Cumhuriyet Bayramlarında, Maltepe’nin tarihi Beşçeşmeler Meydanı’nda, Selanik mübadilleri eski bir geleneği inatla sürdürüyor. Tren yolunun üzerinden geçip Feyzullah’a uzanan köprünün adından da anlaşılacağı gibi Dramalılar, 29 Ekim’lerde davul-zurna eşliğinde tam yüz yıldır oynuyor, cumhuriyet coşkusunu suyun öte tarafından getirdikleri geleneksel danslarıyla yaşıyor. Çok eskiden bir gün önce başlayan müzik, şimdilerde bayram günü erken saatlerde duyuluyor […]
Cumhuriyet Bayramlarında, Maltepe’nin tarihi Beşçeşmeler Meydanı’nda, Selanik mübadilleri eski bir geleneği inatla sürdürüyor. Tren yolunun üzerinden geçip Feyzullah’a uzanan köprünün adından da anlaşılacağı gibi Dramalılar, 29 Ekim’lerde davul-zurna eşliğinde tam yüz yıldır oynuyor, cumhuriyet coşkusunu suyun öte tarafından getirdikleri geleneksel danslarıyla yaşıyor. Çok eskiden bir gün önce başlayan müzik, şimdilerde bayram günü erken saatlerde duyuluyor meydandan. Adını Drama ile Kavala arasındaki Zigoş köyünden alan oyunla girizgâh yapılıyor. Karşılamayla devam edilip bir nevi halay olan Üç Ayak oyunuyla sürdürülüyor toplu dans. Kadınlar, erkekler, hayatlarında Drama’yı hiç görmemiş gençler; mübadil torunları genlerine işlemiş akıl almaz bir uyumla kaldırıyorlar kolları, figürleri maharetle sergiliyorlar. Maltepe şimdilerde devasa bir ilçe, zaman ve insan hayatı akıtarak birlikteliğin yolunu buluyor. Geç saatlerde Anadolu’nun her yerinden ezgiler geliyor meydandan. Semtin Rumelilileri, Güney Doğuluları, Karadenizlileri, envaiçeşit insan yıl boyu hep o günü bekliyor.
Turna, Akın, Gordel, Kordel, Bağkıran, Yüce, Çöremen, Gökmen, Gökçen, Çakır, Külçür ve sayamadığım daha birçok soyadı, hepsi de Dramalı. Bayram gecelerinde maaile meydandalar. Büyüklerimiz anlatıyor, herkes sandalyesini getirip çevirirmiş meydanı. Çoluk çocuk, semtin ileri gelenleri, zeytinyağlı dolmalar, köfteler, börekler, çaylar, simitçi, macuncu, gazozcu. Bir panayır sevinciyle kutlanırmış bayram. İki gün iki gece oynayanlar, kulağına zurnayı üfletenler, sırtını ayı oynatıcının ayısına çiğnetenler, çekingenler, mutaassıplar, rakısının suyunu çeşmeden dolduranlar, hafiften çakırkeyifler, neler neler. Cumhuriyetin kimsesizlerin kimsesi olduğuna, imtiyazsız sınıfsız kaynaşmış kitle olma iddiasına tutkuyla inanılan devirler bunlar. Sadece Rumeli işi kutlanmıyormuş bayram, Asmalı Kahve Meydanı’na Kürt zurnası da geliyor, orada da halaylar çekiliyor. Beşçeşmeler Meydanı o zaman tam meydan tabii. Şimdiki gibi restoran ve kafe istilasıyla boğulmuş, daracık bırakılmış değil. Semtin gerçek sahibi sakinleri. Henüz turistik olunmamış günler.
Kazasker Feyzullah Efendi’nin 18. yüzyılın başında yaptırdığı çeşmenin baktığı, bayram kutlamalarına ev sahipliği yapan meydan ve çevresi aslında Maltepe’nin esas merkezi. 70’lere kadar balık tezgâhları, kasap, bakkal, banka, belediye, fırın vesaire hep orada. Semtin nabzı Beşçeşmeler Meydanı’nda atıyor. Bendeniz de bir mübadil torunu olduğum ve tevellüdüm de yetiştiği için, sonradan bir televizyon dizisiyle ünlenen kahvehanenin, rahmetli Mehmet Dede’min ve diğer yaşlı muhacirlerin müdavimi oldukları kıraathane halini gayet net hatırlıyorum. Şimdinin keşmekeşi, gürültüsü yok. Rüya gibi günler. Anneannem börek tepsisini veriyor, fırına götürüyorum. Dönüşte dedeni çağır yemeğe gelsin diyorlar. Denizin henüz doldurulmadığı, yaz akşamları insanların müstakil evlerinin önünde oturduğu, çay bahçelerine körler orkestrasının geldiği, açık hava sinemaları, restoranları, rengârenk ampulleri, Süreyya Plajı’yla deniz, balık, yosun kokan, masalsı bir muhit o zaman Maltepe.
Rumelilikten midir nedir, bilinmez. Dede tarafından biraz müzikal, tabiri caizse kapı gıcırtısından oynayan bir aileyiz. Cumhuriyet bayramlarında dayım Fatih Turna’yı, Serpil Teyze’mi, annem Saime Hanım’ı ve diğer akrabaları Beşçeşmeler’de daima başrollerde, oynarken görebilirsiniz. Yıllardır neredeyse bütün hafta sonlarını geçirdiğim Maltepe’de, bu ailenin içinde bir tür eski Türk filmi tadında yaşandı çocukluğum. Drama’da tütün çiftçiliği yapmış, mübadeleyle mecburen göçmüş, mensupları bambaşka bölgelere dağılmış, mal mülke, paraya pek tamah etmeyen, insan seven bu saf, orta halli insanlar en büyük zenginliğim ve gücümdü hep. Fakat gerçek şu ki memleketin aydınlık geleceğine inancımı yitireli de epey oldu. Bu yüzden cumhuriyet ve bayram dendiğinde ailem, Beşçeşmeler Meydanı ve davulzurna gelir aklıma. Ben de zaten şu an, Yalı Mahallesi’nde, Hamam Sokağı’nın köşesinde, Asmalı Kahve’ye karşı oturmuş bu satırları yazıyorum. Zigoşun figürlerini belki bu kez beceririm ümidiyle o geceyi, Beşçeşmeler’in 29 Ekim’ini, davul-zurnayı bekliyorum.
Her şeyin değerini yitirdiği o anlarda sevgi, vefa, hatıralar ve mutluluk, çocukluk hastalıkları ve insan psikolojisinin çıkışsız dehlizlerinde eriyip kaybolur. En eski karanlık geçmiş; kendisinden sonra gelen geçmişi yutar, yok eder. Bütün manayı emer. Hareket ve duygu, gergin diyalogların kurbanı olur. Samimiyet öldüğünde hatırası da silinir, hiç var olmamış gibidir. Herkes bir şey arar, bir […]
Devamını OkuEy yas, yaz beni. Ben ömrümce yasamadan duramadım ki. Tek bir harf farkla yitirdim sevme yetimi. Eğer gerektiği gibi tutabilirsem seni, belki yeniden bulabilirim kendimi. Kural bu, bir süre seninle yaşamalı biri. Şimdi oturup yasmaya çalışacağım. Sonra yatağa uzanıp yasacağım. Yas sıcağının soğuk cehenneminde uyumaya çalışacağım. Soracak bana “Kaç yasındasın?”, “Ne yastan geçerim ne de […]
Devamını OkuZaman zaman sorarlar, Yaşar Kemal’le olan dostluğumuzu. Hayranı olduğum bir insanın/ ulaşılmaz bildiğim bir büyük yazarın bir gün dostu oldum. Nereden nereye derim içimden. Bu yazıya başlarken Çukurova Yaşar Kemal kitabımda da anlattım. Ayşe Semiha Baban’ın içtenliği, ilgisi sayesinde onunla konuştum, birlikte oldum. Ayşe Hanım beni evine aldı, Yaşar Kemal’le söyleşmemizi sağladı. Onun içtenliğini unutamam. […]
Devamını OkuBeykoz tarihi günlerinden birini yaşıyordu. 10 Ekim 1965 Milletvekili Genel Seçimlerinin propaganda dönemiydi. Sanat tarihçileri tarafından “Su Sarayı” olarak tanımlanan Beykoz’un simgelerinden biri olan Onçeşmeler’in yanı başındaki köşe kahvede Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) toplantısı vardı. Kahvenin içi dolmuş, sonradan gelenler dışarı taşmıştı. Gözlüklü, tok sesli, uzun boylu adam “Oyunuzu adama verin, beygire değil.” diyordu. Adam […]
Devamını Oku