Bazen keder kızgınlığa galip gelir. Yas güçlü bir his. İliklerinekadar nüfuz ederken öfkeyi emip tükürüyor. Geriye kaygıylakaplı, ezik ve kuzguni ruh kalıyor. Varoluş kendisini anlatanbir roman sayfası kadar hafifliyor. Akşamüstlerinin neşeli,kıvırcık poyrazına bile direnemeden, imkânsız bir liste misaliuçup bulutların üzerindeki sırlara karışıyor. Düşünceninkırmızı tuğlalarıyla inşa ediliyor cehennemler. Bütün cennetlerkuvözde soluk almaya mahkûm, prematüre. Efervesanvitaminler gibi […]
Bazen keder kızgınlığa galip gelir. Yas güçlü bir his. İliklerine
kadar nüfuz ederken öfkeyi emip tükürüyor. Geriye kaygıyla
kaplı, ezik ve kuzguni ruh kalıyor. Varoluş kendisini anlatan
bir roman sayfası kadar hafifliyor. Akşamüstlerinin neşeli,
kıvırcık poyrazına bile direnemeden, imkânsız bir liste misali
uçup bulutların üzerindeki sırlara karışıyor. Düşüncenin
kırmızı tuğlalarıyla inşa ediliyor cehennemler. Bütün cennetler
kuvözde soluk almaya mahkûm, prematüre. Efervesan
vitaminler gibi eriyor içindeyken farkına varılamayan mutluluk.
Yeni bir kalp algınlığı bünyede baş gösterince nüksediyor. Bir
tablet, bir tablet daha. Ruh akciğerlerde saklanıyor olmalı,
ürperiyor tütünün öksürüğüne teslim olunca.
Tigris’in cennetinde çektiğim bir sürü
görüntü var. Fotoğrafların kesilip ateşe
atılamadığı bu çağ, başka bir tenin kucaklayışı
kadar bana dar. Tuş teknolojisi bile özlemli,
ekranı kaydırarak siliniyor hatıralar. Geçmiş,
yaşanması hayal edilen anlar kadar canlı. Sanki
gelecek güzel günlerin havalı fragmanları.
Pek yakında gerçekleşecek, unutulmaz anlar
kurgulanarak yeniden çekilecek. Bir açık hava
sinemasında, hayatımın seyircileri tarafından
izlenecek. Su gibi aktığı zannedilen şeyler zaten
gerçek olamayacak kadar güzeldir. Kendini
kandırmak, kanal değiştirirken rastlanıp her
defasında seni esir alan eski filmler gibidir.
İnsan çiğdir, hamdır, olmamıştır. Kendi kendine
ettikleri yüzünden sevdiklerini cezalandırır.
Günahkârlar değişemezler, eskiden nasıl biri olduklarını
unutmaya çalışırlar. Parlama arzusu duymak, artık yeni biri
olmak fevkalade kişisel meselelerdir. Gitmeye cesaretin ve daima
hazır bir bavulun yoksa değişemezsin. Ölü derini ardında bırakıp
geleceğe doğru sürünürken mutsuzluğunun bedelini başkalarına
ödetemezsin. Başa çıkılması zor biliyorum. Ama belirsizliğin ekşi
salgılarıyla yeniden çıkıyorum yıllar önce indiğim kuleye. Şiddetli
bir batı esiyor, rüzgâra yaslanarak güvensiz bir denge buluyorum
beni savurmak istese de. Artık başım dönmüyor, vertigom cılız,
unutulmanın beni öldürmeyeceği bilgisi sabit tecrübeyle. Yeni
aşkım çift isimli: Arada Kalmak. Kulağıma üflüyor “düşmek
sıradan ihtimallerin en yıpratılmışıdır.” diye.
Bütün şehrin ayarı bozuk, herkesin kafası matiz.
Tigris’in cenneti hiç yaşanmamış anlar kadar zarif bir
hatıra şimdi. Herkesin yalnızlaşıp aydınlanma yaşadığı,
kendini değerli hissetmeye başlayıp kanaat önderliğine
soyunduğu günler. Demek ki kurtuluşa ve mutluluğa her
zamankinden daha yakınız, ne güzel. Oysa isimler, hak
edilmiş sıfatlara dönüştüklerinde manalarını seçer. Saf
sevginin haricindeki her şey eskir ve köhner. Hayat daima
ileri doğru akar ve süreklilik arz eder. Geleceğin gizemli
belirsizliğini, güzel hatıraları düşünmek teskin eder. Çivi
çiviyi söker derler. Çivi kırılmış, gömülmüş tene, nasıl
sökülür? O halde bir damar bulup kalbe doğru yürür.
Her şeyin değerini yitirdiği o anlarda sevgi, vefa, hatıralar ve mutluluk, çocukluk hastalıkları ve insan psikolojisinin çıkışsız dehlizlerinde eriyip kaybolur. En eski karanlık geçmiş; kendisinden sonra gelen geçmişi yutar, yok eder. Bütün manayı emer. Hareket ve duygu, gergin diyalogların kurbanı olur. Samimiyet öldüğünde hatırası da silinir, hiç var olmamış gibidir. Herkes bir şey arar, bir […]
Devamını OkuEy yas, yaz beni. Ben ömrümce yasamadan duramadım ki. Tek bir harf farkla yitirdim sevme yetimi. Eğer gerektiği gibi tutabilirsem seni, belki yeniden bulabilirim kendimi. Kural bu, bir süre seninle yaşamalı biri. Şimdi oturup yasmaya çalışacağım. Sonra yatağa uzanıp yasacağım. Yas sıcağının soğuk cehenneminde uyumaya çalışacağım. Soracak bana “Kaç yasındasın?”, “Ne yastan geçerim ne de […]
Devamını OkuZaman zaman sorarlar, Yaşar Kemal’le olan dostluğumuzu. Hayranı olduğum bir insanın/ ulaşılmaz bildiğim bir büyük yazarın bir gün dostu oldum. Nereden nereye derim içimden. Bu yazıya başlarken Çukurova Yaşar Kemal kitabımda da anlattım. Ayşe Semiha Baban’ın içtenliği, ilgisi sayesinde onunla konuştum, birlikte oldum. Ayşe Hanım beni evine aldı, Yaşar Kemal’le söyleşmemizi sağladı. Onun içtenliğini unutamam. […]
Devamını OkuBeykoz tarihi günlerinden birini yaşıyordu. 10 Ekim 1965 Milletvekili Genel Seçimlerinin propaganda dönemiydi. Sanat tarihçileri tarafından “Su Sarayı” olarak tanımlanan Beykoz’un simgelerinden biri olan Onçeşmeler’in yanı başındaki köşe kahvede Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) toplantısı vardı. Kahvenin içi dolmuş, sonradan gelenler dışarı taşmıştı. Gözlüklü, tok sesli, uzun boylu adam “Oyunuzu adama verin, beygire değil.” diyordu. Adam […]
Devamını Oku