Son zamanlarda kendi gerçekliğimden koptuğumu çok sık hissediyorum. Truman Show filmindeki figüranlardan biri gibiyimsanki. Dört bir tarafımız kurgu videolarla, etkileşim yani sözlük anlamıyla karşısındaki kişiyi kendi duygu ve istekleri doğrultusuna yöneltmek uğruna yapılan türlü saçmalıkla doluyken (yapay zekadan bahsetmiyorum bile!) sahici nedir? Gerçek ve doğru bilgiye nasıl ulaşılır? Biz çocukken sorularımızın cevaplarını bulmak için tek […]
Son zamanlarda kendi gerçekliğimden koptuğumu çok sık hissediyorum. Truman Show filmindeki figüranlardan biri gibiyimsanki. Dört bir tarafımız kurgu videolarla, etkileşim yani sözlük anlamıyla karşısındaki kişiyi kendi duygu ve istekleri doğrultusuna yöneltmek uğruna yapılan türlü saçmalıkla doluyken (yapay zekadan bahsetmiyorum bile!) sahici nedir? Gerçek ve doğru bilgiye nasıl ulaşılır? Biz çocukken sorularımızın cevaplarını bulmak için tek seçeneğimiz Beyazıt Kütüphanesi’nde ansiklopedi karıştırmaktı. Öyle kütüphane falan deyince entelektüel bir ortamdan geliyorum sanılmasın. Dışarı çıkarken sağ ayağınla adım at diyen bir aile kültüründen geliyorum ben; ama o zaman ‘sana her söylenene biat et’ adlı tiyatro henüz sahnelerde değildi ve hedeflerimiz nargilelerin ya da pırlanta yüzüklerin efendisi değil, bilginin efendisi olmak yönündeydi. Gençler şimdi sosyal medyanın kirli sularında vakitlerini ve enerjilerini harcayarak debeleniyor. Sahicilik sadece bu bilgi kirliliğine destek olmakla sarsılmıyor, aynı zamanda gerçek olmayan sosyal medya hayatlarına öykünmekle de sekteye uğruyor. Biz de öykündük birilerine elbet, gençlik başımda duman, benim neyim eksik onlardan. Lakin benim rol modellerim genelde kitap kahramanlarından oluşurdu. Mesela birinin adı Aylin…
Ben Aylin’e öykündüm diyorum ama hissettiğim aynı zamanda sevimli bir kıskançlıktı. Ailesine, özellikle ablasına, okuduğu okullara, sosyal çevresine duyduğum kıskançlık… 20’li yaşların başında tanıştım kendisiyle birçok yaşıtım gibi. Benim gibi hem cesaretli hem duygusaldı. O çok yönlü, değişken, renkli kişiliği sonrasında ben olmamda büyük rol oynadı. İşte o zaman Ayşe Kulin ile de tanışmış oldum. Hem akrabası hem arkadaşı Aylin’in biyografisini kaleme aldığı kitap, benim hayatımda bir rol oynadığı gibi Ayşe Kulin’in de edebiyat yaşamında önemli bir mihenk taşı olmuştu.
26 Ağustos 1941 yılında İstanbul’da doğuyor Ayşe Kulin. Çok kısa bir süre sonra ailesi Ankara’ya taşınıyor. Babası Bosna’dan göç eden bir aileden gelen, Cumhuriyet mühendislerinden Muhittin Bey; annesi Osmanlı nazırlarından Ahmet Reşat Paşa’nın kızı olan Leman Hanım ile Doktor Mahir Bey’in kızları Sitare Hanım. Babası o yıllarda barajdı, inşaattı derken dört bir yanını dolanmakta memleketin, 10 yılda yaratılan 10 milyon gençten biri yani. Çocukluğunda babasından gelen kartpostallarla hayal dünyası şekilleniyor küçük Ayşe’nin. Sonrasında DSİ’nin kurulmasında öncü rol oynuyor babası. Yazları anne tarafının büyüklerinin evinde kocaman bir aile olarak Osmanlı neşriyatıyla, kışları kendi evinde 3 kişilik çekirdek ailesiyle, kendi deyimiyle ifrat ve tefrit arasında geçen bir çocukluk. Ankara’da Soysal Apartmanı’nda geçen günleri hayatının en özel zamanlarından. Sonradan hayatını kaleme alacağı Aylin’le de orada buluşuyor hayat çizgisi. İlkokula TED Ankara Koleji’nde başlayıp eğitim hayatına İstanbul Amerikan Kız Koleji’nde devam ediyor. Edebiyata olan ilgisi çocukluk yaşlarından itibaren ev ahalisine maniler ve dörtlükler yazmak suretiyle kendini belli ediyor. Okul çağlarında bile tüm etkinliklerde muhakkak bir şiiri yer alıyor. Dansı çok seviyor aynı zamanda, dans dersleri alıyor; ama aile büyüklerinden dinlediği şiirlerin, yasaklı olduğu dönemde tanıştığı Nâzım Hikmet’in sayesinde şiirden, edebiyattan kopamıyor. İyi ki de kopamıyor. O kadar bilgiyle, edebiyatla geçen bir yaşam ki hayatı boyunca üretmekten yorulmuyor, vazgeçmiyor. Edebiyat dünyasına kazandırdığı romanları, öyküleri, otobiyografik eserleri ya da Türkan Saylan gibi, Münir Nurettin Selçuk gibi isimleri anlattığı biyografileri ve aldığı ödülleri ile adını aydın bir Cumhuriyet kadını olarak tarihe geçiriyor. Birçok eseri televizyona uyarlanıyor Kulin’in ve dizi ya da film olarak yayımlanıyor. Mesela Gülizar adlı öyküsü senaryolaştırılıyor ve bu film 1986 yılında Kültür Bakanlığı Ödülü’nü kazanıyor. 1986’da sahne yapımcılığını ve sanat yönetmenliğini üstlendiği Ayaşlı ve Kiracıları adlı dizideki çalışmasıyla Tiyatro Yazarları Derneği’nin En İyi Sanat Yönetmeni Ödülü’nü kazanıyor. Başarıları bununla kalmıyor, yine Nefes Nefese romanı 34 ülkede yayımlanıyor ve sadece Amerika’da 200 binin üzerinde satıyor. Aynı eseri İtalya’nın en prestijli edebiyat ödüllerinden ‘Premio Roma’yı kazanıyor.
Ekranlarda da denk geldikçe büyük bir dikkatle izlerim kendisini. Nasıl zarif, nasıl nahif ve bilge bir duruşu vardır. Dudaklarından dökülen her kelime öyle seçilmiş, öyle düzenli ve öyle etkili ki hani deriz ya anlatsın sabah kadar dinleyeyim, tam da öyle bir bilgiye, birikime sahip Ayşe Kulin. Kendi döneminde eğitim sisteminin oldukça kapsamlı olduğunu, edebiyatı çok iyi öğrendiğini anlatıyor bir röportajında. Ülkede 70’lere kadar mucizevi bir büyüme ve gelişim olduğunu ama sonrasında rehavete kapıldığımızı düşünüyor. Ayrıca o yıllara kadar Türk kadınının çalışma oranının Avrupa’ya göre daha yüksek olduğunu da sözlerine ekliyor. Sonrasında gelen duraklamanın bir nevi hazıra konmaktan kaynaklandığını belirten Kulin, “Okuma yazma bilmeyen insanlar için hesap sormalıydık.” diyerek kendi kuşağını eleştirmekten de geri kalmıyor. Bu konudaki çalışmalar hayatında oldukça önemli bir yere sahip. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği aracılığıyla bazı kurumlardan burs alıp eğitim hayatına devam eden çocuklarla tanışıyor ve yazdığı romanı bırakıp bir nebze de olsa onların hayatlarını aktarabilmek için Kardelenler kitabını yazıyor. “Her kazandırılan kız çocuğu bu vatana bir hediyedir.” sözüyle bu konudaki hassasiyetini dile getiren Ayşe Kulin, çağdaş eğitimi ülkeye getiren Büyük Önder Atatürk’ün kendi insanlarından dünya insanları yarattığını düşünüyor. Her aydın insan gibi onun da geleceğe dair endişeleri var, gönül kırıklıkları var ama mücadelenin içinde yer almaktan asla vazgeçmiyor. Yarın Yok isimli son romanında geçmiş ve gelecek arasında müthiş bir kurgusal evren yaratarak, insanlığın dünyaya verdiği zarara dikkat çekiyor ve umudun bugünde olduğunu bizlere aktarıyor.
Adı: Aylin ile başlayan sevgim ve en önemlisi saygım ve hayranlığım artarak devam etti yıllar içerisinde kendisine. Günümüzde özellikle sosyal medyada olan bitenleri görünce gerçek insanlara, gerçek hikâyelere ihtiyacım gittikçe artıyor. Büyük bir açlıkla kendimi o sahici hayatların anlatıldığı kitapların kollarına atıyorum. Umudu yeşertmek için aydınlığa, bilgeliğe ve çağdaşlığa her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Öyküneceksek bilgiye, bilginin verdiği cesarete, medeniyete öykünelim. Vaktimizi ve enerjimizi bilginin, ilmin, uygarlığın yarattığı etkileşimin yayılmasına önayak olmak için kullanalım. Ayşe Kulin üstadımın da dediği gibi “Cumhuriyet kurulduğu zaman nasıl ayağa kalktıysak şimdide kalkarız.” Yeter ki vazgeçmeyelim.
Son zamanlarda kendi gerçekliğimden koptuğumu çok sık hissediyorum. Truman Show filmindeki figüranlardan biri gibiyimsanki. Dört bir tarafımız kurgu videolarla, etkileşim yani sözlük anlamıyla karşısındaki kişiyi kendi duygu ve istekleri doğrultusuna yöneltmek uğruna yapılan türlü saçmalıkla doluyken (yapay zekadan bahsetmiyorum bile!) sahici nedir? Gerçek ve doğru bilgiye nasıl ulaşılır? Biz çocukken sorularımızın cevaplarını bulmak için tek […]
Devamını OkuHangi yıldı, takvimler hangi günü gösteriyordu ve saat o anda hangi dakikayı gösteriyordu bilmiyorum yaratılış anında.
Devamını Oku-Sevgili Zafer, öykücülüğümüzde rengi olan birisin. Yazdıkların yaşantını ele verse de yine de sende öykücülüğümüz adına başka bir kumaş olduğunu düşünürüm. Bu yolculuğu bizimle paylaşabilir misin lütfen, nasıl yazıyorsun? İçine doğduğum coğrafyanın kültürel ikliminden besleniyorum; yazacaklarımı, içinde yer aldığım sınıfsal, geleneksel yapının içinden çıkarıyorum. Bir öykü kurarken yaşadığım, bildiğim mekânların, tanık olduğum olayların ışığından yararlanıyorum. […]
Devamını OkuRutin olan her şeyden kaçar gibi yaşadıktan onca yıl sonra, bir akşam geliverdi osoru: “Çocuk yapalım mı?”Şimdiye değin hiç düşünmeden bir başlarınayaşamışlar, geleceklerini de buna görebiçimlendirmişlerdi. Sinem biraz daha kariyerodaklı yaşasa da, İlhan açık açık sorumluluktankaçmıştı. Şimdi durduk yere, hay Allah!Heyecandan mı kalbi çarpıyordu yoksahemen yanıt vermeliyim telaşı mı anlamlandıramasa da, içindeki ses çoktan “Evet!” […]
Devamını Oku