Deniz ÖZEN
Tüm Yazıları
Lâl

Yılın en sevdiğim ayı geldi. Eylül. Nasıl da sihirli… İsmi bile insanı büyülüyor. Babil medeniyetlerinin anayurdu olan Akadlılardan geliyor bu ayın ismi. Eylül ne kadar Arapça kökenli olsa da ‘elülu’, yani hasad mevsimi demek. Hatta “sevinçten haykırmak” anlamında kullanılırmış. Yani bu kadar sevinmemin nedeni geçmişten gelen bir duygu da olabilirmiş meğer. İbrani takvimine göre ise […]

Yılın en sevdiğim ayı geldi. Eylül. Nasıl da sihirli… İsmi bile insanı büyülüyor. Babil medeniyetlerinin anayurdu olan Akadlılardan geliyor bu ayın ismi. Eylül ne kadar Arapça kökenli olsa da ‘elülu’, yani hasad mevsimi demek. Hatta “sevinçten haykırmak” anlamında kullanılırmış. Yani bu kadar sevinmemin nedeni geçmişten gelen bir duygu da olabilirmiş meğer.

İbrani takvimine göre ise resmi yılın on ikinci ayı Elul. Eylül ayı; “bir yılın sonunda kendinle bir hesaplaşma, hatalardan dolayı pişman olma ve özür ayı” olarak tanımlanmış. Kimbilir geçmişe bunca gidip dönmemizin dayanağı budur belki de. Yazın tüm sabunlu neşesi yağan yağmurlarla yok oldu işte. Alttan çıkan tüm duygular ayan beyan ortada şimdi. Tüm maskelerin çıktığı, yepyeni sayfaların açıldığı gizlenemeyen bir cümbüş. Hüzün, ayrılık kahverengi, sarı yakışsa da eylüle, benim için yeni, beyaz, ses, başlangıç, aşktır eylül.

Karanlık yanını anımsamak ve yazmaktansa bahçenin bu tarafında sardunyaların başında kalmayı yeğliyorum. Yok hayır! Hıdırellezmiş gibi tören düzenlemeyeceğim tabii ki ama sevinmek için yaz boyu aradığım neden avucumda işte; zaman. Rüzgârın uzundur beklediğim esintisi, penceremin açık kanadından tüm evi havalandırıyor. Büyük bir iyimserlik tüm hücrelerimi kaplıyor. İyi şeyler olacak belli. Pikeye sarılıp boşluğa gülümseme vakti. Mutluyum.

Kalkıp güzel bir çay demleyeyim, mesela kahvaltıdır da eylül. Güne güzel başlamalardır çünkü. Kaos, curcuna, kalabalıktan ziyade içe dönüp aynadaki aksine tek başına bakma ayıdır biraz da. Eski sandıkları açıp yaşanılan güzelliklere özlemle bakarken, hatalara da buruk bir gülümseyiştir kapatırken kapağı eylül. Sonra Ahmet’le Şişli’den Beşiktaş’a Fulya yokuşuna vurup kendimizi aşağıya, rüzgâra karşı yürüyüştür. Her eylülün ilk pazarı buluşup sessizce sokak aralarından ve hep aşağıya inen merdivenlerden konuşmadan yürürüz. O gün bizimdir. İçimiz kabara kabara özgürlük doldurup nefeslerimize saçlarımızı dağıtırız rüzgârda.

‘’Eylül geçmiş kapımızdan/ Süpürmüş kalıntılarını ışıkların/ O güneş parlıyor hâlâ/ Ay yine bizim.’’ diyen Suavi söyler kulaklarımızda, umutla adımlarken sokakları.

Sahilde bir çay içeriz konuşmadan yine sessizce, Boğaz’a karşı gömleğimizin yakalarını kaldırıp. Beşiktaş sahilinden Karaköy’e yürürüz sonra. Eski yapıların önünde dinlenir, denize bakarız gri bulutların altında dingin. Aynı şarkı listesi yıllardır kulağımızda, gülümseriz o son şarkıda, Karaköy’de balık ekmek yerken;

‘’Ayın karpuz dilimi gibi
Batışını izlemişizdir deniz kıyısında
Aynı köşeye oturmuşuzdur köhnede
Belki de birkaç gün arayla
Olamaz mı? Olabilir
Onca yıl sen burada
Onca yıl ben burada
Yollarımız hiç kesişmemiş
Şu Eylül akşamı dışında.’’

Kahveler içilip sohbetler yapıldıktan sonra da evlerimize döneriz akşam koşturmacasındayken kent. Ama hep ya çocukluğumdur asker postallarını dinlediğim eylül ya da Meriç’tir, o derin nehirdir, kenarında yirmili yaşlarımı bıraktığım. Soruların bir kısmı o nehirde aktı gitti işte yanıtsızca.

Diğer kısmı ise gülümsüyor bulduğu her yanıtta ayağını yere sağlam basıp yürürken. Gördüğüm en güzel yaprak kırmızısıdır, erik ağacında.
Rengi lal’dir eylülün, hissi sevinç, kutlamadır yeniliklere…

Yazarın Diğer Yazıları
Sultan

İliklerine kadar üşümüş bir şekilde girdi dolmuştan içeri. Mesaiye kalmak değil de şu eve gitme meselesi hakikaten canını sıkıyordu. Bir vesait ayarlasalar ölürler sanki, ama çalışmaya gelince “Sultan Hanım, bu akşam dosyayı bitirip öyle çıkalım.” diyorlar. Adamlara anlatamazsın da yahu ben şehrin en uç bölgesindeyim. Sizler gibi şıkır şıkır aydınlık sokaklarda yürümüyorum diye. Al işte […]

Devamını Oku
Sinem, Selma, İlhan, Taner, Ece, Cem ve diğerleri!

Rutin olan her şeyden kaçar gibi yaşadıktan onca yıl sonra, bir akşam geliverdi osoru: “Çocuk yapalım mı?”Şimdiye değin hiç düşünmeden bir başlarınayaşamışlar, geleceklerini de buna görebiçimlendirmişlerdi. Sinem biraz daha kariyerodaklı yaşasa da, İlhan açık açık sorumluluktankaçmıştı. Şimdi durduk yere, hay Allah!Heyecandan mı kalbi çarpıyordu yoksahemen yanıt vermeliyim telaşı mı anlamlandıramasa da, içindeki ses çoktan “Evet!” […]

Devamını Oku
Bu Sayıdan Yazılar
Yaşar Kemal’le Geçen Günler / Öğrendiklerim

Zaman zaman sorarlar, Yaşar Kemal’le olan dostluğumuzu. Hayranı olduğum bir insanın/ ulaşılmaz bildiğim bir büyük yazarın bir gün dostu oldum. Nereden nereye derim içimden. Bu yazıya başlarken Çukurova Yaşar Kemal kitabımda da anlattım. Ayşe Semiha Baban’ın içtenliği, ilgisi sayesinde onunla konuştum, birlikte oldum. Ayşe Hanım beni evine aldı, Yaşar Kemal’le söyleşmemizi sağladı. Onun içtenliğini unutamam. […]

Devamını Oku
Anadolu’unun Köklü Çınarı: Yaşar Kemal

Beykoz tarihi günlerinden birini yaşıyordu. 10 Ekim 1965 Milletvekili Genel Seçimlerinin propaganda dönemiydi. Sanat tarihçileri tarafından “Su Sarayı” olarak tanımlanan Beykoz’un simgelerinden biri olan Onçeşmeler’in yanı başındaki köşe kahvede Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) toplantısı vardı. Kahvenin içi dolmuş, sonradan gelenler dışarı taşmıştı. Gözlüklü, tok sesli, uzun boylu adam “Oyunuzu adama verin, beygire değil.” diyordu. Adam […]

Devamını Oku