Halil İbrahim ÖZCAN
Tüm Yazıları
Cumhuriyetin nimetlerinden Biri De Eğitimde Fırsat Eşitliğinin Sağlanması İçin Verilen Büyük Çabaydı
Ana Sayfa Tüm Yazılar Cumhuriyetin nimetlerinden Biri De Eğitimde Fırsat Eşitliğinin Sağlanması İçin Verilen Büyük Çabaydı

Güneş, karşıdaki ormanlık tepedeki ağaçların arasından kaybolmak üzereydi. Karanlık yavaş yavaş köyün üstüne çökmeye başlamıştı. Daha kalkıp lambanın gazını doldurup camını temizlemeliydim. Geceye hazırlık yapmalı, sonra masama oturup yarınki ders programını ve ders kitaplarını hazırlamalıydım. Geceler uzun sürüyordu dağ köyünde. 1979 yılıydı, kışın ortasında elektriği, yolu, suyu olmayan köye öğretmen olarak atanmamın üzerinde henüz üç […]

Güneş, karşıdaki ormanlık tepedeki ağaçların arasından kaybolmak üzereydi. Karanlık yavaş yavaş köyün üstüne çökmeye başlamıştı. Daha kalkıp lambanın gazını doldurup camını temizlemeliydim. Geceye hazırlık yapmalı, sonra masama oturup yarınki ders programını ve ders kitaplarını hazırlamalıydım. Geceler uzun sürüyordu dağ köyünde.

1979 yılıydı, kışın ortasında elektriği, yolu, suyu olmayan köye öğretmen olarak atanmamın üzerinde henüz üç ay geçmişti. Köy hayatına alışmam hiç de zor olmamıştı. Bana yabancı gelen davranışlar da vardı elbette. Örneğin köylülerin her yeri yakın olarak tarif ediyor olmaları… Bir tek kara lahana çorbasına alışmakta güçlük çekmiş, sonradan da çok sevmiştim. Bu şirin orman köyüne geldikten sonra yeşili ve maviyi renk olarak daha bir öğrenmiştim çünkü ben bir bozkır çocuğuydum. Yeşilin tonu içimi açarken köyün ortasından geçen derenin şırıltısı, geceleri bir de yağmur yağıyorsa çatıdaki sese karışıyor; dünyanın enbahtlı insanı kılıyordu beni.

Köyün evleri ahşaptan ve birbirine çok uzaktı. Öğretmen lojmanı vardı betondan, bir de ebenin evi. Ben lojmandaydım. Benden önceki öğretmenler köyde okuma yazma bilmeyen kimse kalmasın diye çok uğraşmışlar fakat başarısız oldukları yerler olmuştu. Bazı aileler çocuklarını okula vermiyorlardı. Kızların okula yazılmasında sorunlar çıkıyordu. Muhtara durmadan çağrı yaptırmak durumunda kalıyorduk çocuklarınızı getirip okula yazdırın diye. Okula yazdırdığımız her çocuğun gözlerinin içi gülüyordu.

İdeal öğretmenler olarak okumaya yazmaya büyük önem verilmesini savunuyor ve uyguluyorlardı. Bunun zorluklarını da çekmiyor değillerdi. Çünkü Cumhuriyet’in kurulduğu ilk yıllarda okuma yazma oranı yüzde 5’i bile geçmiyordu ve nüfusun yüzde 80’i köylerde yaşıyordu.

Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet’in amacı çağdaş değerlere sahip bir devletti. Bunun ancak, Cumhuriyet’le özgür düşünceli insanlar yetiştirilerek olacağını çok iyi biliyordu. Avrupa’ya başarılı insanları gönderdi, oraları gözlemleyip dünyayı algılayan insanlar yetiştirsinler diye.

Atatürk’ün ölümünden sonra da eğitime verilen önem hızını kesmeden devam etmişti. Köy Enstitülü öğretmenler geliyordu aklıma. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, İsmail Hakkı Tonguç ve Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel, eğitimde ileri adımlar atılmasının yollarını aramalarını, uygulamalarını söylemişti.

ABD’li filozof John Dewey’in Türk eğitim sistemini gözlemledikten sonra hazırladığı rapor ve yaşayarak öğrenmeye dayalı eğitim metodu sonucunda köy enstitüsü fikri benimsenmiş ve uygulamaya konulmuştu.

İlk olarak 17 Nisan 1940 tarihli ve 3803 sayılı Yasa ile ilkokullara öğretmen yetiştirilmesi amacıyla açılan okullar, öğretmen yetiştirmeye başlamış ve yurdun değişik yerlerinde yeni yeni Köy Enstitüleri açılmaya başlanmıştı.

Benim hayatımda da öyle biri vardı. Nedense ona komünist derlerdi ve ben o komünist öğretmeni çok severdim. Köy Enstitüsü mezunuydu. Derslerinde dünyayı farklı anlatırdı. Okuttuğu kitaplardan dem vururken bizleri içine katarak anlatır, soru sormamızı ve hayal kurmamızı öğütlerdi durmadan

Dünyayı renkleriyle kavrayacak öğretmenler yetiştirmek için özgürlüğün ne kadar önemli olduğunu görüyordum. Bu uğurda yapılanlar çok kıymetliydi.

Bugünlerde eğitimde yaşananlara tanık oldukça kafamın içine sanki paslı çiviler çakılıyormuş gibi oluyorum. Bir saat durmadan tik tak tik tak deyip duruyor. İçler acısı bir eğitim sisteminin içinde debelenen idealist öğretmenlerin de sayıları gitgide azalmış durumda. Kültürel olarak kendilerini geliştirmek için çabadan geri duran öğretmenlerin sayısı artıyor, biat kültürü oluşturulmaya çalışılan yerde.

Ütopyası olan öğretmenlerin çoğalması dileğiyle oturduğum masada kendime umut kapıları açmaya çalışıyor ve derin bir ah çekiyorum.

Yazarın Diğer Yazıları
Cihan Oğuz

Senin edebiyat dünyamızdaki cesur yanını hep takdir ederim. İlk şiir kitabın “Ay Işığı Karanlığı Yırtarken”i henüz 20 yaşındayken yayımladın. Gazetecilik yaptın, öğretim üyeliği yaptın… Yani hep yazının içinde oldun. Kitaplarına kitaplar ekledin ve hiç geri çekilmedin. Buradan başlayalım istersen… Öncelikle “geri çekilme” faslından başlayalım. Edebiyatta bu yıl 40. yılım. Bakmayın gencim diye ortalıkta dolaştığıma! Şiir […]

Devamını Oku
Öykücülüğümüzde Kendi Rengi Olan Yazar: Zafer Doruk

-Sevgili Zafer, öykücülüğümüzde rengi olan birisin. Yazdıkların yaşantını ele verse de yine de sende öykücülüğümüz adına başka bir kumaş olduğunu düşünürüm. Bu yolculuğu bizimle paylaşabilir misin lütfen, nasıl yazıyorsun? İçine doğduğum coğrafyanın kültürel ikliminden besleniyorum; yazacaklarımı, içinde yer aldığım sınıfsal, geleneksel yapının içinden çıkarıyorum. Bir öykü kurarken yaşadığım, bildiğim mekânların, tanık olduğum olayların ışığından yararlanıyorum. […]

Devamını Oku
Bu Sayıdan Yazılar
Yaşar Kemal’le Geçen Günler / Öğrendiklerim

Zaman zaman sorarlar, Yaşar Kemal’le olan dostluğumuzu. Hayranı olduğum bir insanın/ ulaşılmaz bildiğim bir büyük yazarın bir gün dostu oldum. Nereden nereye derim içimden. Bu yazıya başlarken Çukurova Yaşar Kemal kitabımda da anlattım. Ayşe Semiha Baban’ın içtenliği, ilgisi sayesinde onunla konuştum, birlikte oldum. Ayşe Hanım beni evine aldı, Yaşar Kemal’le söyleşmemizi sağladı. Onun içtenliğini unutamam. […]

Devamını Oku
Anadolu’unun Köklü Çınarı: Yaşar Kemal

Beykoz tarihi günlerinden birini yaşıyordu. 10 Ekim 1965 Milletvekili Genel Seçimlerinin propaganda dönemiydi. Sanat tarihçileri tarafından “Su Sarayı” olarak tanımlanan Beykoz’un simgelerinden biri olan Onçeşmeler’in yanı başındaki köşe kahvede Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) toplantısı vardı. Kahvenin içi dolmuş, sonradan gelenler dışarı taşmıştı. Gözlüklü, tok sesli, uzun boylu adam “Oyunuzu adama verin, beygire değil.” diyordu. Adam […]

Devamını Oku