Bak bir varmış…
En eskisi Beyaz Kelebekler’miş, benim herhalde renk ve anlam yakınlığı bulup hep Mavi Işıklar’la karıştırdığım, Türk pop ve rock ya da hafif müzik gruplarının en eskisi. Türkçe Sözlü Hafif Müziği, eski Türkiye’de basının ‘amiral gemisi’ olan Hürriyet’in ve sosyal demokrat Milliyet’in yarışmalar ve liselerarası şenlikleriyle desteklediği güzel günlerdi. Yılın sporcusunun, güzellik kraliçesinin okur oylarıyla seçildiği ve bu seçimlerin resmi bir yanı olmadığı halde Abdi İpekçi’nin Milliyet’i olduğu için resmi olandan daha güvenilir, saygın bulunduğu laik günler
Şimdi bir Ortadoğu ülkesine dönüşen memlekette, gazete okuyan, birkaç köşeyazarını ‘takip eden’ bir ortasınıf ve onun yaşadığı bir hayat vardı, o hayata da kimse laik diye saldıramaz, bunu aklından bile geçiremezdi! Bir kadının giyimine, bir genç kızın eteğine sıkı mı bir laf etsin, kötü bir söz söylesin! Şimdi Ortadoğu ülkelerindeki şeriat rejimlerinden bunalan kadınlar bile yavaş yavaş peçelerini açmaya, özgürlükle tanışmaya, sokağa çıkmaya, kadın ve her şeyden önce insan olduklarını, erkeklerle eşit hak ve özgürlüklere sahip olduklarını göstermeye başladılar. Hakkaten de gazanız mübarek olsun ve sonunda her şey kadınların istediği gibi olsun! Çünkü erkek, zihniyet olarak tutucudur, her daim iktidarda olan bir cinsten söz ediyoruz, erkekten, iktidarını korumak, ayrıcalıklarını sürdürmek için tutucu ve yeniliğe karşı olması ka-çı-nıl-maz-dııırrrrrr!
Beyaz Kelebekler’in kurulduğu yıl, 1963, Türkiye’de özgürlüklerin, solun, farklı düşüncelerin önünün açıldığı yıldı. Nâzım Hikmet’in 1938’den tam 25 yıl sonra Türkçede kitabının çıktığı yıldı: Kuvayı Milliye Destanı(Yön Y.) Ne yazık ki büyük şairimizi de 3 Haziran’da, daha 61 yaşında yitirdiğimiz yıl olacaktır 1963. Çok değil üç yıl önce İngiltere Liverpool’da The Beatles kurulmuş, Ağustos 1962’den dağıldıkları 1970’e kadar yaptıkları dört dörtlük, John Lennon, Paul McCartney, George Harrison ve Ringo Starr, müzikle çılgın rock tarihini başlatmışlardır.
Beyaz Kelebekler, ülkeye çok değişik alanlarda çok değerli adlar armağan etmiş Kabataş Lisesi’nden 5 öğrencinin kurduğu topluluk. Kısa sürede ünlenirler, birkaç yıl içinde kadın solistler de katılır gruba. Anımsıyorum, 1970’te konser için Adapazarı’na giderken geçirdikleri trafik kazasında kuruculardan üçü yaşamını yitirdi. Ülkenin bitmeyen dertlerinden trafik kazaları, o zamanlarda da şimdi de!
Gömleğinden ceketine, pantolonuna, kravatından ayakkabısına beyaz giyip beyaz çerçeveli gözlükler takarlardı, o dönemin modası folk ağırlıklı şarkılar söylerlerdi. Televizyon da siyah beyazdı zaten. Ama onlar için ‘Türk popunun en renkli grubu’ denildiğini de okudum. Olasılıkla şarkılarının çeşitliliği ve neşesi için söylenmiştir bu.
Almanya’ya işçi göçünün yeni başladığı yıllardır ve gurbetçi türkücülerimiz daha sahnelerde görünür değildir. Beyaz Kelebekler, Almanya ve Hollanda gibi ülkelerde dinletiler yaparlar, bir anlamda turne geleneğini de başlatırlar. İlginç başka şeyler de var, İran Şahı Rıza Pehlevi’nin sarayında 14 gün ağırlanıp çeşitli dinletiler yapmaları gibi. 3 arkadaşlarının mezar taşını da beyaz kelebek biçiminde yaptırmışlar Feriköy Mezarlığı’nda. Erol Büyükburç’u onların solisti sanırdım, o yıllardan öyle kalmış aklımda, Büyükburç’un şu Beyrut’ta, Bağdat’ta, Arap aleminin 60’lardaki şaşaalı günlerinde başrolünü oynadığı müzikal filmlerin birinde görmüşümdür belki onları.
Cem Karaca’nın da ilginç bir giyim tarzı vardı… diyebilir miyiz? Şapkaları bir yana, yelekleri, çizmeleri, folklorik giysileri, bir de takım elbiseleri vardı, fular filan takardı, o da sanki zaman zaman Beyaz Kelebekler solisti gibi giyinirdi, tepeden tırnağa, hatta gözlüğüne kadar beyaz! Hayata dair beyaz şarkılar söylemek isterdi belki o da, “Bugün sen çok gençsin yavrum/Hayat ümit, neşe dolu” ya da “Bir gün belki hayattan/ geçmişteki günlerden/bir teselli ararsan/bak o zaman resmime”
Beyaz Kelebekler’in şarkıları öyleydi, hafif, beyaz, gündelik, geçiciliğin(in) farkında, ama kimi şarkılarının kalıcı olduğunu da yaşayanlar gördü, “Sen gidinceeeee bak neler oldu/kalbimin ucu yandı tutuştu/şu dünyanın düzenine bak/benim sevgilim neden yok oldu?” diye söyler dururuz hâlâ. O şarkı söylenedursun Beyaz Kelebekler gelecek ümitlerini, pembe, mavi, beyaz soruya dönüştürdüler, daha çok da olabilirliğin yol açtığı şaşkınlığa: “Neler oluyor hayatta/bir de şu rüya gerçek olsa/sabaholup uyanınca…” diye hâlâ ve hayli soran var aramızda, kulaklarımla duydum. “Bütün aşklar tatlı başlar/yavrum canım tatlı laflar/bebeğim nonoşum aşkınla sarhoşum” diye 60’larda Boğaz’da süzülen teknelerden birinden yaz akşamlarına yayılacak tatlı şarkılar, daha doğrusu aşklar da söylediler ve başka akşamlar ve başka şarkılar ve başka aşklar ve başka anılar ve başka zamanlar ve başka yazlar ve başka sular ve başka…
Mavi Işıklar: Hâlâ göz kırpıyor!
Mavi Işıklar: Hâlâ göz kırpıyor! The Beatles’ı Beyaz Kelebekler bahsinde andım ama asıl Mavi Işıklar’la birlikte anmam gerekiyordu. Kelebekler’den 1 yıl sonra, 1964’te kuruluyor Işıklar, ve gerek söyledikleri şarkılar gerek yabancı şarkılardan yaptıkları uyarlamalarla o zamanın deyimiyle daha ‘Avrupai’ler! Öyle de en bilinen şarkıları bir uyarlama, o da Lübnanlı bir psychedelic grubu olan The Cedars’ın “For your information” adlı şarkısından. Lübnan bayrağında da olan ve ülkeyi temsil eden sedir ağacından almışlar adlarını, topluluğu hatırlamıyorum, şarkıyı dinlemiştim tabii, fakat Türkçesi de o kadar baskın çıktı ki aslını unutturdu: “Faydası yoktur gözlerdeki yaşın/gitmeden evvel iyi düşün taşın.” Şarkı biraz ‘müstehcen’ sözlerle de söylenecek kadar yaygınlaştı, dedim ve düşündüm o kadar da değilmiş, şu sözlere bakın: “Hamama gittim/hamam sıcaktı/ hamamda kızlar/çırılçıplaktı!” Aman Tanrım ne kadar açık saçık sözler değil mi? Tabii değil! Ya da “Domates biber/bu ne biçim dilber!” Yeniyetme aklımdan bugüne kalmış!
1968’miş, her şeyin iç içe olduğu, karışık, öyle olunca da galiba iyi şeyler olacak, güzel günler gelecek beklentisinin havada asılı kalmış tek bir mavi bulut gibi göz kırptığı günler, 12 yaşım! Ama bazı yıllar, dönemler, dönüşüm, değişim, dönemeç anlamına gelir ve aynı yıl birkaç yaş birden büyürsünüz! Oğlansanız sesinizin kalınlaşmasıyla, bıyıklarınızın terlemesiyle ve hayrolsun acayip rüyalar denizinde yüzmekle sınırlı değildir bunlar yalnızca, o yaşlarda yasak kitaplar okumanın tadını da duyarsınız, bir şairin gizlice elden ele gezen şiirlerinden birini okuyup “su başında durmuşuz çınar, ben, kedi, güneş, bir de ömrümüz” dizesiyle neden de olduğunu pek anlamadan ürperirsiniz, yaz sonudur, çınar vardır, kedi, güneş, daha yolun da başındasınızdır, niye çoğul konuşuyorum ki o koca kafalı oğlana, bir de sen varsındır işte, çocuk ömrün vardır henüz…
Mavi Işıklar, Beyaz Kelebekler’den daha uzun ömürlü olmuş deyince kelebeğin ömrü kaç günlük ki zaten üzüntüsüne düşüyorum. Gencecik üç arkadaşı yitirmek onulmaz bir yara, yıllar geçtikçe derinleşir, bilirim. Işıklar 2000’lerde de görülmüş televizyon semalarında, parlamışlar, göz kırpmışlar, önceden de birtakım ilginçlikler yapmışlar, ama durun, The Beatles’ı boşuna anmış olmayalım, onlar gibi giyinmeye özenmiş Mavi Işıklar da beşibiyerde, mavi gömlekleri, şapkaları, renkli giysileriyle The Beatles’ı anımsatmıyor da değiller! Eh tam zamanı, bu tip hareketlerin, yeniliklerin sempatiyle karşılandığı zamanlar, Türkiye’nin bir ‘ortasınıf ülkesi mutluluğu’ yaşadığı laik yıllar, şimdiki gibi normalin dinsel olmadığı zamanlar, kızanlar da olmuştur ama bir şey dememiş, üzerine yürümemiş, konserlerinin yasaklanmasını istememiştir! Mavi Işıklar pop ve rock topluluklarının yalnızca müzik dünyasının değil gösteri dünyasının da bir parçası olduğunu erken kavramış ve pijamalarıyla sahneye çıkmak, yatak odalarını sahneye çıkarmak gibi memleket için hayli radikal işler de yapmışlar! Gerçi Orhan Veli ve İki Garip arkadaşı da ellerinde balonlarla şiir dağıtmak, Galata Kulesi’nden şiir uçurmak, Karaköy İskelesi’nden denize şiir yazılı kâğıt gemiler yollamak gibi şiirsel eylemler de yapmışlar; belki de Orhan Veli bizim ilk pop şairimizdir, İkinci Yeni de rock şairler topluluğu, olamaz mı?
“Güzel günler göreceğiz” deyip duruyoruz ya Nâzım’ın dizesiyle, yoksa gizliden gizliye ve kederle “güzel günler görmüşüz de kıymetini bilememişiz” mi demek istiyoruz?
Böyle bitirmeyelim, Ahmed Arif’in ünlü şiiri “Anadolu”da “Öyle yıkma kendini/öyle garip, öyle mahzun” demesini hatırlayalım ve şairi de uzun yıllar yaşadığı kentle, “Ankara Rüzgârı”yla analım; 1958’de Nesrin Sipahi’nin söylediği bu şahane Türk Sanat Müziği şarkısını yorumlayarak Avrupa pop müzik listelerine giriyor Mavi Işıklar. Bir Ankara ‘fan’ı olarak ayrıca çok sevip söylediğim, çoooook tatlı bir şarkı: “Pembe küçük dudağın söyledi şarkımızı/İndi bahar Ankara’nın sisli yamaçlarına” diye başlayıp, bitmesini istemediğimiz dizelerle uzata uzata tadını çıkara çıkara sürer, yinelenir: “Söyledim aşkımı ben Ankara rüzgarına/Olmadı kaldı benim her hevesim yarına/Boş yere ağlama, kalbini bağlama Ankara kızlarına”. diyor ama Ankara kızlarına gönlünü bağlamaktan da pişman değil yani, ben de öyle! “Bir zamanlar maziye bak ne kadar şendik!” Bitmedi, Mavi Işıklar’ın “Helvacı”, “Çayır Çimen Geze Geze” gibi halk müziğimizden yorumladıkları şarkılar, türküler bu halleriyle de yeniden sevilen yapıtlar oldular. Yalnızca Mavi Işıklar değil, Beyaz Kelebekler de, dönemin diğer adları Cem Karaca, Barış Manço da aynı bağa dalacak ve üzümünü yiyecekler, ama bağını sormayı da ihmal etmeyeceklerdir!
Orijinali “send me a postcard” olan ve Shocking Blue tarafından söylenen şarkıyı da, akrabalığın mavi kontenjanından diyelim, “Aşk Çiçeği” adıyla söyler Mavi Işıklar, “Yalnız kaldım uzakta kalbim üzgün sevgilim/Gözüm şimdi yollarda birkaç satır beklerim/İsmin düşmez dilimden bir haber olsun yaz gönder/Seni seni aşk çiçeği gönlümün nazlı meleği.” Sık sık aklımıza düşen, yalan yanlış bazı dizelerini mırıldandığımız bu şarkıyı da unutmayalım dedim, 1970’te yazılmış!
Mavi Işıklar’a sonradan haberlerde rastladım, yeniden sahnelerde, unutulmayanlar gecelerinde sanırım göründüler ama bazen de ışığın en parlak olduğu zamanların güzel anısına, tıpkı çok değerli İlhan İrem gibi “Işıkla ve Sevgiyle” kalın demek gerekiyor, üstelik bu kadar maviyken ışıklar! Yoksa yazlık bahçelerdeki güz düğünlerinin sonu gibi kimse kalmıyor ortalarda!
Moğollar: Akrabadan ileri!
Bugünlerde Moğollar yeniden moda oldu, hayırdır, nedir, n’oluyor yahu gibi şeyler gördüm, nerede olacak sosyal medyada, ve tek izlediğim, ara sıra tivit attığım tivitırda, şimdi onun da adı değişti X oldu, millet bi üzülsün, gitti bizim şakayık diye, yok şakayık değil başka bi şeydi, kuş işte, ötüşgen diyelim o.
Hakkaten ben de niyeyse bir şairin şiirinde Moğollar geçmeli deyip tuttum Moğolların Gizli Tarihi diyedir bir kitap aldım, almakla da kalmadım, okumaya bile başladım! Darısı diğer kitapların başına! Adını yanlış yazmışım kitabın, Moğolların Kısa Tarihi’ymiş (George Lane, çev: Turgay Sivrikaya, İletişim Y.). Gizli tarihi ise çok ünlü bir kitapmış, belki benim de aklıma ilk onun gelmesi bundan, Moğolca yazılmış bu en eski yapıt Cengiz Han’ın ölümünden sonra tamamlanmış, Türkçede de var, kısa tarihini bitirince gizli tarihini de okumak ister insan herhalde!
Fakat ondan önce, Moğollar kadar olmasa da hatırısayılır bir tarihleri olan bizim Moğollar’a bakalım! Efsanelerimizden ya da Ortaasya geçmişimizden aramızda bir akrabalık olduğu söylenen Moğollardan bizim Moğollar’a uzanan sürece bakalım önce. ‘Türklerin kuzenleri’ demişler Moğollar için, öyleyse biz de Cahit Berkay ve Moğollar’ın artık kaçıncı derecedense kuzenleri sayalım kendimizi. İnsan bazen bazı yazarları, sanatçıları, müzisyenleri, sinemacıları akrabadan ileri sayıyor çünkü, Moğollar da öyle! 2023’teyiz ve Moğollar tam 56 yıldır bu çölde müzik yapıyor, üstelik yaptıkları ne Türk halk ne Türk sanat müziği, çoğu kez burun kıvırılan, eleştirilen bir müzik yapıyorlar, rock yapıyorlar daha da önemlisi sıkı muhalif olarak yapıyorlar bunu!
(devamı gelecek sayıda…)
Yeni Türkü’yle öncelikle bir dinleyici olarak ilişkim var, üstelik yaşım tuttuğu için en başından beri ve aynı yıllarda ODTÜ’lü olduğum için okuldan da! Biraz daha fazlası da var, ilk şiir kitabım Karşılığını Bulamamış Sorular’ın 1981’de Yeni Türkü Şiir Yayınları’ndan çıkmış olmasıyla da. Bununla ne demek istiyorum? Yayınevinin sahibi, şair Yaşar Miraç’ın gruba da bu adı […]
Devamını OkuBulutsuz Ruhlar: Bulutsuzluk Özlemi Eskimedikleri kendilerini sık sık hatırlatmadıklarından belli. Ya da şöyle diyeyim, kendilerini sık sık hatırlatmadıkları için hiç eskimiyorlar. Bir de şöyle deneyeyim: Öyle az görünüyorlar ki yeni bir albüm çıkardıklarında ya da dinleti yaptıklarında ‘duydunuz mu müthiş bir grup çıkmış!’ izlenimi uyandırıyorlar. Daha da ne söyleyeyim? Hem eski hem yeni. Hem klasik […]
Devamını OkuZaman zaman sorarlar, Yaşar Kemal’le olan dostluğumuzu. Hayranı olduğum bir insanın/ ulaşılmaz bildiğim bir büyük yazarın bir gün dostu oldum. Nereden nereye derim içimden. Bu yazıya başlarken Çukurova Yaşar Kemal kitabımda da anlattım. Ayşe Semiha Baban’ın içtenliği, ilgisi sayesinde onunla konuştum, birlikte oldum. Ayşe Hanım beni evine aldı, Yaşar Kemal’le söyleşmemizi sağladı. Onun içtenliğini unutamam. […]
Devamını OkuBeykoz tarihi günlerinden birini yaşıyordu. 10 Ekim 1965 Milletvekili Genel Seçimlerinin propaganda dönemiydi. Sanat tarihçileri tarafından “Su Sarayı” olarak tanımlanan Beykoz’un simgelerinden biri olan Onçeşmeler’in yanı başındaki köşe kahvede Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) toplantısı vardı. Kahvenin içi dolmuş, sonradan gelenler dışarı taşmıştı. Gözlüklü, tok sesli, uzun boylu adam “Oyunuzu adama verin, beygire değil.” diyordu. Adam […]
Devamını Oku