Birinci vazifemiz olan, Türk istiklalini ve Türk Cumhuriyet’ini, değil ilelebet 100. yılına kadar bile tam manasıyla koruyamamış ve savunamamış olmanın derin acısını hissediyorum. Bunun hepimiz için çok ağır bedelleri olacağının kaygısını taşıyorum. Atatürk ve kahraman silah arkadaşlarının, imkansız şartlar altında büyük fedakârlıklarla bize armağan ettiği, güzeller güzeli biricik vatanımıza ve biricik Cumhuriyet’imize hedefleri doğrultusunda sahip […]
Birinci vazifemiz olan, Türk istiklalini ve Türk Cumhuriyet’ini, değil ilelebet 100. yılına kadar bile tam manasıyla koruyamamış ve savunamamış olmanın derin acısını hissediyorum. Bunun hepimiz için çok ağır bedelleri olacağının kaygısını taşıyorum. Atatürk ve kahraman silah arkadaşlarının, imkansız şartlar altında büyük fedakârlıklarla bize armağan ettiği, güzeller güzeli biricik vatanımıza ve biricik Cumhuriyet’imize hedefleri doğrultusunda sahip çıkamamış olmanın üzüntüsünü yaşıyorum.
Çağdaş değerler üzerine inşa edilen ve Cumhuriyet tarihi boyunca kurumsallaşmaya çalışan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bütün kurumlarının bizler için ne kadar değerli olduğunu unutuyor muyuz?. Kimileri kısmen, kimileri daha büyük oranlarda zayıfladı. Bunu Cumhuriyet devrimlerini ve ilkelerini tam manasıyla kurucu iradenin amaçları doğrultusunda özümseyememeye bağlıyorum. Her alanda nitelikli ve tecrübeli insan kaynağına verilmesi gereken özenin de yok sayılması buna sebeptir elbette.
Atatürk ve Cumhuriyet laiklik ve çağdaş değerleri ülkemizin çatısı yapmayı başardı. Bugün en önemli kurumlar, Cumhuriyet’in bu çatısından uzaklaşma gayretinde. Öyle ya Mustafa Kemal Paşa tam bir asır önce bunun gerçekleşebileceğini öngörmüş ve büyük Türk milletini bu hususta her fırsatta uyarma gayreti sarf etmiştir. Bugün onun sözlerinin ne kadar günümüze ithaf edildiğini görüyor ve maalesef bu gerçeklikle yaşamaya çalışıyoruz.
Bu yüzyıl içerisinde Cumhuriyet kazanımlarını korumak ve ilerlemesini sağlamak görevimizi ne kadar başarabildik sorusunu da kendimize sormamız gerekiyor. Olağanüstü birikimiyle birlikte Hıfzısıhha Enstitüsü’nü kaybettik mesela.
“İstikbal Göklerdedir” diyen bir liderin ülkesinde Türk Hava Kurumu’nun olağanüstü durumlarda yeterli olamadığına da şahit olduk. Güzelim ormanlarımıza yetişemedik. Cumhuriyet bir vatan toprağı üzerinde yükselmişken o vatanın akciğerlerini koruyamamak geçtiğimiz yüz yılın en acı tecrübesi oldu bizler için.
Afetler yaşadık. Cumhuriyet her türlü olağan dışı senaryoyu ön görebilmek değil mi? Ön görülen senaryo karşısında bilgi ve birikimiyle önlem ve mücadele refleksimiz değil mi? Onu da zamanla tembelleştirdik. Üstelik her defasında doğanın bize hatırlatmasına rağmen bunu başardık! Afetlerle mücadele sisteminden ülkemizin en organize ve donanımlı kurumlarını aradı gözlerimiz. Olmaları gereken yerde görmek istesek de bilgi ve birikimin zamanla ilerleyemediğine acı tecrübelerle şahit olduk. İnsanlarımız, geleceğimizin büyük bir kısmı tarumar oldu. Oysa Cumhuriyet “kimsesizlerin kimsesi” değil miydi? Kimine yetişebildi, kiminin sesi bile duyulmadı. Yazık oldu.
Türk Kurtuluş Savaşı emperyalizme karşı verilmiş büyük bir savaş, yazılmış en gerçek destandır. Bu destanın sonunda edindiğimiz kazanımlar Cumhuriyet’in koruması altındadır. Fakat biz bu kazanımları ne kadar anlayabildik? Bu kazanımları geçtiğimiz yüz yıl içinde tartışılabilir yapan neydi? Cumhuriyet şehirlerimiz, ovalarımız ve dağlarımızın olduğu kadar mavi vatan dediğimiz denizlerimiz için de değil bir güvence değil mi? Bir zamanlar geldikleri gibi gittikleri ve arkalarından baktığımız kıyılar daralıyor. Cumhuriyet’in ilanı bu kıyılarda mümkün olmadı mı? Unutuyoruz!
Cumhuriyet’in hukukun üstünlüğü felsefesi en önemli güvencemizdir. Hukuku koruyamadığın yerde Cumhuriyetten bahsetmek ne yazık ki mümkün olmayacak. Hukukun üstünlüğü bizim en büyük kazanımımızdır ve öyle kalması elzemdir. Bugün endişe ve üzüntüyle dünyanın birçok yerinde süregelen savaşlara tanık oluyoruz. Yüz yıl önce temelleri atılan cumhuriyeti bu girdaptan uzaklaştıran hak ve hukukun güvence altında alınmış olmasıdır.
Cumhuriyet’in milli ekonomisi ve vergi hukuku insanlar için muasır bir medeniyetin oluşturulabilmesi için var. Zengin daha zengin, yoksul daha yoksul olduğu bir sistem bu değeri yok eder. Gelecek nesillerin bağlılığını ve azmini törpüler. Bu hususta bilhassa daha dikkatli ve temkinli olmak mecburiyetindeyiz ve bunu anlamalıyız. Küçük bir azınlık ülke kaynaklarıyla zenginleşirken, toplumun bugüne dek hiç olmadığı kadar geniş bir kesiminde yoksulluk kronikleşmiş, derinleşmiş ve çok sayıda insan yardıma muhtaç hale gelmiştir. Sağlıksız beslenmekten Türk çocuklarının boyu kısalmıştır. Peki bu sonuçlarla, sebepleri arasındaki doğru bakış açısını ne zamankavrayacağız?
Çocuklarımızın masum zihinlerini daha küçük yaşlarda ele geçirmek isteyenler var.Cumhuriyet bunun önlemini bir asır önce milli eğitim sisteminde gerçekleştirdiği devrim ve ilkelerle almıştı. Atatürk Cumhuriyet’i “Asıl savaşımız şimdi başlıyor” diyerek eğitim ve öğretimin önemini her adımda anlatmaya çalıştı. O savaş bitti mi? Kazandık mı? yoksa kayıp mı ettik? Eğitimin bu kadar basitleştirilmesi, eğitimle ilgili kararların temelsizliği bizi kaybetmeye mahkum edecek. Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılında en büyük cephemiz hala eğitim olmak zorunda. Bilinçli bir toplumla çağdaş bir ülke ancak böyle yaratılabilir.
Atatürk, eğitimde feda edilecek birey olmadığını söyleyerek yürütmüştü eğitim seferberliğini. Cumhuriyet’in eğitimde birlik felsefesi bu seferberlikle az zamanda çok önemli dimağları cumhuriyetin simgesi haline getirdi. Kurucu liderinin en çok sevdiği sıfatı “Başöğretmen” olan bir ülkede eğitimin 100 yıl sonra tartışılıyor olmasından utanıyor ve bu üzüntümü de gizleyemiyorum. Bu utancı paylaştığımız ve tüm hücrelerimize kadar üzüntüyü hissettiğimizde cumhuriyetin eğitimseferberliğinin önemini kavrayabiliriz.
Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir diyerek ve Türk devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türk’tür diyerek, Anadolu’yu korumak için can veren, can alan, gazi olan, şehit olan, milli mücadelenin parçası olan, 1. Dünya Savaşı’nı ve Kurtuluş Savaşı’nı hep birlikte yaşayan, acısını hep birlikte çeken, Anadolu’da geriye kalan tüm milleti, vatan kurtarıcılığı ve Cumhuriyet kuruculuğunda Türk milletinde birleştirmiştir.
O yüzden, “Ne Mutlu Türk’üm Diyene”dir. O yüzden “Türk’üm, doğruyum, çalışkanım”dır. O yüzden “Varlığım Türk varlığına armağan olsun”dur. Türkiye en çok bu nedenle Türklerindir.
Eskiden Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı verilenler Resmi Gazete’de yayımlanırdı çünkü bir yabancıya Türk vatandaşlığı verilmesi çok önemli bir olaydır ve devlet ile milletin gözü önünde yapılmalıdır. Ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün olan Türkiye Devleti’nin korunması için çok önemlidir. Türkiye Cumhuriyeti ulus devletinin ulusal yapısını korumamız geleceğimizi koruyabilmek adına görevimizdir.
Çok büyük bir gurur, coşku, mutluluk, güven, bağlılık ve birliktelik içinde kutlamayı hayal ettiğimiz Cumhuriyet’imizin 100. yılında, Türkiye’nin içinde bulunduğu durum, Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’nde uzun bir paragraf boyunca anlattığı dönemlerden geçti ve geçecektir.
Her şey olabilir, her şey yapılabilir, her şey denenebilir, her şeye cüret edilebilir. Şartlar Türkiye’ye karşı emelleri olanlar için çok müsaittir. Bunun farkında olmalı, uyanık ve çok dikkatli olmalıyız. Atatürk’ün Gençliğe Hitabe’sinin sonunda dediği gibi; İşte bu ahval Bugün onun sözlerinin ne kadar günümüze ithaf edildiğini görüyor ve maalesef bu gerçeklikle yaşamaya çalışıyoruz. ve şerait altında dahi vazifemiz, Türk istiklal ve Cumhuriyet’ini kurtarmaktır. Çünkü başka çaremiz yoktur.
Atatürk’ün bizden daha ilk satırında, her zaman korumamızı ve gerektiğinde de savunmamızı istediği istiklal ve Cumhuriyet’imizi her zaman koruma ve gözümüzün önünde korkunç şeyler yapılırken bile savunma zamanı geldiğinde ne için mücadele etmemiz gerektiği unutulmamalı..
Su kaynaklarımızı, tarım alanlarımızı, doğamızı koruyamıyoruz, madenlerimizi koruyamadığımız gibi madencilerimizi de koruyamıyoruz, sit alanlarımızı koruyamıyoruz, kıyı alanlarımızı hatta milli parklarımızı bile koruyamıyoruz, müzelerimizi ve tarihi eserlerimizi koruyamıyoruz, kadınlarımızın, çocuklarımızın, öğrencilerimizin haklarını koruyamıyoruz, işçilerimizin, memurlarımızın, emeklilerimizin haklarını koruyamıyoruz. Korumamız gereken hiçbir şeyi koruyamıyoruz. Çünkü tam bir cumhuriyet bilinci edinemiyoruz. Cumhuriyeti bir kutup olarak görüp ayrışma noktası gibi davranıyoruz. Oysa Cumhuriyet tüm fikirlerin, düşünce ve inançların cumhuriyeti. Özgür bağımsız ve ilerici bir toplumun yol göstereni.
Biz Cumhuriyet’imizi koruyamadığımız için Cumhuriyet’imiz de artık bizi koruyamıyor..
Buraya nasıl düştüğümüz belli olduğu gibi nasıl çıkacağımız da bellidir. Tekrar Cumhuriyet’imize sahip çıkarak, Cumhuriyet kurumlarını ayağa kaldırarak ve başta temel hak ve özgürlükler ve hukuk devleti ilkeleri olmak üzere, Cumhuriyet’in tüm kazanımlarını tavizsiz koruyarak geleceğimizi, çocuklarımızın geleceğini kurtarabiliriz. Türkiye’nin bir hukuk devleti olması önünde varsa engelleri kaldırmalı ve hukukun üstünlüğüne olan inancımızı asla kaybetmemliyiz.
Bu zor zamanlardan da, önce gerçekleri konuşarak çıkabileceğimizi unutmamalıyız. Felaket de getirse, mutluluk da getirse, birbirimize daima gerçeği söyleyeceğiz. Gerçek her zaman en iyisidir. Muhtaç olduğumuz kudretin aslında içimizde olduğunu, damarlarımızda aktığını, her şeyin insanla başarıldığını ve Türk milleti ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak, Cumhuriyet’imizin 100. yılında tüm bu kötülükleri, suçları, ihanetleri geri çevirmek için gereken her şeye sahip olduğumuzu kimse unutmamalıdır. Türkiye Cumhuriyeti, bu zor zamanları da ülkesi ve milletiyle bir bütün olarak aşmasını bilecektir. Bütün bunları ve daha fazlasını başaracak insan kaynağına da, kurumlara da, sisteme de fazlasıyla sahiptir.
İkinci yüzyılımızda Cumhuriyetin sonsuzlaşması adına atmamız gereken adımların olduğu bilinciyle zamanı değerlendirmek zorundayız. Yetişmek zorunda olduğumuz muasır medeniyetler seviyesi kurucu iradenin hedefiydi. Bize düşen bu hedefi büyütmek ve o muasır medeniyetler çıtasını yükseltip artık yetişilmesi gereken olmalıyız..
Cumhuriyetimizin 100. yılı kutlu olsun…
Bunca çok, başarılı ve çağdaş sürdürülebilir örneğe rağmen, laikliği hâlâ benimseyememiş, dini kurallarla yönetilen ve toplumsal hayatını dine göre düzenleyen ülkelerin en önemli sorunu kadına ve kadının toplumsal hayatın içindeki yerine bakışıdır. Kadın ve erkeği günlük hayatın içinde birbirinden uzak tutmasıdır. Daha doğdukları andan itibaren kız ve erkek çocuklarının yetiştirilmesinde, ayrı sınırlar ve ayrı özgürlükler […]
Devamını Oku“Cumhurbaşkanı olmasaydım, Millî Eğitim Bakanı olmak isterdim.” sözü, Atatürk’ün eğitime verdiği önemi göstermesi bakımından çok anlamlıdır. Kendi eğitimine ve kişisel gelişimine küçük yaşlardan itibaren büyük önem veren ve, “Ben çocukken fakirdim. İki kuruş elime geçince bunun bir kuruşunu kitaba verirdim. Eğer böyle olmasaydım, bu yaptıklarımın hiçbirini yapamazdım.” diyen Atatürk’ün, kendi gibi milletinin eğitimine de özel […]
Devamını OkuZaman zaman sorarlar, Yaşar Kemal’le olan dostluğumuzu. Hayranı olduğum bir insanın/ ulaşılmaz bildiğim bir büyük yazarın bir gün dostu oldum. Nereden nereye derim içimden. Bu yazıya başlarken Çukurova Yaşar Kemal kitabımda da anlattım. Ayşe Semiha Baban’ın içtenliği, ilgisi sayesinde onunla konuştum, birlikte oldum. Ayşe Hanım beni evine aldı, Yaşar Kemal’le söyleşmemizi sağladı. Onun içtenliğini unutamam. […]
Devamını OkuBeykoz tarihi günlerinden birini yaşıyordu. 10 Ekim 1965 Milletvekili Genel Seçimlerinin propaganda dönemiydi. Sanat tarihçileri tarafından “Su Sarayı” olarak tanımlanan Beykoz’un simgelerinden biri olan Onçeşmeler’in yanı başındaki köşe kahvede Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) toplantısı vardı. Kahvenin içi dolmuş, sonradan gelenler dışarı taşmıştı. Gözlüklü, tok sesli, uzun boylu adam “Oyunuzu adama verin, beygire değil.” diyordu. Adam […]
Devamını Oku