Bunca çok, başarılı ve çağdaş sürdürülebilir örneğe rağmen, laikliği hâlâ benimseyememiş, dini kurallarla yönetilen ve toplumsal hayatını dine göre düzenleyen ülkelerin en önemli sorunu kadına ve kadının toplumsal hayatın içindeki yerine bakışıdır. Kadın ve erkeği günlük hayatın içinde birbirinden uzak tutmasıdır. Daha doğdukları andan itibaren kız ve erkek çocuklarının yetiştirilmesinde, ayrı sınırlar ve ayrı özgürlükler […]
Bunca çok, başarılı ve çağdaş sürdürülebilir örneğe rağmen, laikliği hâlâ benimseyememiş, dini kurallarla yönetilen ve toplumsal hayatını dine göre düzenleyen ülkelerin en önemli sorunu kadına ve kadının toplumsal hayatın içindeki yerine bakışıdır. Kadın ve erkeği günlük hayatın içinde birbirinden uzak tutmasıdır. Daha doğdukları andan itibaren kız ve erkek çocuklarının yetiştirilmesinde, ayrı sınırlar ve ayrı özgürlükler tanımlanması, çocukluklarında birbirlerinden ayrılarak ayrı okullara yollanmaları, ayrı ortamlarda tutulmaları kaçınılmaz olarak yetişkinliklerinde de ayrı dünyaların insanları olmalarına yol açıyor.
Daha çocukluklarında birbirlerinden ayrılan kızlar ve erkekler, karşı cinsi tanıyamıyor, tanıyamadığını öğrenemiyor, öğrenemediğini bilemiyor ve başka bilgi edinme ortamı olmadığı için de, karşı cinsi hayatında, kendisine anlatılan ilkel ve bağnaz yanlışlarla tanıyarak kendi zihin haritasını oluşturuyor. Kapalı yaşanan toplumlarda bu durum, çevresindeki çoğunluk da böyle hastalıklı bir zihin haritasıyla koşullandırıldığı için günlük hayatlarını fazla etkilemiyor. Herkes öyle nasıl olsa. Olan o kapalı toplumdaki, çevresindeki erkekler anlayışlı olmayan bütün kadınlara oluyor. Sadece bir kez sahip oldukları yaşam deneyimlerinde, kayıplarla ve fırsat maliyetleriyle dolu bir ömür yaşamak zorunda kalıyorlar. Bazen de gazetelerde içimiz burkularak okuduğumuz kadına şiddet olaylarının mağduru oluyorlar.
“Anne öğrenemezse çocuğuna da öğretemez.” diyen bağnaz zihniyet özellikle kız çocuklarını eğitimden çıkarmaya çalışıyor. Karma eğitimle uğraşıyor, kız ve erkek çocukları daha hayatlarının başında birbirlerinden koparmaya çalışıyor.
Kadına taciz ve şiddetle ilgili suçların kökeninde çocuk yetiştirmede yaşanan sorunlar, yanlışlar ve aile içi şiddet var. Erkek çocuk, kadına ne kadar değer vereceğini rol modeli olan babadan alıyor. Kadının ikinci sınıf vatandaş olduğu bir evde yetişen erkek çocuk, kendi hayatında da kadını öyle konumlandırmaktan kurtulamıyor. İçine doğduğu kültürü benimseyip aynısını yapıyor. Kafasını bozduğunda kadına dersini verebileceğini düşünüyor. Kadın ve erkeğin eşit olduğu ortamlardaki dengeyi, huzuru, verimliliği, çağdaşlığı bir şekilde deneyimleme fırsatı bulabilecek kadar şanslı olanlar veya hayatının fazla geç kalmamış bir döneminde, maalesef bir bedel ödeyerek bu çağdışı saçmalıkların farkına varanlar kendilerini bu sarmaldan kurtarabiliyorlar.
Kadın ve erkek bir diğerinin yarısıdır, ikisi birbirini tamamlar ve insan olur. İkisi de bir diğerinden bağımsız olamaz. Öyle bir toplum varlığını sürdüremez. Kadın ve erkeğin eş ve eşit olduğu gerçeğini unutan toplumlar, geri kalmışlıklarıyla bedelini ödemek zorunda kalıyorlar.
Çağdaş toplumlar, kadın ve erkeğin potansiyelinden daha iyi yararlanabilmek ve nüfuslarının potansiyelini en iyi şekilde değerlendirebilmek için günlük hayatın ötesinde, iş dünyasında da kadını erkekle eşitlemeye çalışıyor. Bu amaçla kotalar koyuyor, kamu setöründe yasal düzenlemeler yapıyor, özel sektörü özendirecek kolaylıklar sağlıyor. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin yanı sıra, iş dünyasında da cinsiyet eşitliğinin sağlanması, mevcut olan işgücü ve yetenek havuzundan çok daha verimli faydalanabilmeyi ve sürdürülebilir ekonomik büyümeyi getiriyor.
Kadınların işgücüne katılımı ve istihdamının bütün dünyada daha kat edeceği mesafe var. Üst yönetimde ve yönetim kurullarındaki kadın yönetici oranında ise bütün dünyada durum daha vahim. Türkiye her iki konuda da hâlâ çok gerilerde. Oysa uluslararası araştırmalar, kadınların iş hayatına daha fazla katılımının, hem şirketlerin hem de ülkelerin ekonomik performansını artırdığını gösteriyor. Üreten, üretimini bilinçli bir hale dönüştüren kadın sayısı çoğaldıkça kişi başına düşen milli gelir de artıyor. Kadın ve erkek çalışan sayısı arasındaki farkın azalmasının şirketlerin performansını yükselttiği gözlemleniyor.
Kadınların işgücüne katılım oranındaki %1’lik artışın küresel Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’yı 80 milyar dolar artıracağı hesaplanıyor. Kadınların çalışma hayatına katılma oranlarının erkeklerle aynı seviyeye çıkarılmasının, ülkelerin Gayri Safi Yurtiçi Hasılası’nda %10’u aşan artışlar sağlayabileceği hesaplanıyor. Kadın-Erkek oranının yakın olduğu kurumların finansal performanslarının sektör ortalamasının üzerine çıkma olasılığı daha fazla. Şirketlerin üst yönetiminde cinsiyet oranı farkının azalması, şirketlerin kârlılığını da artırıyor.
Kadının kazandığı her hak, yalnızca kişisel gelişim anlamında değil toplumsal gelişim anlamında da fayda sağlıyor. Eğitim alan her kadın, düşünüş, yaşayış ve tutum açısından, ülkenin sosyokültürel gelişimini doğrudan etkiliyor. Yetiştirdiği çocuklara vereceği eğitim, aldığı eğitime paralel olacağından, yeni nesiller de doğal olarak daha ileri ve çağdaş yetişiyor.
Bunca çok, başarılı ve çağdaş sürdürülebilir örneğe rağmen, laikliği hâlâ benimseyememiş, dini kurallarla yönetilen ve toplumsal hayatını dine göre düzenleyen ülkelerin en önemli sorunu kadına ve kadının toplumsal hayatın içindeki yerine bakışıdır. Kadın ve erkeği günlük hayatın içinde birbirinden uzak tutmasıdır. Daha doğdukları andan itibaren kız ve erkek çocuklarının yetiştirilmesinde, ayrı sınırlar ve ayrı özgürlükler […]
Devamını Oku“Cumhurbaşkanı olmasaydım, Millî Eğitim Bakanı olmak isterdim.” sözü, Atatürk’ün eğitime verdiği önemi göstermesi bakımından çok anlamlıdır. Kendi eğitimine ve kişisel gelişimine küçük yaşlardan itibaren büyük önem veren ve, “Ben çocukken fakirdim. İki kuruş elime geçince bunun bir kuruşunu kitaba verirdim. Eğer böyle olmasaydım, bu yaptıklarımın hiçbirini yapamazdım.” diyen Atatürk’ün, kendi gibi milletinin eğitimine de özel […]
Devamını OkuZaman zaman sorarlar, Yaşar Kemal’le olan dostluğumuzu. Hayranı olduğum bir insanın/ ulaşılmaz bildiğim bir büyük yazarın bir gün dostu oldum. Nereden nereye derim içimden. Bu yazıya başlarken Çukurova Yaşar Kemal kitabımda da anlattım. Ayşe Semiha Baban’ın içtenliği, ilgisi sayesinde onunla konuştum, birlikte oldum. Ayşe Hanım beni evine aldı, Yaşar Kemal’le söyleşmemizi sağladı. Onun içtenliğini unutamam. […]
Devamını OkuBeykoz tarihi günlerinden birini yaşıyordu. 10 Ekim 1965 Milletvekili Genel Seçimlerinin propaganda dönemiydi. Sanat tarihçileri tarafından “Su Sarayı” olarak tanımlanan Beykoz’un simgelerinden biri olan Onçeşmeler’in yanı başındaki köşe kahvede Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) toplantısı vardı. Kahvenin içi dolmuş, sonradan gelenler dışarı taşmıştı. Gözlüklü, tok sesli, uzun boylu adam “Oyunuzu adama verin, beygire değil.” diyordu. Adam […]
Devamını Oku