Betül DÜNDER
Tüm Yazıları
Gözlerimizdeki Şimşek Şiire Armağandır
Ana Sayfa Tüm Yazılar Gözlerimizdeki Şimşek Şiire Armağandır

İkibinlerin başında akademik çalışmamın omurgasını oluşuracak bir söyleşiler serisi yapıyordum şair kadınlarla ve o günlerde Gülseli İnal ile konuşurken; onun, kendine özgü tavrı ve coşkusuyla “Bu yüzyıl kadınların yüzyılı olacak Betül bunu engelleyemecekler.” demişliğini, gözlerinde çakan şimşeği -üzerinden çok seneler geçmiş olsa da- ara ara hatırlarım. Modern şiir tarihimizden bir ezber cümle gibi dillendirilen “bir […]

İkibinlerin başında akademik çalışmamın omurgasını oluşuracak bir söyleşiler serisi yapıyordum şair kadınlarla ve o günlerde Gülseli İnal ile konuşurken; onun, kendine özgü tavrı ve coşkusuyla “Bu yüzyıl kadınların yüzyılı olacak Betül bunu engelleyemecekler.” demişliğini, gözlerinde çakan şimşeği -üzerinden çok seneler geçmiş olsa da- ara ara hatırlarım. Modern şiir tarihimizden bir ezber cümle gibi dillendirilen “bir elin parmaklarını geçmeyen şair kadınlar”ın yanına; hem nicel olarak hem de nitelikleri tartışmasız nice şair kadının adı yazıldı zaman içinde. Özellikle 90’lı yıllardan itibaren (şiir kamusunun yokluğunun hiç farkına varmadığı) (!), şair meclislerinde azınlığı temsil etmekle birlikte hem kendileri olabilmek hem de şiirlerini savunabilmek adına mücadele veren “bir elin parmaklarını geçmeyen” şair kadınlar, şiiri ev sahibi gibi sahiplenmiş erkek çoğunluğun arasında kadınoluşun içinden ses vere vere var oldular ve yollarına devam ettiler. İkibinlerin başından itibaren, kimi feminist hareketin tedrisatından geçen şair kadınlar da bu zincire eklenince dönemin kimlik ağırlıklı sosyolojisi içinden söz alarak, hem şiirin hem de eylemin özneleri olarak; kadının şiirde başından beri nesneleştirilmesine, küçümsenmesine, o bilgiç eleştiri tonuna ve ötekileştirme ısrarına rağmen kendi varoluşlarını şiirin içinden kurarak sadece şiir yazmanın yetmediği bir cenk alanına girmiş oldular. “Deneyim esastır.” sözünün en fazla kendini sınadığı gelenekten söz konusu senelere gelene kadar edebiyatın en eril alanı olarak bilinen şiirde çoğullaştılar, şiirin dişil yanını çoğalttılar.

Bu çoğullaşmanın ana kaynağını ‘özne’ ama nasıl bir özne sorusu üzerine kuran bir hat var. Bir şiara dönmüş olan Simone de Beauvoir’nun “Kadın doğulmaz olunur.” cümlesinin aurasını taşıyan ‘bilinçlenmiş bir kadın özne’ burada söz konusu olan. Yıllarca kadınların yazdıklarına mesafeli duran eril ve egemen çoğunluk; kadınların yazdıkları şiirleri “kadın duyarlılığı” -ki bu da erkek egemen söylemdir- içinden söylenmiş, bir iç dökme, yakınma halinde dışavurulmuş manzumeler olarak görmeyi yeğlediler. O sebepledir ki kendi özyaşam öyküsünü, deneyimlerini paylaşmak konusunda sürekli bir otosansürle yazmak zorunda kalan kadınların bu baskı ve basınçla mücadelesi yazma eylemlerini de şekillendirdi kaçınılmaz bir sonuç olarak. Bununla birlikte kadınların devraldığı kültürel miras ve bu bağlamda gündelik hayattan şiire devrolan dil, eril tahakkümün en önemli aygıtı olarak kadın özneyi kuşatmıştı. Geleneğin sorgulanması, geleneksel şiirin içerisindeki şair kadınların şiirlerini yazma koşulları yeniden ele alınmaya başlandı bu süreçte. Şairin dille imtihanı onun en önemli uğraşıyken, kadınlar için dil aynı zamanda yıkıp yeniden inşa etmeleri gereken büyük bir anlam alanıydı. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin, ataerkil patriyarkanın üzerine boca ettiği roller ve sorumlulukların içinden şiire varmak, orada kendine yeni bir varoluş alanı yaratmak başından beri zordu ancak bunu başaran kadınların bugünkü varlığı bu mücadelenin yegane sonuçlarıyla neticelendi. Şiirimize hem şahsiyetleriyle hem de şiirleriyle yeni yollar patikalar açan kadınların şiirlerinin son yıllarda bu kadar dikkat çekici ve dolaşımda oluşu bir sürpriz değil bizim açımızdan tüm bu sebeplerden dolayı.

Okurun zihninde şairin imajının öncelikle erkek olarak zuhur etmesi sadece bizim sınırlarımızla sınırlı değil elbette. Dünya şiirini yakından takip edenler görecektir ki, kadınoluşun bilinci içerisinden söz alıp şiirde ısrar eden şair kadınların trajik olanın cazibesi ile hatırlanmak payına düştü. 19. yy. şairlerinden Rimbaud’un şu sözlerinde hem bir davet hem bir özeleştiri bulunmaz mı: “Kadının sonsuz kölelik zincirleri kırıldığında kadın kendi gücüyle ve kendi için yaşadığında, bugüne dek iğrenç olmuş erkek, ona hakkını geri verdiğinde, kadın da şair olacaktır. Kadın da bilinmezi bulacaktır. Onun düşünce evreleri bizimkilerden değişik mi olacaktır? Tuhaf şeyler bulacaktır kadın, sonsuz, derin, iğrendirici, nefis şeyler…”

Rimbaud’un kadının yetenek ve kendi olabilme gücünü hissetmiş olduğunu varsaysak da, onun bu cümleleri kurarken bile kadının hakkını teslim edecek olanın yine erkekler olduğunu imlemesini, devralınmış eril bilinçten tam olarak bağımsızlaşamadığının bir göstergesi olarak okuyoruz bir yandan da. Çünkü kadınlar hak mücadelesini sürdürürken “Hak verilmez alınır.” şiarıyla hareket ederler. Eşitlikçi bir yaşamın olmazsa olmazları içinde mutlak bir kazanım savaşının özneleri olmalarının sebebi de budur. Bunu edebiyattan özelde şiirden bağımsız düşünmek de eksik bilinci işaret eder ki; şair kadınların sosyolojik olarak birbirinden farklılıkları, özde dil bağlamında açılan o büyük çukurdan çıkmak arzusuyla ortaklaşır. Eğer şiiri öğrenmek diye bir şey varsa geçmişten bugüne şiir tarihine dair iyi bir okur olmanın; bu süreç kadınlar için yüzlerce erkek şairin şiirini okumak, poetikalarının birbirini yineleyen ve destekleyen metinlerini içselleştirmekten muaf değil. Kadının bir nesne olarak şiirin omurgasına yerleştiği örneklerden geçilmiyor şiir geleneğimiz. Adonis’in “Kadından şair olmaz, ona şiirler yazılır ancak.” demişliğinin bir lanetli cümle olarak bizim şiirimizin kılcal damarlarında dolaşmasının yarattığı sakat bilinci ortadan kaldırmak için şiirden çok bu eril tahakkümün tahribatlarıyla mücadele etmek zorunda kaldık.

Şiirden, şairden ne vakit söz açılsa okurun zihninde dolaşan isimler ve imajlar hacimli bir erkekler albümüne ait. Geleneğin ana kanallarından biri olan Divan Şiiri’ndeki şair kadınlar ayrı bir başlık olarak değerlendirildiğinde; -birkaç istisna dışında-, babalarının ya da kocalarının himayesinde, iyi eğitim alan, kimi zaman mahlas kullanmaya mecbur kalan, çoğunluk tasavvuf hissiyatıyla yaşayan kadınların biyografisiyle karşılaşıyoruz. Burada 15.yy.’dan Mihrî’yi anmadan geçmeyeceğim. Zira 2015’te yitirdiğimiz Sennur Sezer’in Mihrî Hatun’a dair özel ilgisi ve sevgisi sonucu kaleme aldığı “Türk Safo’su Mihri Hatun” kitabı nadidedir. (2005, Kapı Yayınları). Sezer, Mihrî’nin “Tazarru’name-i Mihri-i Hakire’den” gazelini günümüz diliyle şöyle söyler: “Değersiz Mihri’nin Yakarışları’ndan” adıyla: “Çünkü kadınlar eksik akıllı olur derler/Her sözlerini özürlü görmek uygundur. Ancak Mihri duacınızın inancı/ Akıllı ve olgun kişilerin sözleri gibidir: Elinden iş gelen, becerikli bir kadın/Beceriksiz bin erkekten yeğdir”… Mihrî’yi böyle söyleten de bizi böyle yazdıran da yüzyıllardır şiirdeki eril tahakkümün karşısında kendi yüzyılında, kendi gücüyle, sözüyle varolmanın sadece yazınsal değil yaşamsal bir mücadele olduğunun bilincidir. Mihrî’nin aşk dolu kalbinin bugün yanıbaşımızda çarpıyor oluşunun başka izahı yoktur. Kayıplarımız ise çoktur. En basitinden sözlü edebiyatın içinde dolanan masalların, ninnilerin, ağıtların, hikayelerin aktarıcıları kadınlar, sözün yazıya dönüştüğü yerde yok oluyorlardı. Kalem tutmak, ona sahip olmak, kadına atfetilen rollerden sıyrılıp bağımsızlaşarak kâğıda varmak büyük mücadele istiyor çünkü. Halk edebiyatında -sadece Karac’oğlan’ın şiiri özelinde bile- dilin eril halinin bu denli açıktan görünür olduğu bu coğrafyada, kadının sınırlarını nasıl çizdiği ve bir varoluş mücadelesine dönen o ‘sınır aşımının’ nasıl bedeller ödettiği de insanlık (erkek) tarihinin kayıtlarında mevcut.

90’lardan beri şair kadınların şiirdeki varlığı, niceliksel ve nitelik olarak artarken bunu dipten gelen dalga olarak değerlendirmiştik. Feminist teorinin, toplumsal cinsiyet (gender) çalışmalarının, iktidarın kadın kıyımı karşısında örgütlü bir güç olarak sokağa çıkan kadınların, LGBTİ+ bireylerin kendileri olabilmelerinin, bunun için mücadele etmelerinin, hepsinin bir bileşkesidir bugün şair kadınların, queer şairlerin duruşları, yazdıkları. Böyle diyorum ancak düşlediğim şeyi idealize ediyor da olabilirim. Çünkü bir yandan bu bilinçle “yeryüzünden geçen” ve yazınsal/ sanatsal üretimini ortaya koyan kadın/queer özneler olduğu gibi, yine erkeklerin yol haritasından sapmadan; eril tahakkümün tahribatlarından sükûnetle korunacağını düşünen, kendi istikbali için devraldığı miras ile hesaplaşmanın çatışmasından uzak duranlar da vardır şüphesiz. Ancak şiirde “kimlik ve temsiliyet” açılan başlıklarda şiiri şiir yapanın estetik ölçütleri kadar şairini taşıyabilmesi de gerekiyor zannımca. Meziyetler, özgünlükler, yeni arayışlar kendi iktidarını yaratmaktan öte kolektif bir bilinç yaratırsa önümüzdeki yüzyıl Mihrî’nin kızkardeşleri olarak birçok şair kadını anacak birçoğunun kalbi atmaya devam edecek…buna da inanmayalım mı?

Yazarın Diğer Yazıları
Âşık Kemal Üzerine Bir Bahar Denemesi

Edebiyat tarihimizin arka bahçelerinde en fazla dedikodusu edilen mesele “şairlik” üzerinedir desek buna pek itiraz olacağına ihtimal vermiyorum. Şiir yazamadığı için eleştirmen ve/veya denemeci olduğu varsayılan isimlere göndermeleri olan -ya da açıktan söylenen- nice yazı üretilmiş bir yerlerde. Şair olarak anılsa da “şairliği” her defasında sınanmak suretiyle yazan üreten birçok imza var. Her ne hikmetse […]

Devamını Oku
Gözlerimizdeki Şimşek Şiire Armağandır

İkibinlerin başında akademik çalışmamın omurgasını oluşuracak bir söyleşiler serisi yapıyordum şair kadınlarla ve o günlerde Gülseli İnal ile konuşurken; onun, kendine özgü tavrı ve coşkusuyla “Bu yüzyıl kadınların yüzyılı olacak Betül bunu engelleyemecekler.” demişliğini, gözlerinde çakan şimşeği -üzerinden çok seneler geçmiş olsa da- ara ara hatırlarım. Modern şiir tarihimizden bir ezber cümle gibi dillendirilen “bir […]

Devamını Oku
Bu Sayıdan Yazılar
Yaşar Kemal’le Geçen Günler / Öğrendiklerim

Zaman zaman sorarlar, Yaşar Kemal’le olan dostluğumuzu. Hayranı olduğum bir insanın/ ulaşılmaz bildiğim bir büyük yazarın bir gün dostu oldum. Nereden nereye derim içimden. Bu yazıya başlarken Çukurova Yaşar Kemal kitabımda da anlattım. Ayşe Semiha Baban’ın içtenliği, ilgisi sayesinde onunla konuştum, birlikte oldum. Ayşe Hanım beni evine aldı, Yaşar Kemal’le söyleşmemizi sağladı. Onun içtenliğini unutamam. […]

Devamını Oku
Anadolu’unun Köklü Çınarı: Yaşar Kemal

Beykoz tarihi günlerinden birini yaşıyordu. 10 Ekim 1965 Milletvekili Genel Seçimlerinin propaganda dönemiydi. Sanat tarihçileri tarafından “Su Sarayı” olarak tanımlanan Beykoz’un simgelerinden biri olan Onçeşmeler’in yanı başındaki köşe kahvede Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) toplantısı vardı. Kahvenin içi dolmuş, sonradan gelenler dışarı taşmıştı. Gözlüklü, tok sesli, uzun boylu adam “Oyunuzu adama verin, beygire değil.” diyordu. Adam […]

Devamını Oku