Hayatım öğrenmekle geçti. Kendimi bildim bileli öğreniyorum. Bundan şikâyetçi miyim? Hayır. Öğrenmek mi öğretmek mi diye sorsalar, hiç duraksamaksızın, öğrenmek derim. Öğrenmenin nesini mi seviyorum? Sanırım her şeyinden çok, sürecini. O süreç, tıpkı aşkta olduğu gibi, bilinmezlikler, güçlükler, keşiflerle doludur. Fakat yine tıpkı aşkta olduğu gibi heyecan vericidir. Sonrası mı? Sonrası da güzeldir kuşkusuz. Öğrendiğinizi […]
Hayatım öğrenmekle geçti. Kendimi bildim bileli öğreniyorum. Bundan şikâyetçi miyim? Hayır. Öğrenmek mi öğretmek mi diye sorsalar, hiç duraksamaksızın, öğrenmek derim. Öğrenmenin nesini mi seviyorum? Sanırım her şeyinden çok, sürecini. O süreç, tıpkı aşkta olduğu gibi, bilinmezlikler, güçlükler, keşiflerle doludur. Fakat yine tıpkı aşkta olduğu gibi heyecan vericidir. Sonrası mı? Sonrası da güzeldir kuşkusuz. Öğrendiğinizi uygular, tadını çıkarırsınız. Fakat her ikisinde de heyecan, merak, keşif, az çok alışkanlığa dönüşmüştür…
Bir şeyi öğrenmenin sonu var mıdır? Benim için pek olmadı… İlk gençlik yıllarımdan başlayarak yabancı diller öğrenmek bende bir tutku olmuştu. Bir başka dilde şiir, felsefe, roman okumak… Bu amaca ulaşmam çok zaman aldıysa da, sonuçta, üstelik birkaç dilde başarabildim bunu… Fakat, yukarıdaki soruya dönecek olursam, hiçbirini tam olarak öğrenebildim diyemem… Ya da hâlâ sürdürüyorum onları öğrenmeyi… Yorucu da olsa, heyecanın sürmesi belki bununla ilgili. Yani öğrenmenin sürüyor olmasıyla. Aynı şey kendi dilimiz Türkçe konusunda da geçerli… Sonu gelmez, ama hep heyecan verici bir öğrenme süreci…
Tutku duyduğum öğrenme alanlarından bir başkası müzik, bir öteki spor olmuştur… Her ikisinde de çok da başarılı olamadım ama elden geldiğinde öğrenmeye çalıştım, öğrendim, öğrenmeye çalışmayı sürdürüyorum… Ortaokul yıllarımda çok değerli müzik öğretmenimizden keman dersleri aldım. Klasik Batı müziği türünde bir metot kitabı bitirdim. Fakat nedense onu sürdürmeyip bağlamaya geçtim… Onda da uzun saplı ile kısa saplı arasında kalarak çok başarılı olamadım… Fakat yine de, türküleri özlediğimde, hiç değilse kendi kendime ya da yakın eş dost arasında bir şeyler çalabiliyorum…
Buna, bu yaz Foça’da değerli komşumuz; mühendis, öğretim üyesi Dionisos kardeşimden öğrenmeye başladığım buzukiyi eklemeliyim… Bağlamanın ve kuşkusuz mandolinin etkisiyle, kısa zamanda bir şeyler çalabilmek heyecan vericiydi… Elden geldiğince sürdüreceğim… Piyanoyla ilginç sayılabilecek ilişkimden de söz edeyim… O kocaman şey beni hep korkutmuş, tuşlar üzerinde iki elin aynı anda uçuşan parmaklarına ise hayranlık duymuşumdur… Sonunda, hem de ileri bir yaşımda, öğrenmeye karar verdim… Ve evet, öğreniyorum… Yüzlerce kez tekrar etme pahasına, şimdilik pek de zor olamayan parçaların üstesinden gelebiliyorum. Hayata veda etmeden, parmaklarım henüz hareket edebiliyorken, tuşlardan bir Chopin sesi çıkarmaya kararlıyım…
Spora gelelim… Futbolu, çalım yapmayı, şut atmayı, top takibini hiç beceremedim. Ama uçmayı, kurtarışı sevdiğim için iyi bir kaleci olabilirdim… Ortaokul yıllarımda gözlük takınca bu hevesim birkaç denemeyle sona erdi… Yedek subaylıktaki Malazgirt sürgünümde, yarım yamalak da olsa, kayak yapmayı zevk duyarak öğrendim… Ama sonrasında sürdüremedim…
İyi yüzerim. Birkaç yaz önce rüzgâr sörfü öğrenmeye karar verdim ve düşe kalka da olsa iyi kötü başardım… Basketbol, voleybol, pinpon, hiç birinde usta olamadıysam da yapmayı sevdiğim sporlardır… Ve, evet, boks! Dövmek ya da dövülmek için değil; fakat denge, dikkat, çeviklik, ileriye ve geriye hareket ustalığıyla, ilk gençlik yıllarımda bir ucundan başlayıp elden geldiğince öğrenmeye çalıştığım bir spor olmuştur… Bu sonuncusu, doğal olarak dansı çağrıştırıyor…
Yaşamımın hiçbir döneminde kesintisiz dans etme şansım olmadı… Bu nedenle de bizim bazı halk danslarımızın yanı sıra sirtaki, vals ve tango çalıştım, ama pratik yapılmayınca öğrenilmeleriyle unutulmaları bir oluyor… Müzik ve sporun birlikteliği olarak dans etmek, harika bir şeydir!
“Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir Şey Var” öğrendiklerimin özeti gibi, fakat öğretsel (didaktik) bir şiir değil, bir heyecan şiiridir. Başa dönerek söyleyecek olursam, öğrenmek, tıpkı aşk gibi, bir heyecan işidir…
Sanırım hemen herkes gibi zaman olgusu (ve kavramı) üzerine çocukluk dönemlerinden bu yana hep düşündüm. Daha önce de yazılarımda sözünü etmiş olmalıyım, on yaşlarımda ya da az sonrasında bir ara zihnime, zamanı durdurabilir miyim sorusu takılmıştı… Aynı yollardan gidip gelmek… Bir hareketi sabitleştirmek… Böylece sanki bir ân’ı, o en küçük zaman dilimini kalıcı kılarak sonsuzlaştırmak, […]
Devamını OkuHayatım öğrenmekle geçti. Kendimi bildim bileli öğreniyorum. Bundan şikâyetçi miyim? Hayır. Öğrenmek mi öğretmek mi diye sorsalar, hiç duraksamaksızın, öğrenmek derim. Öğrenmenin nesini mi seviyorum? Sanırım her şeyinden çok, sürecini. O süreç, tıpkı aşkta olduğu gibi, bilinmezlikler, güçlükler, keşiflerle doludur. Fakat yine tıpkı aşkta olduğu gibi heyecan vericidir. Sonrası mı? Sonrası da güzeldir kuşkusuz. Öğrendiğinizi […]
Devamını OkuZaman zaman sorarlar, Yaşar Kemal’le olan dostluğumuzu. Hayranı olduğum bir insanın/ ulaşılmaz bildiğim bir büyük yazarın bir gün dostu oldum. Nereden nereye derim içimden. Bu yazıya başlarken Çukurova Yaşar Kemal kitabımda da anlattım. Ayşe Semiha Baban’ın içtenliği, ilgisi sayesinde onunla konuştum, birlikte oldum. Ayşe Hanım beni evine aldı, Yaşar Kemal’le söyleşmemizi sağladı. Onun içtenliğini unutamam. […]
Devamını OkuBeykoz tarihi günlerinden birini yaşıyordu. 10 Ekim 1965 Milletvekili Genel Seçimlerinin propaganda dönemiydi. Sanat tarihçileri tarafından “Su Sarayı” olarak tanımlanan Beykoz’un simgelerinden biri olan Onçeşmeler’in yanı başındaki köşe kahvede Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) toplantısı vardı. Kahvenin içi dolmuş, sonradan gelenler dışarı taşmıştı. Gözlüklü, tok sesli, uzun boylu adam “Oyunuzu adama verin, beygire değil.” diyordu. Adam […]
Devamını Oku