Deniz ÖZEN
Tüm Yazıları
Kozalak Kokusu
Ana Sayfa Tüm Yazılar Kozalak Kokusu

Elimdeki çuvalla birlikte çiftliğin sırtını yasladığı tepeden yukarı doğru tırmanırken bulduğum kozalakları da çuvala dolduruyorum. Mutlaka önce içime çekerek tabii. Ne özlemişim! Babaannem kokuyor tüm dağ sanki. Kekik, ot, çam ve kozalak kokusu. Kırık dal parçaları ayağımın altında iyice çamura bulanıyor. Son yağmurlarla birlikte dökülen ve çürüyen yaprakların arasında kalmış küçük dal parçaları. Yan taraftan […]

Elimdeki çuvalla birlikte çiftliğin sırtını yasladığı tepeden yukarı doğru tırmanırken bulduğum kozalakları da çuvala dolduruyorum. Mutlaka önce içime çekerek tabii.

Ne özlemişim! Babaannem kokuyor tüm dağ sanki. Kekik, ot, çam ve kozalak kokusu. Kırık dal parçaları ayağımın altında iyice çamura bulanıyor. Son yağmurlarla birlikte dökülen ve çürüyen yaprakların arasında kalmış küçük dal parçaları. Yan taraftan yukarı tepeye çıkan patika yol kısmen daha temiz. Ama ben çiftliğe geldiğimden beri bu yürüyüşü ormandan planlıyorum. On dört yaşıma kadar her yaz kaldığım bu çiftlik benim çocukluğum aynı zamanda.

Büyükşehrin hayhuyu içinde geçen onca yıldan sonra ömrümüzü beton yığınları arasından sıyırıp, nihayet hanımla çıkıp geldik buralara. Ne zaman niyetlensek çocuklardı, sigortaydı, çalışmaktı, hele bir dur emekli olalımdı, yapamamıştık. Diğerleri kadar cesur değildik gitme konusunda belki de

En küçük oğlanı da everince, emeklilikleri istedik. İkramiyeleri de alıp çiftliğe yol göründü dedik. Evi kiraya verdik. Eşyaları da doldurup kamyona düştük yollara. Keyif keyif geçen zamanlar geçirmeyi planlarken çiftliğin bir odasını da atölyeye çevirdik. İşte yarın artık bugündür. Köydeki gençlerle, çocuklarla bir şeyler yapmak niyetindeyim. Ne biriktirdiysek artık…

Bu haftanın başında taşındık taşınmasına ama hafta boyu çiftliğin onarılması, elden geçmesi gereken yerler derken üç koca günü tükettik.

Gösterince, dedim ben bir tepeye çıkayım artık. “Dikkatli ol.” diye seslenip hanım, elime uzun sopayı tutuşturdu. Elimde sopa ve çuvalla soluğu burada aldım. Benden mutlusu yok!

Tepede köyün manzarasını izlerken hemen arkadaki babaannemlerin kocataşını da bir ziyaret edeceğim.

Mezarlıkta tepeyle yarışan servi ve kavaklar var. Babaannem ile ben tepedeki düzlüğe varınca oturur dinlenir, buradan aşağıya bu ağaçlara bakar, babaannemin anıları eşliğinde onun küçüklüğünü hayal ederdim.

Boyunlarına taktıkları halka şekeri ipe nasıl dizdiklerini gülümseyerek dinler, ip atlarken zıplayan şekeri ısırıp boyunlarına geri bırakmalarını, onun gülümseyen sesiyle birlikte düşlerdim. Dedemler komşu çocuklarıymış babaannemlerle. Dört erkek kardeşlermiş. En küçükleri Mahmut Dede’m babaannemlerle birlikte oynar, onlarla kozalak toplarmış her kış. Çocukkenden sevmişler işte birbirlerini

O zaman köyün zor zamanları. Köyde herkes fakir, erkekler askerde, kadınlar ve çocuklar ise kendi yağlarında kavrulup duruyorlar. Fırın, soba, ocak için toplanıyor kozalaklar. Odun tutuşturmakiçin yani kışın.

İşte tepe. Köyün güzelliği. İçime rüzgarla birlikte dolan memleket sevgisi… Nasıl güzel bir yerde yaşıyoruz. Ah çocuklar, bunun farkında bile değilleroysa. Yurtdışına kapağı atma peşinde hepsi. Yazık!

Babaanemin çocukluğu savaş yılları.

Acı ve gururla anlatırdı o günleri. Gözleri büyür, sesi yükselir sonra ezilip bükülüp ağlamaklı olurdu.

Şu upuzun ova, gözünün alabildiğince yeşil, Hikmet Amcaların sayaları, Selvilerin elma bahçeleri, ilerde durmaksızın akan çeşme, bu topraklar, geçmişimiz, ninelerimizin dedelerimizin bizlere bıraktığı topraklar, masallar, ninniler…

Özgürlük duygusu!

Babanneme bir kez daha minnet duyarak oturdum ardımı yasladığım kocataşa. Belli belirsiz babaannemle dedemin bana bakan yüzleri. O böbürlenerek buraya her gelişimizde ‘dedenle burada saklandık işte’ deyişi.

Bir gün köyü basıyor cavır askerleri. Dedemle bu dağı tırmanıp tepeye vardıklarında babaannem ağlamaya başlıyor. Dedem tüm köyün yakıldığını görünce, “Gel.” diyor elinden tutup. Yürekleri pır pır bu kocataşın arasına saklanıyorlar. “Üç koca gün kaldık oğlum.” derdi babaannem. Dedemin koltuk altına sakladığı bir somun ekmekle tam üç koca gün geçiriyorlar. Sonra babaannemin sesi ağlamaklı çatallanır: “Çaltılıdan dört nala geldi bizimkiler.” derdi. “Kovdular cavırları. Biz dedenle o yanmış köyde anasız babasız kalan beş çocuktan ikisiydik. O gün bugün birlikteyiz Mahmut’la” derdi. Çakmak çakmaktı anlatırken gözleri!

Dönüp ardımdaki taşı bir kez daha buruk gülümseyerek okşuyorum. Babaannemin kokusunu içime bir kez daha çekerek. Yoktan var edilen bir köy, biz yaşayalım diye işte.

İşimiz çok. Memlekete bir çivi de bizden olmalı. Yarın atölye camına ‹Ücretsiz Matematik Atölyesi’ yazmaya karar veriyorum. İşimiz ne!

Dolu çuvalın ağzını sıkıca bağlayıp omzuma atıyorum.

Aşağıya doğru kozalak kokusunu içime çeke çeke emin adımlarla yürüyorum.

Yazarın Diğer Yazıları
Sultan

İliklerine kadar üşümüş bir şekilde girdi dolmuştan içeri. Mesaiye kalmak değil de şu eve gitme meselesi hakikaten canını sıkıyordu. Bir vesait ayarlasalar ölürler sanki, ama çalışmaya gelince “Sultan Hanım, bu akşam dosyayı bitirip öyle çıkalım.” diyorlar. Adamlara anlatamazsın da yahu ben şehrin en uç bölgesindeyim. Sizler gibi şıkır şıkır aydınlık sokaklarda yürümüyorum diye. Al işte […]

Devamını Oku
Sinem, Selma, İlhan, Taner, Ece, Cem ve diğerleri!

Rutin olan her şeyden kaçar gibi yaşadıktan onca yıl sonra, bir akşam geliverdi osoru: “Çocuk yapalım mı?”Şimdiye değin hiç düşünmeden bir başlarınayaşamışlar, geleceklerini de buna görebiçimlendirmişlerdi. Sinem biraz daha kariyerodaklı yaşasa da, İlhan açık açık sorumluluktankaçmıştı. Şimdi durduk yere, hay Allah!Heyecandan mı kalbi çarpıyordu yoksahemen yanıt vermeliyim telaşı mı anlamlandıramasa da, içindeki ses çoktan “Evet!” […]

Devamını Oku
Bu Sayıdan Yazılar
Yaşar Kemal’le Geçen Günler / Öğrendiklerim

Zaman zaman sorarlar, Yaşar Kemal’le olan dostluğumuzu. Hayranı olduğum bir insanın/ ulaşılmaz bildiğim bir büyük yazarın bir gün dostu oldum. Nereden nereye derim içimden. Bu yazıya başlarken Çukurova Yaşar Kemal kitabımda da anlattım. Ayşe Semiha Baban’ın içtenliği, ilgisi sayesinde onunla konuştum, birlikte oldum. Ayşe Hanım beni evine aldı, Yaşar Kemal’le söyleşmemizi sağladı. Onun içtenliğini unutamam. […]

Devamını Oku
Anadolu’unun Köklü Çınarı: Yaşar Kemal

Beykoz tarihi günlerinden birini yaşıyordu. 10 Ekim 1965 Milletvekili Genel Seçimlerinin propaganda dönemiydi. Sanat tarihçileri tarafından “Su Sarayı” olarak tanımlanan Beykoz’un simgelerinden biri olan Onçeşmeler’in yanı başındaki köşe kahvede Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) toplantısı vardı. Kahvenin içi dolmuş, sonradan gelenler dışarı taşmıştı. Gözlüklü, tok sesli, uzun boylu adam “Oyunuzu adama verin, beygire değil.” diyordu. Adam […]

Devamını Oku