Halil İbrahim ÖZCAN
Tüm Yazıları
Öykücülüğümüzde Kendi Rengi Olan Yazar: Zafer Doruk
Ana Sayfa Tüm Yazılar Öykücülüğümüzde Kendi Rengi Olan Yazar: Zafer Doruk

-Sevgili Zafer, öykücülüğümüzde rengi olan birisin. Yazdıkların yaşantını ele verse de yine de sende öykücülüğümüz adına başka bir kumaş olduğunu düşünürüm. Bu yolculuğu bizimle paylaşabilir misin lütfen, nasıl yazıyorsun? İçine doğduğum coğrafyanın kültürel ikliminden besleniyorum; yazacaklarımı, içinde yer aldığım sınıfsal, geleneksel yapının içinden çıkarıyorum. Bir öykü kurarken yaşadığım, bildiğim mekânların, tanık olduğum olayların ışığından yararlanıyorum. […]

-Sevgili Zafer, öykücülüğümüzde rengi olan birisin. Yazdıkların yaşantını ele verse de yine de sende öykücülüğümüz adına başka bir kumaş olduğunu düşünürüm. Bu yolculuğu bizimle paylaşabilir misin lütfen, nasıl yazıyorsun?


İçine doğduğum coğrafyanın kültürel ikliminden besleniyorum; yazacaklarımı, içinde yer aldığım sınıfsal, geleneksel yapının içinden çıkarıyorum. Bir öykü kurarken yaşadığım, bildiğim mekânların, tanık olduğum olayların ışığından yararlanıyorum. Karakterlerimi geliştirirken aralarında olduğum, hayatlarını yakından tanıdığım insanların karakteristik özelliklerini inceliyorum. Masa başında oturup düzenli çalışan biri değilim, çalışkan ve disiplinli bir yazar olduğum söylenemez ama yaşadığım ya da tanık olduğum ayrıksı bir olaya, bir duruma kafa yorar, bundan bir öykü çıkar mı diye düşünürüm. Birçok öykü kağıda geçmeden kafamda yıllarca dolanır durur, bir türlü bitmez. Bitmeye meyilli bir öykünün de üzerine giderim, demini aldıkça ara ara çalışır düzeltiler yaparım. Elimde az sayıda bitmiş öykü bulunur ama bitince içime de sinmiş olur doğrusu.

-İşportacılık, garsonluk yaptın, fabrikada çalıştın, kütüphane memurluğu yaptın. Göç ve varoşlarda olmanın öykülerindeki gücünden dem vurabilir misin?

Kendi söyleminle istiyorum bunu. Dünyaya gözlerimi Bitlis’te açtım ama hayatı Adana’da tanıdım, yazma ve yaşama bilincim Adana’da gelişti, öykülerimin kaynağını bu şehrin sokaklarında buldum. Ellili-altmışlı yıllar tarımın tasfiyesiyle birlikte tarım işçilerinin büyük şehirlere göçüp fabrikaların çevresindeki işçi mahallelerinde kümelendiği yıllardı. Benim ailem de 60’lı yılların başında Adana’ya yerleşmiş. Babam, Orhan Kemal’in de çalıştığı Milli Mensucat fabrikasında işçiliğe başlamış. Çocukluğum, içinde dört beş işçi ailesinin barındığı, damlarında kuş beslenen geniş avlulu kerpiç evlerin birinde geçti. Sokaklarında birdirbir, güvercin taklası, körebe, saklambaç, çelik çomak, askercilik ve gülle oynayarak büyüdüm. Dondurma, bicibici, pamuklu şeker, horozlu şeker, şeker macunu, eskimo gibi, biz çocukların sevdiği yiyecek ve içecekleri satan sokak satıcılarını tanıdım; yazlık sinemaların kartelalarını taşıyan atlı arabaların peşinden koştum, bilet alamadığım için sinema bahçesinin duvarlarına tırmanıp içeriye atladım. Erken yaşta evlenip geçim kavgasına atıldım. Üniversite okuyamadım ama işportacılıkla başladığım yolda, okuduğum kitapların rehberliğinde ve yaşadıklarımın ışığında ilerleyip zengin bir kütüphaneye ulaştım. Bugün dijital bir dünyada yaşıyoruz. İnsanlar internet ve akıllı telefonlarıyla apartman dairelerine kapandı, yalnızlaştı. Yüz yüze görüşmeleri, sohbeti, muhabbeti özlemeye başladık. Teknoloji, iletişimi kolaylaştırdığı kadar insani değerleri ve ilişkileri de sanal bir hale getirdi. Eskinin renkli, coşkulu, neşeli mahalle hayatı giderek yok oluyor. Yeni kuşak, ülkenin toplumsal ve kültürel tarihine ayna tutan eski sokak hayatını öykülerden romanlardan tanıyor, günümüz hayatıyla geçmişi kıyaslama şansı buluyor.

– Edebiyat örgütlerinde seninle birlikte ülkemizin değişik illerinde etkinliklere katıldık. Bir zamanlar bu etkinlikler, kendinden çok söz ettirirdi. Pazar örgütlerinin gücünü ve şimdiki halleri hakkında neler söylersin?

Dijital çağ, birçok şeyi değer yitimine uğrattığı gibi, nitelikli edebiyatı da piyasanın güdümüne sokarak yok ediyor. Reklam, imaj, makyaj gibi kapitalist pazarın sunduğu olanaklarla popülist edebiyat iyi edebiyatın önüne geçiyor, teknolojinin nimetlerinden yararlanarak geniş kitleler arasında yaygınlık kazanıyor. Popüler kültür ne kadar baskın olsa da, iyi edebiyat, okurunu her dönem buluyor ama getirisi az olduğu için işi de her geçen gün güçleşiyor. Sanat yapıtının niteliğini sanatçının dünya görüşü, toplumsal tavrı ve tercihi belirler; piyasa içinde yer alacaksa onun koşullarına ayak uydurmak zorunda. Popülist sanatın derdi iyi alımlayıcılar tarafından yeniden üretilmesi, anlamlandırması değil, kolayca tüketilmesi, çok kazandırması ve itiraz etmeyecek genel geçer bir alıcı kitlesine seslenmesidir.

Geçmişte sözünü ettiğin edebiyat etkinliklerinde yazarlarla okurlar buluşur, nitelikli edebiyat konuşulur tartışılırdı. Bugün bu etkinlikler yine yapılıyor ama sürekli azalarak. Ne yazık ki has edebiyatın alanı giderek daralıyor. Dünle kıyaslayacak olursam: Bugün ‘Edebiyat Sanat Festivali’ adı altında gerçekleştirilen birçok yaz etkinliğinde tanınmış birkaç şair yazar dışında katılımcıların çoğunluğunu tanınmış gazetecilerin, televizyon yorumcularının, popüler siyaset yıldızlarının oluşturduğunu, edebiyatın onun gölgesinde kaldığını görüyoruz. Edebiyat ortamını verimli ve canlı tutan basılı edebiyat dergileri ağır ekonomik koşullara dayanamayıp bir bir kapanıyor, nitelikli edebiyat satamadığı için yayınevleri yayın programlarını giderek kısıyor. Bütün bunlara karşın biliyoruz ki zamana direnecek, gelecek kuşaklara erişecek olan yine nitelikli yapıtlardır.

Yazarın Diğer Yazıları
Cihan Oğuz

Senin edebiyat dünyamızdaki cesur yanını hep takdir ederim. İlk şiir kitabın “Ay Işığı Karanlığı Yırtarken”i henüz 20 yaşındayken yayımladın. Gazetecilik yaptın, öğretim üyeliği yaptın… Yani hep yazının içinde oldun. Kitaplarına kitaplar ekledin ve hiç geri çekilmedin. Buradan başlayalım istersen… Öncelikle “geri çekilme” faslından başlayalım. Edebiyatta bu yıl 40. yılım. Bakmayın gencim diye ortalıkta dolaştığıma! Şiir […]

Devamını Oku
Öykücülüğümüzde Kendi Rengi Olan Yazar: Zafer Doruk

-Sevgili Zafer, öykücülüğümüzde rengi olan birisin. Yazdıkların yaşantını ele verse de yine de sende öykücülüğümüz adına başka bir kumaş olduğunu düşünürüm. Bu yolculuğu bizimle paylaşabilir misin lütfen, nasıl yazıyorsun? İçine doğduğum coğrafyanın kültürel ikliminden besleniyorum; yazacaklarımı, içinde yer aldığım sınıfsal, geleneksel yapının içinden çıkarıyorum. Bir öykü kurarken yaşadığım, bildiğim mekânların, tanık olduğum olayların ışığından yararlanıyorum. […]

Devamını Oku
Bu Sayıdan Yazılar
Yaşar Kemal’le Geçen Günler / Öğrendiklerim

Zaman zaman sorarlar, Yaşar Kemal’le olan dostluğumuzu. Hayranı olduğum bir insanın/ ulaşılmaz bildiğim bir büyük yazarın bir gün dostu oldum. Nereden nereye derim içimden. Bu yazıya başlarken Çukurova Yaşar Kemal kitabımda da anlattım. Ayşe Semiha Baban’ın içtenliği, ilgisi sayesinde onunla konuştum, birlikte oldum. Ayşe Hanım beni evine aldı, Yaşar Kemal’le söyleşmemizi sağladı. Onun içtenliğini unutamam. […]

Devamını Oku
Anadolu’unun Köklü Çınarı: Yaşar Kemal

Beykoz tarihi günlerinden birini yaşıyordu. 10 Ekim 1965 Milletvekili Genel Seçimlerinin propaganda dönemiydi. Sanat tarihçileri tarafından “Su Sarayı” olarak tanımlanan Beykoz’un simgelerinden biri olan Onçeşmeler’in yanı başındaki köşe kahvede Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) toplantısı vardı. Kahvenin içi dolmuş, sonradan gelenler dışarı taşmıştı. Gözlüklü, tok sesli, uzun boylu adam “Oyunuzu adama verin, beygire değil.” diyordu. Adam […]

Devamını Oku