Ulaş GEROĞLU
Tüm Yazıları
Hoş Gel!

Dünyanın kendi etrafında üç yüz altmış beş kere, güneşin etrafında tam bir tur dönüşüdür geride kalan yıl. Yani aslında döne döne aynı noktaya gelip, yeniden başladığımız için bu kadar sevinçliyiz. Başlangıç tarihimiz 31 Aralık’ı 1 Ocak’a bağlayan gece yarısı saat tam 00:00. Son on saniyeyi geri sayarak, kimi zaman önde, kimi zaman birkaç saniye geride […]

Dünyanın kendi etrafında üç yüz altmış beş kere, güneşin etrafında tam bir tur dönüşüdür geride kalan yıl. Yani aslında döne döne aynı noktaya gelip, yeniden başladığımız için bu kadar sevinçliyiz. Başlangıç tarihimiz 31 Aralık’ı 1 Ocak’a bağlayan gece yarısı saat tam 00:00. Son on saniyeyi geri sayarak, kimi zaman önde, kimi zaman birkaç saniye geride bazen de saati umursamadan yeni yıla giriyor; bir sevinçle yanımızdakilere sarılıyor, uzaktakileri arıyor ve gökyüzünde patır patır patlayan havai fişekleri seyrediyoruz. Kanallarda önceden hazırlanmış eğlence programları, muhtemelen ısıltıldığı için taze gelen leblebisi bol karışık çerez, hindiye benzediği için alınan ama masanın ortasında asla reklamlardaki gibi durmayan tavuk, çeşitli mezeler, kalkan kadehler ve olmazsa olmaz yeni dilekler. Çoğunlukla aşklı, paralı, sağlıklı güzel günler… Neyi geride bıraktığımızı hiç düşünmeyerek, aklımıza bile gelmeden geçip giden o tam bir turu unutup yeni döngümüze haykırıyoruz; “Hoş geldin…”

Hoş geldin sonrasına koyduğumuz rakamlar artık çok hızlı değişiyor. Dün gibiydi 2020, hayat sığmıştı eve. Çok hevesliydik 2021’e, 2022’ye… Geçip gittiler işte, krizlerle, savaşlarla, kaybettiklerimizle, başarılarla. Ve bundan tam bir tur dönmeden önce 2023 de hoş gelmişti ya, o da kendinden önceki sayılar gibi hiç hoş geçmedi değil mi?

2023’ün ilk hediyesi! nedenini hâlâ bilmediğimiz, mantıklı bir açıklaması olmayan, iki yakasını köprülerle birleştirdiğimiz dünyanın en güzel şehrinin ismini taşıyan sözleşmeden kesin olarak çıkışımız oldu… Gelen gün gelecek güzel günlerin habercisi olacaktı ya, olmadı yani. Kaldığımız yerden sadece rakamları değiştirerek devam edeceğimiz, ilk günden duyurulmuş oldu. Olsundu! Daha önümüzde 363 kere daha döneceğimiz günler vardı. Beklentilerimiz; mevsiminde kokusuyla gelen kır çiçekleri gibiydi bizim. Sadece bahara kadar sabretmek gerekti…

Daha ilk günden ne oluyoruz demeye kalmadan döne döne savaşa döndü dünya. Ocak ayında sözleşmiş gibiydi eli silah tutanlar ve binlerce yıldır konuşarak halledilemeyen meseleler yine kafa göz kavgaya tutuşarak hallolmalıydı. Fakat zaman değişti, kavgaların şekli de değişti, dönüp duran yer kürenin her yerinde savaş seviciler orantısızlığa hiç aldırış etmedi. Afrika’da devrimler, ihtilaller. Ortadoğu hep bildiğimiz, alıştırıldığımız gibi sıcak ve diken üstündeydi yeni yılın ilk ayında.

‘Ne oluyor!’ diyemeden geçti ocak ayı. Doğrusu maça baskılı başlayan favori taraf gibi sağlı sollu ataklarla gelen yeni yılın baskısını şubat ayıyla kırarız, kışın beyazı kapıdayken biraz kışın keyfini yaşarız diye umuyordum. O da olmadı… Yara tecrübe edilir mi? Bizim tecrübeli yaramız deprem gerçeği sarstı bütün dünyayı. Karakışın ortasında, gecenin zifiri karanlığında ve bıçak suskunluğunda Kahramanmaraş merkezli çağımızın en büyük felaketi gerçekleşti. Birkaç dakikada on bir ilimizi tarumar etti. Sabahın ilk saatleri bizi deprem haberleriyle karşıladı. Dedim ya; tecrübeli yara, alışmıştık her yeni yılda coğrafyamızın bir köşesinin sallanmasına. Alıştığımız gibi sandık. Volkan Demirel’in çaresizlik içindeki göz yaşları, sosyal dünyanın medyasında hızla paylaşılınca yavaş yavaş anlamaya başladık felaketin büyüklüğünü. Ne yazık ki neyle karşı karşıya kaldığımızı da yetkililerden değil, gelen görüntülerden anladık. Gün ortası gerçekleşen ikinci deprem dünyanın gözü önünde domino gibi yıkarken binaları, ufku kapatan binaların yerini boşluk, yardım çığlıkları ve çaresizlik aldı. Doğa acizliğimizi hatırlatırken hiç çekinmemişti. Birkaç ayda otuz binin üstünde artçı deprem gerçekleşecek ve 6 Şubat gecesi dünya tarihinin en ağır bilançolu afetlerinden biri olarak kayda düşülecekti. Resmi rakamlara göre elli bin insanımızdan fazlasını kaybettik. Yeni yıl eski bir hatırlatmayla tüm dileklerimizi kırk günde kabul etmediğini ilan etmişti. Biz ise dileklerimizde inatçıydık. Eşi benzeri görülmedik bir sivil seferberlik örneği gösterdik. İlk saatlerden itibaren ülkenin her köşesinden, mahallesinden, sokağından, kurum ve kuruluşlarından, vakıf ve derneklerinden on binlerce tır yardım için yollara düştü. Yardımlaşmanın saflığı ise kısa sürede kirlendi. Çadır pazarları kuruldu mesela. Sahi, bir çadır kaç lira? Keşke bu sorunun cevabı yardım kuruluşlarında olmasa. Ve hesap uzmanları çıktılar meydana, başladılar paralar nerede, diye sormaya. On günde tutuştuğumuz eller kutuplaşmaya başladı. Yardımın tarafı olur mu? Bir Habil – Kabil meselesi ile geçip gitti sonraki günler…

Leonardo da Vinci’nin enteresan kişiliğinin yansıması olan “Son Akşam Yemeği” tablosu, en beğendiğim eseridir. Konusu; Hamursuz Bayramı’nın ( Yahudi inancında mayasız hamur yendiği bayram) ilk gününde Hz. İsa’nın ölmeden önce akşam yemeğinde havarilerini topladığı ve onlardan birinin kendisine ihanet edeceğini söylediği son akşam yemeğidir. Mite göre Hz. İsa, Yahuda’ya ihanet edeceğini söyler. Yahuda ise son akşam yemeğini terk ederek Hz. İsa’ya otuz gümüş karşılığında ihanet edip yerini söyler. Rönesans ressamlarına ilham olan bu miti, Leonardo da Vinci’nin “Son Akşam Yemeği” resminde anakronist bir eser olarak görüyoruz. Akşam yemeğinde kullanılan masa, ve oturma düzeni, İsa’nın ölümünden çok sonra insanlık kültüründe görülecektir. “Son Akşam Yemeği” birçok detayıyla ilgi çekici olsa da resimde havarilerin ihaneti tartışıyor olması, İsa’nın çaresiz ve üzgün beden dili ve birazdan Yahuda’nın masayı terk edecek olması, yeni yılımızın mart ayında bu resmi aklıma getirmişti. Kendi kendime “Hıristiyanlık inancına göre Yahuda masayı terk ederek aslında dinin yayılmasına neden olan olayları başlatmıştı. Bizim masamızın terk edilişi sanırım baharı geciktirecek.” demiştim. Martın ilk haftasını takiben dünyada ve ülkede olup biten hiçbir şey artık bizi ilgilendirmiyordu. Kendi çizdiğimiz son akşam yemeği resminde masamızın bir ayağı kırık, diğer ayakları pazarlıktı. Masanın üstünde bir bahar çiçeği, topraksız ve güneşsiz kalmıştı. Haliyle bahar da olmadı. Yaza girerken bir güz kasvetiyle sarılıp sarmalandık….

Deprem, seçim, ekonomik kriz derken yeni yılın ilk çeyreğinde sırtımız yere düştü, hakem başımıza çöktü ve ondan geriye doğru saymaya başladı. Dışarıda bir hayatın aktığını ise yüz akımız, sevincimiz, gururumuz Filenin Sultanları’yla anımsadık. Şöyle bir silkelenerek doğrulduk. Kızların Milletler Ligi Şampiyonluğu, hayata dönüş öpücüğü gibi oldu. Bize verilen elmanın faili çoktu ama bu masalda prensler değil Sultanlar döndürüyordu hayata. Hayata döndük dönmesine, tabi büyük bir şaşkınlıkla. Yarasalar gibi karanlıkta görüp uçan, gün ışığında inlerine saklanan bazı tipler türeyiverdi birden. Kızların özel hayatları, şortları, sevinçleri mağaralarına delik açmış, ışık içeri sızmış gibi davranan bu yarasa tipler, ağız tadıyla bir sevinç yaşatmadılar. Biz, milliler ve yarasalar tartışmasıyla oyalanaduralım kelebekler gibi özgürce uçuşuvermeye başladı dolarlar, avrolar. “Ben hep elli liralık alıyorum” diyen abiler, gece yarıları istasyonlarda yakıt kuyruğunda… Canım ülkemde büyük bir sanattır yaşamak. Bu sanat artık komik olmayan şeylere gülmeyi öğretmişti bize. Sokakta kime durumunu sorsan önce gülümsüyor, sonra yakınıyor ve sonra gülümseyerek yoluna devam ediyor. Yaz sıcakları, ülkemin sularına akan turist eğlencelerini gösteren paparazzi programlarını klima çok yakmasın diye tüm camlar açık seyrederek geçti gitti….

Gündemde aynı yüzlerin, aynı sebep ve sonuçları tartışıp hiçbir cümlenin, fikrin bir fayda sağlamadığı zamanlardan geçerken tekrar Filenin Sultanları imdadımıza yetişti. Uzun zaman sonra hangi fikirden, görüşten, yaştan olduğumuza bakmadan meydanlara kurulan dev ekranlar karşısında birlikte heyecanlanabileceğimizi, ortak beklentilerde buluşabileceğimizi ve en güzeli birlikte sevinebileceğimizi hatırlattılar. Yarasalar yine ortaya çıkmışlardı fakat bu sefer ışıkları yaktık. Yeni tartışma konumuz kızlarımızın tarifeli uçakta paylaştıkları storyler daha kaybolmadan milli futbol takımımızın özel uçakla maça gitmesi oldu.

Yeni yılı dokuz ay kadar eskittiğimizde tam da “Ortadoğu eski yıllara göre biraz sakin mi?” diye soruyorduk ki savaş patlak verdi. Orantısız güç; hastaneleri, sivil evleri yıkıp geçerken çocuklar öldürülüyor ve artık vicdanı çekip alınmış dünyanın sessizliğiyle bu zulme tanık olmaya başladık. Haksızlıklar karşısında “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır.” diyoruz ya, bu dünya artık dilsiz şeytanlar dünyası. Çocukların ‘çocuklar öldürülmesin’ dediği dünyada temel meselemiz, dersimiz tekrar insanlık olmalı…

2023 Ekim’i bizim için tarihi bir dönemeçti. Bir asır önce büyük fedakârlıklarla kurduğumuz Cumhuriyet, ikinci yüzyılına adım attı. Görkemli kutlamaları, ruh yorgunluğumuzdan sebep iple çektik. Konserler, gösteriler ülke bir günlüğüne de olsa panayır yeri gibiydi. Gün boyu hemen her şeye yetişmek istiyorduk. Büyük şehirlerdeki kutlamaların görkemi bir daha ne zaman şahit oluruz dedirtiyordu. Gün batımından sonra da devam eden kutlamalarda havai fişekler, ışık gösterileri, fener alayları geceyi aydınlattığı için bir tek yarasalar memnun değildi. Hiç umursamadık. 29 Ekim 2023 bizlere ekstra dilek hakkı sundu. O gün belki tüm ülke (yarasalar hariç) aynı dilekte buluştuk. İkinci yüzyılımızda, ilkinde yaptığımız hataları yapmayacak ve bir Cumhuriyet ülkesine yakışır adımların atılmasını sağlayacaktık. İkinci yüzyılımızın daha ilk günleri. Bir şeyler söylemek için henüz erken. Ama ben inanıyorum. Gerektiği gibi tam bir Cumhuriyet ülkesi olacak canım yurdum. Bunun için gençliğimiz de var, yüksek heyecanımız da…

Bu yıl kaybettiğimiz dostlarımızı, sanatçılarımızı, bilim insanlarımızı, sporcularımızı bir bir paylaşmaya sayfalar yetmez. 2023’ü neredeyse hemen herkes bir son gibi yaşadı. Oysa her yeni gelen yıl başlangıç olmalıydı. Yerine yenisinin yetişmediği, yetiştiremediğimiz ve derin boşluklar bırakan o kadar çok değerimizi yitirdik ki… Maalesef çoğuna hazır değildik. Hepsinin devri daim olsun.

Ve yine geliyor yeni yıl. Ne yalan söyleyeyim, korkmuyor değilim. Geçerli sebeplerimin olduğunu düşünüyorum. Bu sefer 2024’e “Hoş Geldin” yerine “Niye Geldin” mi desek acaba? Elbette hayır. Mecburuz yeni yılı umutla karşılamaya. Yaşadıklarımız kamburumuzu çıkarsa da mecburuz hep ama hep yeniden başlamaya. Yeni yıl hoş gelmeli… Hoş gelmesini beklediğimiz yıl, umudu diri tutmakla ilgili. Hangi yerden mağlup olmuşsak “bu sefer, bu sefer başaracağız” inancının simgesi.

Sizinle yeni yıl dileğimi paylaşmak isterim. Daha doğrusu bir kız çocuğunun dileğini yeni yıl için paylaştığımı söylemek isterim. Kelebek Ödülleri’nde eline insanca yaşayacağımız, çocukların öldürülmediği, kadınların haklarının çiğnenmediği bir dünya çizip “Bu dünyayı eline çizen tüm çocuklarla dünya güzelleşecek. Buna yürekten inanıyorum.” diyen Ada Erma’nın yüreğinden öperek onun dileğini paylaşıyorum. Umarım Ada’nın o dünyasını bütün insanların silinmemek üzere eline çizdiği bir yıl olur. Hoş gel 2024…

Yazarın Diğer Yazıları
İstasyon İnsanları

“Yolcular ellerinde tek gidişlik bir biletHenüz bilmeseler de hayat bundan ibaret” Güzel şarkıdır “İstasyon İnsanları”… Bu şarkı bana neleri gözden kaçırarak yaşadığımızı anımsatır. Her dinlediğimde unuttuklarımı, gözden kaçırdıklarımı ararken bulurum kendimi. Bir anahtardır kendime, başkasında ki kendime. Herkesin bir istasyon macerası vardır elbette. Birbirinden farklı olmayan ama çok farklı izler bırakan. Mesela hepimiz için soğuktur […]

Devamını Oku
Hoş Gel!

Dünyanın kendi etrafında üç yüz altmış beş kere, güneşin etrafında tam bir tur dönüşüdür geride kalan yıl. Yani aslında döne döne aynı noktaya gelip, yeniden başladığımız için bu kadar sevinçliyiz. Başlangıç tarihimiz 31 Aralık’ı 1 Ocak’a bağlayan gece yarısı saat tam 00:00. Son on saniyeyi geri sayarak, kimi zaman önde, kimi zaman birkaç saniye geride […]

Devamını Oku
Bu Sayıdan Yazılar
Yaşar Kemal’le Geçen Günler / Öğrendiklerim

Zaman zaman sorarlar, Yaşar Kemal’le olan dostluğumuzu. Hayranı olduğum bir insanın/ ulaşılmaz bildiğim bir büyük yazarın bir gün dostu oldum. Nereden nereye derim içimden. Bu yazıya başlarken Çukurova Yaşar Kemal kitabımda da anlattım. Ayşe Semiha Baban’ın içtenliği, ilgisi sayesinde onunla konuştum, birlikte oldum. Ayşe Hanım beni evine aldı, Yaşar Kemal’le söyleşmemizi sağladı. Onun içtenliğini unutamam. […]

Devamını Oku
Anadolu’unun Köklü Çınarı: Yaşar Kemal

Beykoz tarihi günlerinden birini yaşıyordu. 10 Ekim 1965 Milletvekili Genel Seçimlerinin propaganda dönemiydi. Sanat tarihçileri tarafından “Su Sarayı” olarak tanımlanan Beykoz’un simgelerinden biri olan Onçeşmeler’in yanı başındaki köşe kahvede Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) toplantısı vardı. Kahvenin içi dolmuş, sonradan gelenler dışarı taşmıştı. Gözlüklü, tok sesli, uzun boylu adam “Oyunuzu adama verin, beygire değil.” diyordu. Adam […]

Devamını Oku