Yaldız dallarda çiçek yerine Yıldız açmaz mı artık ağaçlar? 13 Nisan 1914’te İstanbul’da gün doğmadan, deniz daha bembeyazken gül rengi ışıklarla doğar fecir gibi bir çocuk. Adı :Ahmet Orhan. Ufku beyaz cennetlere iten kıyıların, sallanan beyaz keten mendillerin acısıyla aydınlık rüyaların peşine düşen bir ebabildir. Gariptir. Dünya denilen deniz dolu bu kâsede uzun ve kısa […]
Yaldız dallarda çiçek yerine Yıldız açmaz mı artık ağaçlar?
13 Nisan 1914’te İstanbul’da gün doğmadan, deniz daha bembeyazken gül rengi ışıklarla doğar fecir gibi bir çocuk. Adı :Ahmet Orhan. Ufku beyaz cennetlere iten kıyıların, sallanan beyaz keten mendillerin acısıyla aydınlık rüyaların peşine düşen bir ebabildir. Gariptir. Dünya denilen deniz dolu bu kâsede uzun ve kısa dalgalar arasından payına kısa dalga düşer. Çoğuna uzun ona ise kısacık bir dalga… Hayat engin masmavi bir deniz, kendisi yelkenli, kalemi küreğidir. Çoğu iki gözü iki çeşme…Şair yüreğinin sığmadığı bir dünya…Mermer taşlar ve martılar…İllaki aşklar ve hicran yaşları…
Yazılmanın saadeti ile dili çözülür gecelerinin. Oturur Urumelihisarı’na tarifsiz kederler içinde, su taşır gürültüyle açan çiçeklere. Babası Mehmet Veli Bey, annesi Fatma Nigar Hanım’dır. Babası “Mızika-i Humayun”da müzisyen, Cumhurbaşkanlığı Armoni Orkestrası’nda Şef, Konservatuvar ’da Profesör, Ankara Radyosu’nda müdürdür.
İlköğretim hayatı Beşiktaş Akaretler İlkokulunda başlar. Ortaokul ve liseyi Ankara’da okur. Şiire ilkokul son sınıfta öğretmeni yönlendirir. İlk şiiri 1924’te Çocuk Dünyası adlı dergide yayımlanır. Lisede öğretmenleri Ahmet Hamdi TANPINAR, Halil Vedat FIRATLI; arkadaşları ise Oktay Rifat ve Melih Cevdet’tir.
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’ne girer. İki yıl sonra buradan ayrılır ve iş hayatına başlar. Yaklaşık bir yıl yardımcı öğretmenlik yapar. 1936’da Sesimiz adlı bir dergi çıkarır. İnsan, Ses, Gençlik, Küllük, İnkılapçı Gençlik gibi dergilerde yazar. Moliere, Rimbaud , La Fontaine ve Musset’den çeviri yapar..
1941’de ilk kitabı Garip’i Oktay Rıfat ve Melih Cevdet’le çıkarır. “Garip Akımı- Garip Şiiri” diye adlandırılan bir yeniliğin öncüsü olur. Garipçiler ‘in amacı, şiiri birtakım kalıplardan kurtarmak; dolaysız, yalın, açık seçik anlaşılır bir halk diliyle yazmaktır. Bu edebiyat tarihimizde “edebiyat zevkimizde devrim” olarak nitelendirilir. Söz sanatları kullanılmaksızın, ölçüsüz uyaksız, halkın anlayacağı yalın bir dille şiir yazmanın yolu açılmıştır. Şair, Varlık başta olmak üzere çeşitli dergi ve gazetelerde de yazar.
1936-1942 yılları arasında PTT Genel Müdürlüğü’nde çalışır ve askere alınır. Yedek subaylığı Bolayır’da geçer. MEB’in Tercüme Bürosu’nda iki yıl çevirmenlik yapar.
28 sayı yayımlanan Yaprak dergisinin sahibi ve yazı işleri müdürüdür. Okuyucuya “Fikir ve Sanat Gazetesi” olarak sunulan bu dergi ekonomik nedenlerle tek yapraktır.
1950’de Ankara’da çevresinde işaret ve lamba bulunmayan bir belediye çukuruna düşer. Başı zedelenir. İki gün sonra İstanbul’a gelir. Bu arada vücudunda sızılar devam etmektedir.
14 Kasım 1950’de ‘’ Kolay değil bu dünyadan ayrılmak’’ dese de yeri erken ayrılmıştı pervanenin mavilikte. Önce hafiften bir rüzgâr eser, ağaçlarda sallanır yapraklar. Sucuların hiç durmayan çıngırakları derken sevmeyi bilen dudaklarda onun dizeleri okunur. Kuşlar yükseklerde, sürü sürü, çığlık çığlıkken sular çekilmeye başlar köklerden; bir arkadaşının evinde bayılır ve Cerrahpaşa Hastanesi’ne kaldırılır. Beyninde damar çatlaması hekimler tarafından anlaşılamaz ve alkol zehirlenmesi teşhisiyle yanlış tedavi uygulanır. Bütün gayretlere rağmen hayata gözlerini yumar.
1951’de Yaprak, ‘’Son Yaprak’’ adıyla arkadaşları tarafından çıkarılır. Yayınlanamayan şiirlerden oluşan bir seçki olarak okuruyla buluşur. Tanınmasında ve sevilmesinde edebiyat eleştirmeni Nurullah ATAÇ da etkili olur. ATAÇ: “Orhan Veli, şiirlerinin hemen hepsinde birer hikâye anlatır, hem de uzun bir hikâye, sanki birer hayat. Ancak bu hikâyeleri bütün fazlalıklardan temizler, bize birkaç satırda özü söyleyiverir. O koca hikâyeyi şiir üslubuna koyuverir.” der.
Anlatamadığını dizelerken anlatmak bu olsa gerekti. Ağladı, sesini duyduk mısralarında. Ellerimizle dokunamadığımız gözyaşlarını silmeye çalıştık ruhumuzla. Bilinen ve söylenemeyen o yer var ya işte orası yaklaşılan duyulan ama anlatılamayacak olandı. İstanbul’da Boğaziçi’nde, bir fakir Orhan Veli’ydi; Veli’nin oğluydu ve tarifsizdi kederi.
Şairim; açtın rüzgâra yelkenlini, dolaşıyorsun şimdi devrin daim, devrin deniz senin de.
Şairim, değilsin artık kimsesiz ama hala kelimeler kifayetsiz ve hala güneş doğar yağmurun üstüne.
İstanbul Bakırköy’de, 5 Nisan 1945’te doğar adını Türk müzik tarihine “Bay DADALOĞLU” olarak geçiren Muhtar Cem KARACA. Doğuştan uğrar “müzik” denilen bir fidana. Annesi tiyatro sanatçısı Toto KARACA, babası tiyatro kurucusu Mehmet KARACA olunca tiyatro ve müziğin beşiğinde sanatın ninnisiyle büyüyüp gelişir. Önce 14 yaşında ilk aşkının ilgisini çekmek için müzik yapar… Sonra umudunu iyiye, […]
Devamını OkuÖzgür, azimli, savaşkan ve muzaffer; hayatlarının ve kararlarının sahibi; kişilikli, korkusuz; çağdaş, eşit, yaratıcı ve güçlü; genç, güzel, özgüvenli ve zeki Türk kadınları bir araya gelirse ne olur? 1961’de ilk kez uluslararası maça çıkar, 1970 ve 1980’lerde adını duyurmaya başlar, 2000’den sonra da önemli başarılar elde ederek bizim Filenin Sultanları olurlar. 2003’te Ankara’da Avrupa Kadınlar […]
Devamını OkuZaman zaman sorarlar, Yaşar Kemal’le olan dostluğumuzu. Hayranı olduğum bir insanın/ ulaşılmaz bildiğim bir büyük yazarın bir gün dostu oldum. Nereden nereye derim içimden. Bu yazıya başlarken Çukurova Yaşar Kemal kitabımda da anlattım. Ayşe Semiha Baban’ın içtenliği, ilgisi sayesinde onunla konuştum, birlikte oldum. Ayşe Hanım beni evine aldı, Yaşar Kemal’le söyleşmemizi sağladı. Onun içtenliğini unutamam. […]
Devamını OkuBeykoz tarihi günlerinden birini yaşıyordu. 10 Ekim 1965 Milletvekili Genel Seçimlerinin propaganda dönemiydi. Sanat tarihçileri tarafından “Su Sarayı” olarak tanımlanan Beykoz’un simgelerinden biri olan Onçeşmeler’in yanı başındaki köşe kahvede Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) toplantısı vardı. Kahvenin içi dolmuş, sonradan gelenler dışarı taşmıştı. Gözlüklü, tok sesli, uzun boylu adam “Oyunuzu adama verin, beygire değil.” diyordu. Adam […]
Devamını Oku