Haydar ERGÜLEN
Tüm Yazıları
100. Yıl Cumhuriyet Alfabesi
Ana Sayfa Tüm Yazılar 100. Yıl Cumhuriyet Alfabesi

PARYA: Paryalar dediyse biri, Pardayanlar mı dedi diye soran da çıkmıştır sanırım. Şimdilerde şöylesi düşünceleri ‘derin tarih’ diye sunarken, içine biraz edebiyat, sosyoloji katarak ‘entelektüel’ bir temeli varmış gibi yapanların çokça çıktığı gibi! “İngilizler’in adamı Mustafa Kemal azılı bir jakoben ve sonradan ayrılmış gibi görünse de özde İttihatçı bir paşa, ve elbette Fransızca, Fransız edebiyatı […]

PARYA: Paryalar dediyse biri, Pardayanlar mı dedi diye soran da çıkmıştır sanırım. Şimdilerde şöylesi düşünceleri ‘derin tarih’ diye sunarken, içine biraz edebiyat, sosyoloji katarak ‘entelektüel’ bir temeli varmış gibi yapanların çokça çıktığı gibi! “İngilizler’in adamı Mustafa Kemal azılı bir jakoben ve sonradan ayrılmış gibi görünse de özde İttihatçı bir paşa, ve elbette Fransızca, Fransız edebiyatı ve aydınlanma düşüncesi hayranı bir Osmanlı subayı olarak Pardayanlar’ı okumuş ve kökten kazımaya and içtiği eski rejim yanlısı halka ve onun sözcülerine parya muamelesi yapmakta bir nebze olsun tereddüt etmemiştir.” Böyle bir cümle okumadım ama içinde geçen düşünceleri şurda burda parça parça okudum, okuyoruz! Öteyandan bu ve benzeri cümlelere karşılık olarak da, vaktiyle ne yaptıysa yaptıklarını az bulanlar olduğunu duyuyoruz!

Pardayanlar’ı okumamış olan çoktur ama duymamış olan pek yoktur. Fransız edip Michel Zevaco’nun 1900’de tefrika olarak yazmaya başladığı dizi, yoksulun yanında, haksızlığa karşı yalınkılıç savaşan baba-oğul iki yürekli gezgin şövalyenin tam 10 ciltlik maceralarıdır ki biraz göz gezdirince Robin Hood’un da uzak kuzenleri olduğu fikrini akıllara düşürür. Bizde de Köroğlu. Mustafa Kemal Paşa ve İttihatçı subaylar okumuş mudur bilmiyorum, ama bugünden bakıldığında Kuvayımilliye ve Kurtuluş Savaşı’ndaki kimi çetelerin “arş yiğitler vatan imdadına” aşkıyla benzerlik gösterdiği açık. Ve tabii bu cümleden olmak üzere Pardayanlar’ın paryaları korumak, onların hayatta kalabilmesini sağlamak, haklarını savunmak için gözükara biçimde ileri atıldıklarını söylemek de gerek.

Parya kimdir, hangi dilde söylense sanki o dile ait bir sözcük gibi, herhalde anlamı ayaktakımı olduğu için. Bu genel ama Parya özel isim. Hindistan’da sayıları 200 milyona ulaşan yerli halk ve oradaki kast sisteminde en aşağıdaki katman. Hiçbir toplumsal sınıftan sayılmıyor. Neredeyse hiçbir hakları, özgürlükleri yok. İronik bir biçimde ‘Dokunulmazlar’ olarak adlandırılıyorlar.

Paryanın bir şairle müzisyeni buluşturması 2023’e kısmet oldu, yani Cumhuriyet’in 100. yılına, ama bundan önce artık ‘yerli ve milli şiir’ mi demeli yoksa ‘resmi şiir’ mi, belki de ‘zorunlu şiir’ olan “Sakarya Türküsü”nün en canalıcı dizeleri arasında yerini alarak bugünkü şöhretine ulaştı. Hece şiirinin ustalarından Necip Fazıl Kısakürek’in yazdığı şiirde nakarat olarak yinelenen dizeler şöyle: “Vicdan azabına eş, kayna kayna Sakarya/Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!”

“Parya kimdir, hangi dilde söylense sanki o dile ait bir sözcük gibi, herhalde anlamı ayaktakımı olduğu için. Bu genel ama Parya özel isim.”

Parya sözcüğünün telaffuz edilme sıklığının en sıkı nedeni ne sınıfsal yaklaşımlar ne sosyolojik çözümlemeler, varsa yoksa bu şiir, özellikle de iki dizesi, “Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!” Paryalığa bir eleştiri yok burada, ‘üstelik öz yurdunda’ parya olmaya bir itiraz var, elbette bu da itiraz edilecek bir durum. Buna itiraz eden şairse Cumhuriyet’in açık ve örtülü tüm nimetlerinden yararlanmış biri.

Parya sözcüğünü kullandığı “Sakarya Türküsü”nü 1949’da yazmış Necip Fazıl. 1924 yılında Genç Cumhuriyet’in, üstelik yoksul ve hiçbir kurumu, fabrikası olmayan bir Cumhuriyet’tir, onca olanaksızlık içinde Paris’e felsefe bursuyla yolladığı, üniversiteye gitmeyip üç yıl kumar oynadıktan ve ülkenin olmayan parasını harcadıktan sonra yurda döndürülen, ötesi de uzun ama anlatmayacağım, kendisi otobiyografisi olan Babıali kitabında anlatıyor zaten, şair. Uzun yıllar CHP’nin himmetiyle rahat ettiğini, çıkardığı “Ağaç” dergisine Celal Bayar’ın İş Bankası’ndan yıllık ilan verildiğini, üstelik paranın da peşin ödendiğini, Kemalizmin önde gelen ideologlarından, yazar Falih Rıfkı Atay’ın evinde oğulları gibi konakladığını da hep anlatır orada.

DP kurulduktan sonraysa, laik Cumhuriyet’in dindarları baskı altında inim inim inlettiğini, camileri ahır yaptığını, inananlara olmadık zulümler uyguladığını, tabii inanırsanız, haykıranlar korosunun da yazıları ve konferanslarıyla başını çeker ‘Üstad’. Şair ya, yetmez bir de şiirini yazar, “Zindandan Mehmed’e Mektup” da bu tarz şiirlerinden ve İslamcı yönetimin en çok bildiği, sevdiği, okuduğu iki şiirinden biridir, diğeri “Sakarya Türküsü”, ‘Üstad’larının: “Yarın elbet bizim elbet bizimdir!/ Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!” 27 Mayıs 1960 sonrası hapse düşen şairin oğluna yazdığı bir mektup şiirdir bu.

Kendilerini öz yurtlarında garip olduklarına inandıranlar ve sen öz yurdunda paryasın paryasın parya diye diye inandırılanlar, Cumhuriyet tarihi boyunca imparatorluğu kaybettiklerine dövündüler, böylece dinin elden gittiğine inandılar. Üfürükten tarihçilerine göre, Mustafa Kemal ya da KaMal, M’yi büyük yazıp kendilerince zeki sözcük oyunları da yaparak, Osmanlı’ya, padişah efendilerine, tabii hilafet makamına, ezcümle dine ihanet etmişti. Madem yurdunu seviyordu ve madem düşmandan kurtarmıştı, neden onu bu mülkün sultanına yeniden teslim etmemişti de Cumhuriyet’i kurmuştu?

Konu dağılmaya, genişlemeye, sapmaya çok uygun, birkaç cümle öncesine dönelim. Parya bir ‘şair mübalağası’ olsa da, yine aynı şairin ‘din mazlumu’ndan başlayarak bugün ‘mağdur’a, son zamanlarda herhalde Fanon’dan ödünç ve pek öfkeli, ne de olsa “Biraz üzgün ve ömer öfkesinde biraz” bir başka şairleri de var, böyle olunca da ‘fiyakalı’ durduğuna şüphe olmayan ‘siyahlar’a geldiğimizde, büyük bir ‘öteki edebiyatı’ çıkıyor karşımıza. Bunu yapanlarsa ‘Beyazlar’ ya da ‘Beyaz Türkler!’

Parya onlar için sınıflaraltı bir tanım bile değil, ‘din mazlumu’, Cumhuriyet’in zulmüne uğramış inançlı kişiler, en azından bu ezbere bildikleri, artık çoktan vecize, aforizmaya dönüşmüş bu dize, onlara öfkelerini hatırlatıyor, bir zamanlar ‘parya’ oldukları zamanları. Paryayı sınıfsal anlamda kullanan tek şairse, ‘Üstad’ın en fazla eşiti kabul edilen Nâzım Hikmet. Üstelik tam da enternasyonalist hissiyatının tezahürü olarak yazdığı ve Hindistan’ın Kalküta şehrinde İngiliz emperyalizmine karşı savaşırken ajan olduğu sanılan, sonunda da intihar eden Komünist Parti üyesi Benerci’nin trajedisi olan 1932 basımı Benerci Kendini Niçin Öldürdü? kitabında anar paryayı, elbette proletarya ile birlikte: “Muzika başladı, makina döndü. Perdede ikinci kısmın ismi göründü ‘Hindistanlı Parya ve Proletarya”.

Şarkıcı Teoman’la, canım arkadaşım Ahmet Erhan’ın bir şiirini, “Oğul” bestelemek için adres arayışı sırasında tanıştık, şahane şiirin şahane şarkısını yaptı. Geçenlerde de bu parya meselesine girdi, “Kendi Vatanında Parya” diye ironik, ‘aydın sorunsalı’na takık bir tekli yapıp onu da Necip Fazıl Kısakürek’e adayarak, bana kalırsa uykudan hayli geç kalkmış biri gibi meseleye de geç uyanmış olarak, üstelik siyahlar beyaz olurken, Beyaz Türkler adına komik bir hareket yaptı. Tarkan’ın “Kış Güneşi” şarkısını hatırlattı: “Yanlış zaman yanlış insan”.

Ah Teoman!

Yazarın Diğer Yazıları
Türkçe Sesli [Yeni Türkü: Bizim Türkümüz]

Yeni Türkü’yle öncelikle bir dinleyici olarak ilişkim var, üstelik yaşım tuttuğu için en başından beri ve aynı yıllarda ODTÜ’lü olduğum için okuldan da! Biraz daha fazlası da var, ilk şiir kitabım Karşılığını Bulamamış Sorular’ın 1981’de Yeni Türkü Şiir Yayınları’ndan çıkmış olmasıyla da. Bununla ne demek istiyorum? Yayınevinin sahibi, şair Yaşar Miraç’ın gruba da bu adı […]

Devamını Oku
Türkçe Sesli

Bulutsuz Ruhlar: Bulutsuzluk Özlemi Eskimedikleri kendilerini sık sık hatırlatmadıklarından belli. Ya da şöyle diyeyim, kendilerini sık sık hatırlatmadıkları için hiç eskimiyorlar. Bir de şöyle deneyeyim: Öyle az görünüyorlar ki yeni bir albüm çıkardıklarında ya da dinleti yaptıklarında ‘duydunuz mu müthiş bir grup çıkmış!’ izlenimi uyandırıyorlar. Daha da ne söyleyeyim? Hem eski hem yeni. Hem klasik […]

Devamını Oku
Bu Sayıdan Yazılar
Yaşar Kemal’le Geçen Günler / Öğrendiklerim

Zaman zaman sorarlar, Yaşar Kemal’le olan dostluğumuzu. Hayranı olduğum bir insanın/ ulaşılmaz bildiğim bir büyük yazarın bir gün dostu oldum. Nereden nereye derim içimden. Bu yazıya başlarken Çukurova Yaşar Kemal kitabımda da anlattım. Ayşe Semiha Baban’ın içtenliği, ilgisi sayesinde onunla konuştum, birlikte oldum. Ayşe Hanım beni evine aldı, Yaşar Kemal’le söyleşmemizi sağladı. Onun içtenliğini unutamam. […]

Devamını Oku
Anadolu’unun Köklü Çınarı: Yaşar Kemal

Beykoz tarihi günlerinden birini yaşıyordu. 10 Ekim 1965 Milletvekili Genel Seçimlerinin propaganda dönemiydi. Sanat tarihçileri tarafından “Su Sarayı” olarak tanımlanan Beykoz’un simgelerinden biri olan Onçeşmeler’in yanı başındaki köşe kahvede Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) toplantısı vardı. Kahvenin içi dolmuş, sonradan gelenler dışarı taşmıştı. Gözlüklü, tok sesli, uzun boylu adam “Oyunuzu adama verin, beygire değil.” diyordu. Adam […]

Devamını Oku