durgun tutuyor, bulanıklığı sevmiyoruz.” dedim. İlham Perisi beni dinledikten sonra dudak kıvrımlarını büzerek anlamaya
çalıştı. Sonra uzun uzun bana baktı. Bir soru daha
sormak istiyordu fakat kararsız olduğu tüm hal ve
hareketlerinden belliydi. Gülümseyerek “Sor hadi.”
dedim. Gözlerini önce tavana dikti kafasında toparladı sorusunu ve bir çırpıda “Şarkı söyleyen insanlardan ne istiyorlar bunu da anlamıyorum?” ilham
perimin şaşkınlığıyla, yüzümde beliren o tebessüm
kayboldu. Sorduğu soru boğazımda düğüm oldu,
nefesimi kesti. Kısık bir sesle “Şarkılar ölür sanıyorlar Peri. O yüzden.” dedim. Uzun bir sohbet oldu.
Açıkçası yorgunluğumu unuttum ve günüm daha
da güzelleşti perimin gelişiyle. Bir süre daha sohbet
ettikten sonra İlham Perisi elini uzatarak “Seni biraz
eskiye, tahmin edemeyeceğin bir yere götürmek
istiyorum.” dedi. Gülümseyerek elinden tuttum…

Eski bir patikada gözlerimi açtım. Sol tarafımda
uçsuz bucaksız ekinler, sapsarı bir denizi andırıyordu. Sağ tarafımızda ise işlenmiş toprak ve
tarlalarda insanlar, arada sırada yüzlerini güneşe
doğru çevirip kavurucu sıcak yüzünden merhamet
dileniyor gibiydiler. İnsanların tenlerine, giyimlerine
bakınca okyanus ötesine geldiğimi anlamam uzun
sürmedi. İlham Perisi, ben etrafıma bakınırken patikada birkaç adım ilerlemişti. Ona doğru yürürken
etrafında beni görmemenin paniğiyle arkasına
baktı ve beni gördüğünde derin bir nefes alıp rahatladı. Sitemkâr sesiyle “Buralar diğer yolculuklara
benzemez. Uçsuz bucaksız tarlalar arasında seni
bulmam saatlerimi alır. Yanımdan ayrılma. Köy
ileride!” diyerek koluma girdi ve yürümeye devam
ettik. Bir süre yürüdükten sonra birbirine benzeyen
köhne, yarı damlı, tamamı kerpiç evlerin tek nizamda sıralandığı ve ortasından yol geçen bir yerleşkeye
geldik. İnsanların hemen hepsinin yüzünde yokluk
ve mutsuzluk görülebiliyor, çocuklarda dahi bir küçük tebessüm yakalamak neredeyse imkansız gibi
geliyordu. İlham Perisi; “Feodal bir yapının emeğini
sömürdüğü insanlar. Burada gözünün gördüğü her
yer bir kişiye ait. İnsanlar da dahil!” dedi ve insanlarla göz göze gelmemek için hızlı adımlarla yürümeye başladı. Biraz sonra açık bir alanda biriken
insanları gördük. Yanlarına doğru ilerlerken yavaş
yavaş belirginleşen bir gitar ve kadın sesi duymaya
başladık. İnsanlar müziğin etrafında toplanmışlardı. Kalabalığı yarıp ön tarafa doğru ilerlediğimizde
bir kadın şarkı söylüyor ve küçük bir çocuk onun
dizlerinin dibinde hayranlıkla kadına bakıyordu.
Belki gördüğüm en mutlu çocuk, kadının eteklerinin dibinde gözlerinin içi gülen bu çocuktu. Ben
çocuğa bakakalmışken İlham Perisi “Tanıdın mı?”
diye sordu. Çocuğa tekrar baktım ve “Hayır Peri!”
diye cevap verdim. İlham Perisi çocuğun önünde
çömelerek gözlerine baktı ve “O Victor Jara… O
büyüdüğünde ‘İşçilerin Ozanı’ olacak olan çocuk.”
dedi. Şili’nin bir köyünde gördüğüm bu insanlara ve
annesi düğünlerde şarkıcılık yapan bu küçük çocuğa
hayretle bir daha baktım. Belki ilk defa hem çok
tanık olmak istediğim hem de kaçmak istediğim
bir maceranın içinde olduğumu anladığımda çocuk
Jara’ya daha fazla bakamadım. İlham Perisi elimden
tuttu ve gözlerimi kapattım…

Bir telaşın ortasında buldum kendimi. Kostümlü gençler heyecanla hazırlıklarını sürdürmeye
çalışıyordu. Eski bir tiyatro salonunun kulisinde
şakalaşan genç tiyatrocular, dar bir koridorda oyun
saatine kısa bir süre kala yaşadıkları heyecanı saklayamaz haldeydiler. İçlerinden esmer uzun boylu
bir kadın, herkesin sesini bastırarak “Victor!” diye
bağırdı. Dar koridorun sonunda loş ışıklı bir odadan
“Bana biraz daha zaman verin.” diye seslendi Victor.
İlham Perisi sesin geldiği yöne doğru hareketlenmem için gözleriyle işaret etti ve yürümeye
başladı. Victor, üniversite yıllarında tiyatroya gönül
vermişti; yurtiçi ve yurtdışı turnelere katılıyordu.
Tiyatro oyuncusu Jara’yı görmek benim için de büyük sürprizdi ve perimi hızlı adımlarla takip etmeye
başladım. Kulis’in kapısına geldiğimizde İlham
Perisi “Şimdi zamanı değil. Biraz bekleyelim.” dedi.
Merakla içeri doğru baktığımda sahne aksesuarlarıyla dolu eski bir ahşap masanın köşesinde küçük
bir yer açmış, loş ışık altında zorlansa da kâğıda bir
şeyler yazmaya çalışıyordu. Merakıma yenik düşüp
ilham perimi dinlemeyerek odaya girdim. Victor’un
ne yazdığını o kadar merak ediyordum ki hemen
omzunun üstünden uzanarak okumaya başladım.
“İçime bir şey yerleşti ve kök salmaya başladı…”
ve mektupta emekçileri, köylüleri kast ederek
“Daha iyi bir dünyayı görebilmeleri için umutla
mücadele etmeliyim…” yazıyordu. Bu tarihi bir
andı. Victor Jara, eşine turnelerinde gözlemlediği dünya halklarının ve kendi halkının durumu
karşısında kayıtsız kalamayacağını anlattığı bu
mektup sonrası gitarı eline alacak, halkının ozanı
olacak ve onları anlatan ezgilerle mücadele etmeye
başlayacaktı. Jara, mektubu bitirip özenle zarfına
koyduktan sonra tarifsiz bir neşe ve gözlerindeki
ışıkla koşar adım arkadaşlarının arasına karıştı. Ben
Jara’yı izlerken İlham Perisi “Hazır mısın?” diye sordu. Beni götüreceği bir sonraki yeri merak etmenin
heyecanıyla elini sıkı sıkı tuttum…

Gözlerimi daha açamadan coşkun bir kalabalığın
tek bir sesle “Jara! Jara!” diyerek büyük bir meydanı
inletmesini duydum. Şili’nin maden işçileri önde baretleriyle koşup gelmişler Jara’yı görmeye. Köylüler,
ellerinde pankartları büyük bir heyecanla Jara’nın
sahneye çıkışını bekliyorlardı. İlham Perisi, sahnenin
hemen köşesine doğru beni kalabalığın içinden
çekip çıkarttı. İşçi sendikalarının flamaları meydanı rengarenk süslerken kalabalığın bir bölümü,
halk şarkıları söyleyerek bekliyordu Victor Jara’yı.
Okyanusun ötesinde farklı bir kültür, farklı insanlar
fakat alışık olduğum, bilindik bir buluşmaydı şahit
olduklarım. Bir süre sonra büyük bir alkış tufanıyla
herkes, sahneye doğru biraz daha yaklaşmak için
hamle yaptı. Ben o anda sahneye çevirdim yüzümü
ve Victor Jara, sıcak bir tebessümle koşarak sahneye
fırladı. İmkanı olsa ona gelen bu kalabalığı tek tek
kucaklayacak, sarılacak gibi bir enerjiyle sahneyi
bir uçtan diğer uca defalarca koşarak selamladı
sevenlerini. Herkesle göz göze gelmeye, herkese
sıcak selamını ulaştırmaya çalışıyordu. Bense onu
canlı canlı dinleyecek olmanın sevinci ve hevesiyle
sahnenin köşesinde donakalmış, Jara’nın insanlar
üzerindeki etkisini hayranlıkla izliyordum. Jara, gitarını eline alıp ilk ezgisini söylemeye başladığında
bu coşkun kalabalık saygıyla dinginleşti ve ozanlarını dinlemeye koyuldu. Her ezginin sonunda büyük
bir haykırış ve alkışla Jara’ya ulaşmaya çalışıyorlardı.
Bir süre sonra Jara, son şarkısına geldiğini söylediğinde kalabalık sanki bir rüyadan uyanmışçasına
hem hayal kırıklığı hem de orada olabilmenin
verdiği mutlulukla gözlerini sahneye dikti. Victor
Jara’nın son şarkısı o ünlü “Manifiesto” suydu. “Yo
no canto por cantar/ Ni por tener buena voz…”
yani “Ne türkü söyleme aşkımdan ne de sesimi/
Dinletmek için değil bunca türkü söylemem.”
İlham Perisi “O zaman neden şarkı söylüyor ki?”
diye sordu. Perimin omuzlarına kafamı dayadım ve
işaret parmağımla Jara’yı dinleyenleri göstererek
“Çünkü biri onların şarkılarını söylemeliydi. Biri
onlara göründüklerini, var olduklarını hatırlatmalıydı. Onların içinden, onları bilen biri olmalıydı.
O yüzden söyledi şarkıları.” İlham Perisi kalabalığı
tek tek süzdükten sonra “Yani bu insanlar hayran oldukları için değil, kendilerini dinlemek için
buradalar öyle mi?” diye sordu. “Evet Peri. Bu
insanlar, Jara’da kendi seslerini, düşlerini, yaşadıklarını duydular. Hepsi aynı şeyi söylemek istiyordu,
Jara o sözlerin elçisi oldu.” dedim. Konserden sonra
Jara’yı sahnenin arkasında görmek istedim ama
çok kalabalıktı. Bir röportaj veriyordu. Ne söylediğini merak ederek yaklaştım. Röportajın sonunda
“…sadece barış aramam yüzünden, hüzün ve
mutlulukta gitarımın tellerine ve ağacına, yüreği
yara gibi delen dizelere, hepimizi kendi içimize
baktıracak ve dünyayı yeni gözlerle görmemizi
sağlayacak sözlere sarılıyorum.” dedi. Perime
“Bunu başardı biliyor musun Peri. Kendi halkı dünyaya başka bir gözle bakmaya başladığında bunun
en büyük emekçisi oldu.” dedim ve perimin elinden
tutup tebessümle gözlerimi kapattım…

Küçük bir evin salonunda Victor Jara endişe
içinde pencereden dışarı bakıyor, sonra içeri girip
salonda birkaç adım voltaladıktan sonra penceresinden dışarıyı seyrediyordu. Eski bir radyodan
gelen sese bazen kulak kesiyor, duyduğu endişe
artıyordu. Bir süre sonra radyoda bir anons duydu.
Kararlı bakışlarıyla içi gülen gözlerini kıstı ve kapıya
doğru bakarak birkaç saniye düşünüp hızla yöneldi.
Koşarak evden ayrıldı. İlham Perisi ve ben birkaç dakika içinde yaşanan tüm duygu değişimlerine şahit
olduk. Öfke, korku, üzüntü… Hemen peşinden biz
de koşmaya başladık. Sokağa çıktığımızda Şili’nin
gökyüzü pusluydu. İnsanlar korku sisinin içinde
kayboluyordu sanki. Victor Jara kalabalığın biriktiği
yere doğru kendinden emin adımlarla yürümeye
başladığında ilham perim de takip etmek için adım
atıyordu ki perimi kolundan tutarak “Eve gitmek
istiyorum Peri! Götür beni.” dedim. Perim büyük
bir şaşkınlıkla bana döndü. “Bakma öyle Peri, ben
o stadyumu görmek istemiyorum. Orada merak
ettiğim bir şey yok Peri. Eve götür beni…”

Eve döndüğümde yolculuğun verdiği mutluluktan ağır basmıştı hüzün. Bugün herkesin bildiği bir
sona şahit olmaktan kaçındım. Victor Jara’nın nasıl
öldürüldüğünü, anbean biliyoruz çünkü. Zira saklamak, gizlemek istemediler. Herkes bilsin, şarkılar
da onunla ölsün istediler. Olur mu öyle? Şarkılar,
zalimler istedi diye ölür mü? Yarım asır sonra
Jara’nın sesini duyuyor, halkına cesaret vermek için
canından vazgeçen bu halk ozanını tanıyoruz. Son
kez çalamadığı o gitarını duyuyor, ölürken dudağında kalan o türküleri dinliyoruz. Madem öyle, ben
de Jara’nın şarkısıyla bir eylül gününü sonlandırmak
istiyorum.

“Orada, her şeyin bittiği ve her şeyin başladığı yerde

Söylerim o her zaman yiğit ve derin
Sonsuza dek yeni olacak şarkıyı…”

Yazarın Diğer Yazıları
Davet

Ne kadar oldu böyle heyecanlı uykudan uyanmayalı, bilmiyorum. Uzun zamandır beklediğim bir anın mutluluğuydu heyecanımı büyüten. Benim ve benim gibi birçok insan için özel bir gün olacaktı bugün. Ve ben bu özel zamanı yeğenlerimle paylaşacaktım. Gün boyu bana söylemeseler de gözlerimdeki heyecanı anlamışlardı ve ne zaman akşamki programımızla ilgili konuşsak şaşkın ifadelerle yüzüme bakıyorlardı. Aslında […]

Devamını Oku
Kardelenler Hep Uçar

Yağmur başladı. Şehrin bu mevsimdeki yalancı renkleri birden soluklaştı. Yağmur düşmeye başladığında İstanbul’da eğer evde değilsen, sıcak bitki çayı, bitmesini istemediğiniz bir kitabınızı okumuyor, omuzlarınıza aldığınız şalla pencereye vuran damlaları duymuyorsanız bir yandan , dışarıda trafikte kalmışsanız şehrin acımasız yüzüne maruz kalmışsınız demektir. Kaç saat oldu bilmiyorum trafik artık zulme dönüştü. Kendimi arabanın dışına atıp […]

Devamını Oku
Bu Sayıdan Yazılar
Yaşar Kemal’le Geçen Günler / Öğrendiklerim

Zaman zaman sorarlar, Yaşar Kemal’le olan dostluğumuzu. Hayranı olduğum bir insanın/ ulaşılmaz bildiğim bir büyük yazarın bir gün dostu oldum. Nereden nereye derim içimden. Bu yazıya başlarken Çukurova Yaşar Kemal kitabımda da anlattım. Ayşe Semiha Baban’ın içtenliği, ilgisi sayesinde onunla konuştum, birlikte oldum. Ayşe Hanım beni evine aldı, Yaşar Kemal’le söyleşmemizi sağladı. Onun içtenliğini unutamam. […]

Devamını Oku
Anadolu’unun Köklü Çınarı: Yaşar Kemal

Beykoz tarihi günlerinden birini yaşıyordu. 10 Ekim 1965 Milletvekili Genel Seçimlerinin propaganda dönemiydi. Sanat tarihçileri tarafından “Su Sarayı” olarak tanımlanan Beykoz’un simgelerinden biri olan Onçeşmeler’in yanı başındaki köşe kahvede Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) toplantısı vardı. Kahvenin içi dolmuş, sonradan gelenler dışarı taşmıştı. Gözlüklü, tok sesli, uzun boylu adam “Oyunuzu adama verin, beygire değil.” diyordu. Adam […]

Devamını Oku