Satı Kadın olarak da bilinen Satı (Hatı) Çırpan, Ankara’nın Kazan Köyü’nde yaşar. Mustafa Kemal Atatürk, 1934 yılında İstanbul’a gitmek için çıktığı yolculukta, Ankara çıkışında Kazan’da mola verir. Köylü kadınlar, Paşa’ya bakraçta ayran ikram etmek için koşuşturur. Hiçbiri karşısına çıkmaya cesaret edemez. Satı Kadın, muhtarlık da yapmış olmanın özgüveniyle Atatürk’e yaklaşır ve onunla tanışır. Ayran ikram […]
Satı Kadın olarak da bilinen Satı (Hatı) Çırpan, Ankara’nın Kazan Köyü’nde yaşar. Mustafa Kemal Atatürk, 1934 yılında İstanbul’a gitmek için çıktığı yolculukta, Ankara çıkışında Kazan’da mola verir. Köylü kadınlar, Paşa’ya bakraçta ayran ikram etmek için koşuşturur. Hiçbiri karşısına çıkmaya cesaret edemez. Satı Kadın, muhtarlık da yapmış olmanın özgüveniyle Atatürk’e yaklaşır ve onunla tanışır. Ayran ikram eder, ayaküstü sohbet eder. Atatürk ona kaç yaşında olduğunu sorduğunda “15 yaşımdayım.” diye yanıt verir. Paşa şaşırır, “Bir yanlış anlaşılma olmasın Satı Kadın, daha büyük gösteriyorsun.” der. Satı Kadın’ın yanıtı, Türk kadınının Cumhuriyet’e ve Kurtuluş Savaşı’na bakışı açısından çok anlamlıdır: “Siz Samsun’a çıkmadan önce biz yaşamıyorduk ki paşam!” Aynı Satı Kadın yani Satı Çırpan, bir yıl sonra, 1935 seçimlerinde kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesi sonrasında Türkiye’nin ilk kadın milletvekillerinden biri olarak Meclis’e girecektir.
Cumhuriyet’in ilanı ve peşi sıra gelen devrimler, ülke insanının sosyal hayattaki konumunu da yükselten bir modernleşme çabasıydı. Kul, tebaa gibi kavramlardan eşit yurttaşlığa geçiş, toplumun önemli bir kesiminde hissedildi. Bu devrimleri bir grup zümrenin yukarıdan aşağıya yaptığı ve tabanda anlaşılmayan gelişmeler olarak yorumlamak doğru olmaz. Kaçgöç denilen harem-selamlık uygulamaları içerisinde kadınların perdeyle ayrılan yerlerde bulunmasından aynı sınıflarda okuyup oy hakkına kavuşmalarına giden yol, toplum tarafından anlaşılmamış değildir. Okuma oranlarının hızla yükseldiği, açılan fabrikalarda çalışma imkânlarının arttığı, en önemlisi de büyük savaşlara asker yollamaktan bitap düşmüş bir halkın barış içinde üretmeye başladığı bir dönemden bahsediyoruz. Atatürk’e özellikle yaşarken duyulan büyük saygı ve sempatinin, hem kurtarıcı hem de ilerletici olarak görülmesinden kaynaklandığını söyleyebiliriz.
Cumhuriyet devrimini ülkenin kalkınma, bağımsızlık ve ilerleme arayışından bağımsız olarak basit bir seçme-seçilme kavramına indirgemek yetersiz olur. Zira oy hakkının göstermelik de olduğu pek çok ülkede geri rejimler baskı ve zorbalıkla varlığını sürdürebiliyor. Geri bırakılmış pek çok ülkede benzer rejimlerin var olduğunu görebiliriz. O yüzden muasır medeniyet kavramının da süreklileşmiş bir eşitlik-özgürlük mücadelesini çağrıştırması gerektiğini görmeliyiz.
Devrimlerin, bir anda kurucuların aklına esip yaptığı şeyler olmadığı, dünyadaki gelişmelere paralel, kimi zaman toplumsal hareketlerle Osmanlı’nın son döneminde de talep edilen şeyler olduğunu vurgulamak gerekir. Kadınların üniversitelerde erkeklerin sıralarını işgal etmesi, yabancılara tanınan hekim olma gibi haklardan Müslüman kadınların da yararlanmak istemesi, seçme ve seçilme hakkı talebi Cumhuriyet’ten öncesine dayanır. Kadınlar Dünyası, Şukufezar gibi mecmualarda bu konular işlenmiş, Türk kadınlar; İngiltere’de 1910’lu yıllarda kadınların sert “süfrajet” eylemleri gibi medyatik eylemleri yapabileceklerini söylemişlerdir. Tüm bu talepler, kurucu kadrolar tarafından görülmüş, gözlemlenmiş, uygulanmaya çalışılmıştır. Her şeyin kolay olduğu, bu ilerici adımlara hiç tepki gelmediği de düşünülmesin. Meclis içerisinde bile büyük tepkiler oluşmuştur. Kadınların oy hakkının Tunalı Hilmi Bey tarafından dile getirildiği Meclis toplantısında, pek çok mebus “Olur mu öyle şey?” diyerek masalara vurmuş, ayaklarını yerlere vurup gürültü çıkarmış ve Tunalı Hilmi Bey’i susturmuşlardır. Ancak Cumhuriyet’in ilerici gücü, bugün bize gülünç gelen tabuları yıkmayı başarmıştır.
İlerlemeyen her şey çürüyor. Bu mücadelede sadece eskiye özlem duymak yetmiyor. Eskinin izlerini, mücadelesini gören ama hep yeniyi kurmayı hedefleyen bir çağrının parçası olduğunda Cumhuriyet daha anlamlı olacaktır.
Cumhuriyet’imizin 100. yılı ve kasım ayındaki Atatürk’ü anma haftası vesilesiyle kimi anekdotlar eşliğinde Mustafa Kemal Atatürk’ün zorlu yaşamından ve devrimlerle sonuçlanan mücadelesinden pek çok parça dinledik. Ben de İstasyon okurları için okuduğum hatırat kitaplarından, daha önce pek de aktarılmayan, kıyıda köşede kaldığını düşündüğüm bazı anekdotları bir araya getirdim. Cumhuriyet; yıllar süren savaşlar, göçler, ölümler üzerine […]
Devamını OkuSatı Kadın olarak da bilinen Satı (Hatı) Çırpan, Ankara’nın Kazan Köyü’nde yaşar. Mustafa Kemal Atatürk, 1934 yılında İstanbul’a gitmek için çıktığı yolculukta, Ankara çıkışında Kazan’da mola verir. Köylü kadınlar, Paşa’ya bakraçta ayran ikram etmek için koşuşturur. Hiçbiri karşısına çıkmaya cesaret edemez. Satı Kadın, muhtarlık da yapmış olmanın özgüveniyle Atatürk’e yaklaşır ve onunla tanışır. Ayran ikram […]
Devamını Oku-Sevgili Zafer, öykücülüğümüzde rengi olan birisin. Yazdıkların yaşantını ele verse de yine de sende öykücülüğümüz adına başka bir kumaş olduğunu düşünürüm. Bu yolculuğu bizimle paylaşabilir misin lütfen, nasıl yazıyorsun? İçine doğduğum coğrafyanın kültürel ikliminden besleniyorum; yazacaklarımı, içinde yer aldığım sınıfsal, geleneksel yapının içinden çıkarıyorum. Bir öykü kurarken yaşadığım, bildiğim mekânların, tanık olduğum olayların ışığından yararlanıyorum. […]
Devamını OkuRutin olan her şeyden kaçar gibi yaşadıktan onca yıl sonra, bir akşam geliverdi osoru: “Çocuk yapalım mı?”Şimdiye değin hiç düşünmeden bir başlarınayaşamışlar, geleceklerini de buna görebiçimlendirmişlerdi. Sinem biraz daha kariyerodaklı yaşasa da, İlhan açık açık sorumluluktankaçmıştı. Şimdi durduk yere, hay Allah!Heyecandan mı kalbi çarpıyordu yoksahemen yanıt vermeliyim telaşı mı anlamlandıramasa da, içindeki ses çoktan “Evet!” […]
Devamını Oku