Bilge ÇOLAK
Tüm Yazıları
Cumhuriyet’imizin Doğum Günü Kutlu Olsun!
Ana Sayfa Tüm Yazılar Cumhuriyet’imizin Doğum Günü Kutlu Olsun!

Annesi kıyafetlerini düzeltirken Ata durmadan şikâyet ediyordu, “Hadi ama anne, törenin başlamasına çok az kaldı!” Annesi son olarak kırmızı papyonunu düzeltirken onu ikna etmek istercesine, “Tamam oğlum, bitti işte. Pek bir yakışıklı oldun!” dedi. Ata, karşısındaki aynada kendini süzdü, “Çok yakışıklı oldum, değil mi anne? Tıpkı Gazi Paşa’mız gibi…” Annesi gülümseyerek onayladı onu. O da […]

Annesi kıyafetlerini düzeltirken Ata durmadan şikâyet ediyordu, “Hadi ama anne, törenin başlamasına çok az kaldı!” Annesi son olarak kırmızı papyonunu düzeltirken onu ikna etmek istercesine, “Tamam oğlum, bitti işte. Pek bir yakışıklı oldun!” dedi. Ata, karşısındaki aynada kendini süzdü, “Çok yakışıklı oldum, değil mi anne? Tıpkı Gazi Paşa’mız gibi…” Annesi gülümseyerek onayladı onu. O da paltosunu giydi ve el ele çıktılar evden. Durmadan tembihliyordu Ata’yı, “Sakın elimi bırakma, her yer çok kalabalık.” Annesinin dediklerini başıyla onaylıyordu küçük çocuk. Bir süre yürüdüler. Az sonra büyük bir yapı çıktı karşılarına. Ata heyecanla zıplamaya başladı, “Orası, işte orası! Gazi Paşa’mızın konuşma yapacağı yer!” Heyecanla kalabalığa doğru koşmaya başladı, elini sıkı sıkı tuttuğu annesi d peşinden… Binlerce insan, soğuktan korunmak için paltolarını giymiş, bu özel günün kutlamaları için hipodroma girmek üzere bekliyorlardı. Ata, etrafına merakla bakıyordu. Böylesine büyük bir yapıyı hayatında ilk defa görüyordu. İçeri küçük adımlarla giren kalabalığı takip ederken annesine döndü ve heyecanla sordu, “Ne zaman göreceğiz Gazi Paşa’mızı?” Annesi başını okşadı, “Önce bir içeri girelim, sonra kendisine ayrılan bölümde konuşma yapacak Paşa’mız. İşte o zaman göreceğiz onu.” Bu açıklama, merakını gidermişe benzemiyordu. Yerinde duramıyordu. Hipodromun içine girdiklerinde alanın bu kadar geniş olmasına çok şaşırmıştı, “Burası kocaman!” diye heyecanla bağırdı. “Evet, gerçekten de çok büyükmüş. Ama önümüzdeki kalabalığı takip etmeliyiz. Yoksa Gazi’nin konuşmasını dinleyemeyiz.” Ata, Mustafa Kemal Paşa’nın konuşmasını dinlemek için öyle sabırsızdı ki, önündeki kalabalığı gözünü bile kırpmadan takip etmeye başladı. Öyle yavaş ilerliyorlardı ki Paşa’nın konuşmasını kaçıracağından panikledi Ata, annesinin kolunu çekiştirmeye başladı, “Anne, anne! Ya konuşmayı dinleyemezsek ya şimdi gelirse Gazi Paşa’mız?” Annesi, oğlunun bu panik halinde kızaran yanaklarını okşadı, “Geldik işte oğlum! Bak nasıl da herkes merakla bekliyor Paşa’mızı!” deyip kucağına aldı küçük çocuğu. Az ötede özenle hazırlanmış alanı eliyle göstererek, “Bak, çok güzel süslemişler orayı da… İşte oraya gelecek Mustafa Kemal Atatürk ve Türk milletine seslenecek.” Ata’nın gözlerinin içi parlıyordu. Bir an önce görmek istiyordu Atatürk’ü. Öyle güzel bir kalabalıktı ki hipodromdaki… Kadın erkek herkesin başında şapkası vardı. Kadınlar rengarenk giyinmişti: Kimi mavi, kimi tatlı bir pembe, kimi sarı, kimi mor… Erkekler bir gün öncesinden hazırladıkları takımlarını giymişlerdi. Yeni alfabeye alışmışlardı artık. Her biri kullandıkları kelimeleri özenle seçiyor, tane tane konuşuyorlardı. Fısıldaşmalar artmaya başladı, “Gazi ne zaman gelecekmiş?” Saatler öncesinden en güzel yeri edinmek için gelmiş onlarca gazeteci, kameralarını yerleştirmişti. Bu özel anı kayıt altına “Cumhurİyet’İmİzİn Doğum Günü Kutlu Olsun!” alırken bir aksilik olmaması için kontrollerini yapıyorlardı. Birçok ülkeden birçok isme de ev sahipliği yapıyordu Türkiye Cumhuriyeti bu özel günde. Paşa heyecanla beklenirken Rus yönetmen Sergei Yutkeviç de kamerasını yerleştirmişti. Ata, gözlerini bir an ayırdı balkondan. Eliyle yerdeki kabloları göstererek, “Anne, bunlar ne?” diye sorunca annesi sevecenlikle açıkladı, “Gazi Paşa’mızın bugün yapacağı konuşmayı kaydetmek için kameralarını hazırlamışlar, bunlar da o kameraların kabloları. Atatürk’ü dinlemek için sabırsızlanıyorsun, değil mi? Bundan onlarca yıl sonra bile bu konuşmayı diğer Türk çocuklarının da dinlemesini istemez misin?” Ata heyecanla yanıt verdi, “İsterim tabii! Herkes dinlesin Gazi Paşa’mızı! Ama anne baksana bu kablo diğerlerinden daha kalın!” Annesi başıyla onayladı onu. Bu kablo, Rus yönetmenin kamerasına uzanıyordu. Yutkeviç çekingen davranıyordu, kablosunun diğerlerine kıyasla daha kalın olmasıydı bunun sebebi. Az sonra herkesin dikkati, biraz ötede beliren üzeri açık otomobile çekildi. Gazi, etrafındaki kalabalığı elinde şapkasıyla selamlıyordu. Otomobilden inip adım adım çıktı merdivenleri. Kendisine ayrılan bölüme ilerledi. Elinde konuşmasının yazılı olduğu birkaç kâğıt vardı. Ata’nın gözlerinin içi parlıyordu, “Gazi Paşa’m! Gazi Paşa’mı gördüm, orada!” Coşkulu kalabalık, büyük bir sevinçle selamlıyorlardı Gazi’yi. Kameraların başında bekleyenlerden bir anda sesler yükselmeye başladı, kameralarını tekrar tekrar kontrol ediyorlardı ama ne ses vardı ne de görüntü… Bir telaş içinde oradan oraya gidiyorlardı, bir çare bulmaya çalışıyorlardı. Yutkeviç’in kamerasında ise hiçbir sorun yoktu. Gazi Mustafa Kemal, söze girdi, “Türk milleti!” Konuşma devam ederken fark ettiler ki Gazi’yi hipodroma getiren otomobil, kabloların üstünden geçmiş ve hepsinin ezilmesine sebep olmuştu. Rus yönetmenin bilek kalınlığındaki kablosu sapasağlamdı, Paşa’nın her bir sözcüğünü kayıt altına alıyordu, “Ebediyete akıp giden her on senede, bu büyük millet bayramını daha büyük şereflerle, saadetlerle, huzur ve refah içinde kutlamanı gönülden dilerim. Ne mutlu Türk’üm diyene!” Büyük bir alkış tufanı koptu. Çalmaya başlayan Onuncu Yıl Marşı’na herkes eşlik etmeye başladı, “Çıktık açık alınla on yılda her savaştan…” Öyle gür, güçlü, kararlı bir ses çıkıyordu ki kalabalıktan…

“Cumhuriyet’imizin 100. yılı kutlu olsun! Atatürk’ümüzün de söylediği gibi her sene daha büyük bir coşkuyla, daha büyük bir heyecanla sallayacağız bayrağımızı, söyleyeceğiz marşlarımızı! Ne mutlu Türk’üm diyene!” Küçük çocuk etrafını inceledi, her yerde “Cumhuriyet’imiz 100 yaşında!” pankartları asılıydı. Kırmızı beyaz bayrağımız süslüyordu etrafı… Coşku dolu kalabalık, “Yaşa Mustafa Kemal Paşa!” diye bağırıyordu. Küçük çocuğun ayakları yerden kesildi bir anda. Babası olduğu anlaşılan adam, çocuğu kucağına almıştı; yanındaki kadın da eşi olmalıydı. Kadın, iki elinde Türk bayrağı, “Hadi oğlum, marşa biz de eşlik edelim, hadi Ata! Türk’e durmak yaraşmaz, Türk önde, Türk ileri!” diyerek elindeki bayraklardan birini Ata’ya verdi. Çocuk bayrağı annesinden aldığı gibi heyecanla sallamaya ve marşa eşlik etmeye başladı. Marş bittiğinde kalabalık, coşkusunu aynı tazeliğiyle koruyordu, küçük Ata’nın, “Kutlu olsun, Cumhuriyet’imizin doğum günü kutlu olsun!” sözlerini sevinçle tekrarladılar, “Kutlu olsun! Bir asırlık Cumhuriyet’imiz kutlu olsun!”

Yazarın Diğer Yazıları
Kırmızı Boyalı Ev

Elinde, kenarları iyice yıpranmış küçük bir not kağıdıyla etrafına şaşkın şaşkın bakarak ağır adımlarla yürüyordu. Çevresindeki evlerin hepsi birbirine benziyordu. Hepsi kırmızı boyalıydı, penceresi rengârenk çiçeklerle süslenmişti. Gerçek olamayacak kadar samimi ve güzel bir yerdi. Herkes burada bir aile gibi olmalı, diye düşündü. Her evin önünde küçük bir bahçesi vardı. Kimi en sevdiği çiçekleri dikmişti […]

Devamını Oku
Cumhuriyet’imizin Doğum Günü Kutlu Olsun!

Annesi kıyafetlerini düzeltirken Ata durmadan şikâyet ediyordu, “Hadi ama anne, törenin başlamasına çok az kaldı!” Annesi son olarak kırmızı papyonunu düzeltirken onu ikna etmek istercesine, “Tamam oğlum, bitti işte. Pek bir yakışıklı oldun!” dedi. Ata, karşısındaki aynada kendini süzdü, “Çok yakışıklı oldum, değil mi anne? Tıpkı Gazi Paşa’mız gibi…” Annesi gülümseyerek onayladı onu. O da […]

Devamını Oku
Bu Sayıdan Yazılar
Yaşar Kemal’le Geçen Günler / Öğrendiklerim

Zaman zaman sorarlar, Yaşar Kemal’le olan dostluğumuzu. Hayranı olduğum bir insanın/ ulaşılmaz bildiğim bir büyük yazarın bir gün dostu oldum. Nereden nereye derim içimden. Bu yazıya başlarken Çukurova Yaşar Kemal kitabımda da anlattım. Ayşe Semiha Baban’ın içtenliği, ilgisi sayesinde onunla konuştum, birlikte oldum. Ayşe Hanım beni evine aldı, Yaşar Kemal’le söyleşmemizi sağladı. Onun içtenliğini unutamam. […]

Devamını Oku
Anadolu’unun Köklü Çınarı: Yaşar Kemal

Beykoz tarihi günlerinden birini yaşıyordu. 10 Ekim 1965 Milletvekili Genel Seçimlerinin propaganda dönemiydi. Sanat tarihçileri tarafından “Su Sarayı” olarak tanımlanan Beykoz’un simgelerinden biri olan Onçeşmeler’in yanı başındaki köşe kahvede Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) toplantısı vardı. Kahvenin içi dolmuş, sonradan gelenler dışarı taşmıştı. Gözlüklü, tok sesli, uzun boylu adam “Oyunuzu adama verin, beygire değil.” diyordu. Adam […]

Devamını Oku