Haydar ERGÜLEN
Tüm Yazıları
Türkçe Sesli [Yeni Türkü: Bizim Türkümüz]
Ana Sayfa Tüm Yazılar Türkçe Sesli [Yeni Türkü: Bizim Türkümüz]

Yeni Türkü’yle öncelikle bir dinleyici olarak ilişkim var, üstelik yaşım tuttuğu için en başından beri ve aynı yıllarda ODTÜ’lü olduğum için okuldan da! Biraz daha fazlası da var, ilk şiir kitabım Karşılığını Bulamamış Sorular’ın 1981’de Yeni Türkü Şiir Yayınları’ndan çıkmış olmasıyla da. Bununla ne demek istiyorum? Yayınevinin sahibi, şair Yaşar Miraç’ın gruba da bu adı […]

Yeni Türkü’yle öncelikle bir dinleyici olarak ilişkim var, üstelik yaşım tuttuğu için en başından beri ve aynı yıllarda ODTÜ’lü olduğum için okuldan da! Biraz daha fazlası da var, ilk şiir kitabım Karşılığını Bulamamış Sorular’ın 1981’de Yeni Türkü Şiir Yayınları’ndan çıkmış olmasıyla da. Bununla ne demek istiyorum? Yayınevinin sahibi, şair Yaşar Miraç’ın gruba da bu adı veren kişi olduğunu!- Yeni Türkü’nün Latin Amerika’daki Nueva Cancion müzik hareketinin Türkçesi olduğunu, gençliğimizde çok dinlediğimiz Şilili devrimci grubun da bu müziğin öncüsü olduğunu. Öte yandan elbette başta Yaşar Miraç olmak üzere, Murathan Mungan, Turgay Fişekçi, Barış Pirhasan gibi sevdiğim şair arkadaşlarımın da güzel şiirlerinin Yeni Türkü eliyle daha da güzelleştiğini ve böylece onları ezberlemiş olduğumuzu da…

1980 sonrası en etkili ve etkileyici müzik grubu Yeni Türkü dersem çoğunluk bana katılır sanırım. Aynı okullardan, aynı çevrelerden, fikirlerden ve şiirden gelmiş olmak da onları çok sevmeme yol açtı kuşkusuz. Pablo Neruda’nın unutulmaz şiiri Buğdayın Türküsü’nün adını taşıyan ilk uzunçalarlarını 1979’da ODTÜ’de dinlemiş, Ankara’da Tunus Caddesinin sonundaki Çağdaş Sahne’de çıktıkları ilk konserlerine de okuldan arkadaşlarla gitmiştim. 1980 başlarıydı. Devrimci müziğe genç ve yeni bir soluk getirmişlerdi, şiirler de sevdiğimiz, yeni şairlerin, arkadaşlarımızın şiirleriydi. O yıllarda sürgündeydi sanırım, çok bilinmiyordu, Kürt şair Kemal Burkay’ın “Sonbahar Çizgileri” şiiri desem, pek bir şey çağrıştırmaz, ama “Mamak Türküsü” desem hepimiz mırıldanmaya başlarız: “Geldiğimizde otlar yemyeşildi/ve kuzeydeydi güneş/kömür deposu boşaldı işte/Mamak’a sonbahar geldi/…/Güneş altında tutsaklar/ geçen sonbahara bakıyorlar/şirin mi şirin gecekondu evleri/Samsun asfaltında otomobiller/ ne güzeldir yollarda olmak şimdi!” Benim de ezberimde olan bu şarkı Yeni Türkü’nün ilk albümü Buğdayın Türküsü’nün hepsi canımıza okuyan şarkıları arasında en çok dinlediğimiz şarkıydı. Mamak’ta ve tüm zindanlarındaki dostları hatırlattığı ve özgürlüğün tadını, yollarda olmanın sevincini duyurduğu için de vazgeçilmezimizdi.

Derya Köroğlu’ndan ötürü ODTÜ’lü sayıyorduk grubu da zaten! O zamanlar ‘biricik’ olan Fen Lisesi’nden arkadaş oldukları Selim Atakan’la 1977’de kurdukları grubun vokalisti Zerrin’in sesine de bayılıyorduk. Özellikle de Yaşar Miraç’ın şiirinden uyarladıkları şarkıda “gurbete kaçacağım/o lacivert ülkeye/o üzünç denizine/uzayan iskeleye/ansızın sormaksızın/ neler kalır geriye/…/kopup yalnızlığımdan/ kopup sonsuzluğumdan/gurbete kaçacağım/ gurbete tükenmeye” sözleri sanki o yıllarda hepimizin halet-i ruhiyesini ziyadesiyle dile getiriyor, yetmiyor dahası o geniş sesin taşıdığı harflerin, notaların sırtında lacivert bir gecenin içinde gurbet denen o sonsuzluğa mı üzünç denizine mi her neyse yol alır gibi oluyorduk! Gibi olmak! Cümlenin sonuna yakışmadı, gibisi ne, oluyorduk! Yeni Türkü’nün bizde hakkı çoktur! Böyle, ezgilerinin pek çoğu, özgün beste ya da uyarlama, şiir ya da şarkısözü ya da ısmarlama söz olsun üzüntüden sevince, şölenden ağıda, yastan şenliğe bütün bir yaşamı kuşatan, dile, gönüle, akla, ruha takılan, gözde ve dilde olan, hiç olmadı içimizde bir ritim tutturarak kendi kendine mırıldanan, bizim de ona günlük yaşantımızla eşlik ettiğimiz, arkadaş olduğumuz, dost bildiğimiz, ‘iyi günde kötü günde’ şarkılarıyla kalbimizden tutan kaç müzik grubu vardır?

Büyük bir antoloji oluşturdular şarkılarıyla ve değişmez solisti, adı da varlığı da Yeni Türkü’yle özdeş olan Derya Köroğlu’yla. O antolojide cumhuriyetin ilk yüzyılının hemen hemen yarısı var. 12 Eylül darbesinin hayatımıza yaptığı fenalıklar, daha fenası kötülükler var. “O Karanlıkta Biz”im korumaya çalıştığımız insani, toplumsal, devrimci değerler var. Koruyamadığımız, “bakakalırım giden geminin ardından” kederiyle hala el salladığımız, elimizi havada bırakan ayrılıklar var. Buzu kırmak için hamle eden sözler, gülüşler, öfkeler ayrı ayrı ve birlikte var. Şarkıların bazına katılıp bazılarını geleceğe ayırıp bazılarını anılara saklayanlar var. “Telli Telli” gibi nerdeyse ‘ulusal sevinç havası’ olmuş şarkılar var. Kaç kuşak bir arada, 1940’ın ‘Acılı Kuşak’ şairlerinden diyelim başlayan bir şiirin kapaklarının, şükürler olsun, açılması var. Memleket var, Ege var, Akdeniz var, Balkan var, İstanbul var, ama en çok ve hep “Ankara Ankara Güzel Ankara” var. Nazım Hikmet var, Can Yücel var, e.e.cummings var. Arkadaş adları var ki kimi kendinde, kimi bende, kimi bizde, kimi birbirimizde, kimi kimsede, hepsi birbirinden arkadaş adları olmuş vaktiyle. Bak, duyuyor musun en çok da “şimdi yeni şeyler söylemek lazım” var!

“Şu Metris’in Önü” türküsü 12 Eylül’den bugüne nasıl yalnızca Metris değilse, Mamak’tan Diyarbakır’a tüm cezaevlerinin ve tutsakların türküsüyse, “Sonbahar Çizgileri” de böyle bir özgürlük klasiği olmuştur. Yeni Türkü grubu da tıpkı Yaşar Miraç’ın kurduğu ve adını topluluğa da verdiği Yeni Türkü Yayınevi’nin o yılların genç şairlerinin ilk kitaplarını yayımlayarak, eylülün o acılar denizinde, karanlık dehlizlerinde küçük de olsa bir umut ışığı yakmış, direniş gücü vermişse, Yeni Türkü grubu da müziklerinin getirdiği Latin, Yunan, Akdeniz, Türk, Kürt ‘ortaya karışık’ ara sıcak havasıyla ruhumuzu buz tutmaktan, donmaktan korumuştur.

Yeni Türkü, albümleriyle elbette bir müzik antolojisi de oluşturmuştur. Bir hafıza kaydı olarak da dinliyoruz onları, bizden sonra da dinlenecek. O zaman tam da adını aldığı müzik hareketinin protest ruhuyla, tanık olduğu dönemlerin acılarının, fırtınalı zamanlarının dinmek bilmeyen uğultusu hep duyulacak onların kayıtlarında. Sanatın uyarıcı, hatırlatıcı yönünü eskiden yeniye her toplumda, en eski sanatlardan, söyleme biçimlerinden olan insan sesleri ve müzik duyurmuştur. Kavimler kapısı Türkiye’nin kadim halklarından bugüne kalan, isyanlardan, katliamlardan, yangınlardan, yıkımlardan kendini kurtarabilen de belleğin mırıltısı olan sesler ve müzikler olmuştur. En çok da, devridaim olsun Hasan Saltık’ın fedakârlığıyla kurduğu Kalan Müzik yaygınlaştırdı bu hafıza kayıtlarını.

Yeni Türkü’nün şiirle yaptığı suçortaklığı yüz ağartıcı sonuçlar verdi hep. Şiirle müziğin yüksek işbirliğinin yarım yüzyıldır bunca genç, ‘halkçı’ ve taptaze sürmesinde devrimci bir tutku var elbette. Yeni Türkü’nün yaşattığı karnavalesk süreklilikte, tam da bu ülkeyi yeryüzü kültürüyle buluşturan halkların, toplumların sesleri, ağıtları, neşeleri, oyunhavaları, aşk serenatları, ayrılık hicranları, gamlı yaslı gönülleri var. Can Yücel’in “Sardunyaya Ağıt” şiirini kim unutur Yeni Türkü yorumuyla? “Seyre durduk tantanayı/tutuklayıp sardunyayı/attılar dip kapalıya/ sabahleyin saat beşte!” Gel de Ruhi Su’nun büyülü sesinden dökülen “hapisteler ama şarap gibiler” deyişini anımsama!

“Yeşilmişik”ten Barış Pirhasan’ın yaratıcı Türkçesiyle e.e. Cummings’ten çevirdiği “hiç kimsenin yağmurun bile/böyle küçük elleri yoktur” gibi hayran olunası dizelerle dopdolu “Yağmurun Elleri” şiirine, yüzlerce yeni şarkı, yeni türkü için çok teşekkürler Yeni Türkü. Gençliğim, aşklarım, ayrılıklarım, yolculuklarım, özlemlerim, düşlerim arkadaşlarım, yoldaşlarım ve başkentim Ankara için bin teşekkür. Aşkı bunca güzelleştiren nice şiiri, bunların içinde de özellikle Turgay Fişekçi’nin “Asmaların Dansı” şiirinde “Yağmurlu günlerde seviş benimle/kuşlar çinko damı gagalarken/ tenimin kokusunu değiştiren yağmurlarda” dizeleriyle başlayan aşkı aşkla söylediğin için ben sana aşkla teşekkür ederim Yeni Türkü!

Çağdaş Türkü:
Arkadaşlık türküsü

Yeni Türkü’yle dinleyici olmamın yanında, aynı dönemden, okuldan, ruhtan olmamızın da yakınlığı var, dedim. Buna bir de Çağdaş Türkü yakınlığını eklemek gerek. Attila İlhan “Yorgunlar Sendikası” şiirinde “Bir sendika çıkardım yorgunluğumuzdan /adı üstünde yorgunlar sendikası/seni üye yazdım henüz tanımadan /nasıl olsa şarkın hepimizin şarkısı/ sesin nasıl olsa benimki kadar kısık” der. Son dize eylemlerde, protestolarda, mitinglerde çok ve bağıra bağıra konuşmaktan kısılan sesin güzelliğine övgüdür. Önceki dizeler de dayanışmaya, sınıfın gücüne ve aynı şarkıyı söylemenin sevincine dairdir, adı ‘Yorgunlar Sendikası’ olsa da sendikanın ve şiirin!

Yeni Türkü’yle Çağdaş Türkü’yü bir/likte düşünmemin nedeni de bu şiirde saklı değil, apaçık! Nasıl olsa türküleri hepimizin türküleri, birinin adının Yeni, diğerinin adının Çağdaş olmasından da belli bu!

Yeni Türkü’nün Selim Atakan ve Zerrin Atakan ayrıldıktan sonraki sürdürücüleri arasında yer alan Eftal Küçük, yazılarımda, anılarımda sık sık adlarını andığım, bizim ODTÜ’deki küçük grubumuzun da üyesiydi. Aynı siyasal görüşün buluşturduğu, edebiyat, şiir, müzik ve sinemanın da yakından izleyicileri, dinleyicileri, elbette okurlarıydık. Kısa süre sonra da yazarı, şairi, müzisyeni olacaktık. Funda, Neşe, Şeyda, Haldun, Şükran, Yasemin, Serdar, Eftal, adları, iyilikleri, coşkuları ve yoldaşlıklarıyla hala genç aklımda! Daha doğrusu onları anınca aklıma bir gençlik geliyor, bir daha da gitmiyor… demek isterdim ama, bugünkü aklıma gidiyor işte!

Funda da ODTÜ Korosu’ndaydı ve Eftal sanırım onu Derya’ya, Selim’e dinletmişti, galiba Yeni Türkü için de solistlerden biri olarak düşünülüyordu. Yaşar Miraç da benim şiirlerimi istemişti ve ilk kitabım Karşılığını Bulamamış Sorular da Yeni Türkü’den yayımlanmak üzereydi, devridaim olsun canım arkadaşım Adnan Azar’ın Unutmak Suları’yla beraber. Eftal başka besteler yanında o şiirleri de çalışıyordu.12 Eylül oldu, aramızdan okulu bitirenler, ayrılanlar, başka okula gidenler oldu. Eftal, Yeni Türkü için benden seçtiği “Düş Gibi” şiirinin bestesini dinletmişti bana, çok hoşuma gitmişti. Başka şiirleri de çalışıyordu. Arkadaşımız Yasemin de okulu bitirip İstanbul’a gidecekti. Öğrencilik, parasızlık, ama bir armağan vermek istiyordum ona. Yapabileceğim tek şey de iyi-kötü demeden bir şiir yazıp vermekti, elbette elyazısıyla. ODTÜ 2. Yurttaki odama gittim, çizgili defterimden bir sayfaya “Yasemin İçin Küçük Şarkı” başlığını yazdım. Gençken şiir yazmak kolaydır, her şey gibi, yalnızca genç olmak zordur! Herhalde bir yarım saat içinde filan, o zaman italik olan yazımla yazdım, kopardım, cebime koydum, Yasemin yurtlardan gece otobüsüyle ayrılacaktı, vedalaştık, cebine koydum, ‘yolda okursun’ dedim, gitti. Gece lacivertti. Galiba yıldızı da boldu. Yıldızı bol olan gecelerde gözyaşları da bereketli olur demişler miydi yoksa bunu söylemeyi bana mı bırakmışlardı, bilmiyorum…

Uzun hikaye, şiiri unuttum gitti, kısaltıyorum: 1986’da Kıbrıs’ta askerden izinli geldim, Ankara’da Akif Kurtuluş’a uğradım, bir plak koydu pikaba, bir şarkı çaldı, yabancı gelmedi şiir, ses zaten Tolga Çandar’ındı. Eftal Yeni Türkü’den ayrılmıştı, sonrasını izleyememiştim, Çağdaş Türkü’yü kurmuşlar, Bahadır Suda, Erkan Oban ve Tolga ile ilk albümleri “Bekle Beni”yi çıkarmışlardı, hala uzunçalar zamanıydı, kasetler de vardı. Yasemin şiiri Eftal’e vermiş, o da besteleyip grubun ilk albümüne koymuştu, adı küçük bir değişiklikle “Yarın Gece” olmuştu! O kadar olurdu!

Şahane bir albümdür, adını Ahmet Telli’nin güzelim şiirinden almıştır, “Bekle beni küçüğüm/ umudun karartmadan/sevincin yitirmeden/döneceğim bir gün bekle beni” , bu kadar umutlu bir hüzün ya da hüzünlü bir umut şarkısı da duymadım. Ahmet Erhan, Refik Durbaş, Murat Yetkin, Yaşar Miraç, Behçet Aysan şiirlerinden oluşan birbirinden içli, hisli, lirik mi lirik şarkılar vardır: “Rami Kışlası”nı, “Uyanıyor Ankara”yı, “Kenar Mahallede Bir Pazar Günü”nü dinlemeye doyamazsınız, ben 40 yıldır doyamadım!

İkinci albümleri “Delikanlıya” ise 1987’de yayımlanır. Adnan Yücel’in unutulmaz şiiri “Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek”in bestesi de burada yer alır. Çağdaş Türkü’den de bize tıpkı Yeni Türkü’deki gibi biraz üzgün, biraz yorgun bir Ankara duygusu kalır, biraz da Ankara’nın uyanışı kalır. Çok iyi şiirleri çok iyi şarkılar olarak söyleyen bir grubun serüveni yarım kalır. Elbette erkenden giden dostların acısı kalır. ‘Dede’ diye sevdiğimiz Erkan Oban, Bahadır Suda, Eftal Küçük’ün peşpeşe göçlerinin şaşkın acısı kalır. Bana da bu erken vedalar karşısında kederle “Yarın Gece gitmeyecek miydik gençler?” diye sormak kalır!

Yazarın Diğer Yazıları
Türkçe Sesli [Yeni Türkü: Bizim Türkümüz]

Yeni Türkü’yle öncelikle bir dinleyici olarak ilişkim var, üstelik yaşım tuttuğu için en başından beri ve aynı yıllarda ODTÜ’lü olduğum için okuldan da! Biraz daha fazlası da var, ilk şiir kitabım Karşılığını Bulamamış Sorular’ın 1981’de Yeni Türkü Şiir Yayınları’ndan çıkmış olmasıyla da. Bununla ne demek istiyorum? Yayınevinin sahibi, şair Yaşar Miraç’ın gruba da bu adı […]

Devamını Oku
Türkçe Sesli

Bulutsuz Ruhlar: Bulutsuzluk Özlemi Eskimedikleri kendilerini sık sık hatırlatmadıklarından belli. Ya da şöyle diyeyim, kendilerini sık sık hatırlatmadıkları için hiç eskimiyorlar. Bir de şöyle deneyeyim: Öyle az görünüyorlar ki yeni bir albüm çıkardıklarında ya da dinleti yaptıklarında ‘duydunuz mu müthiş bir grup çıkmış!’ izlenimi uyandırıyorlar. Daha da ne söyleyeyim? Hem eski hem yeni. Hem klasik […]

Devamını Oku
Bu Sayıdan Yazılar
Yaşar Kemal’le Geçen Günler / Öğrendiklerim

Zaman zaman sorarlar, Yaşar Kemal’le olan dostluğumuzu. Hayranı olduğum bir insanın/ ulaşılmaz bildiğim bir büyük yazarın bir gün dostu oldum. Nereden nereye derim içimden. Bu yazıya başlarken Çukurova Yaşar Kemal kitabımda da anlattım. Ayşe Semiha Baban’ın içtenliği, ilgisi sayesinde onunla konuştum, birlikte oldum. Ayşe Hanım beni evine aldı, Yaşar Kemal’le söyleşmemizi sağladı. Onun içtenliğini unutamam. […]

Devamını Oku
Anadolu’unun Köklü Çınarı: Yaşar Kemal

Beykoz tarihi günlerinden birini yaşıyordu. 10 Ekim 1965 Milletvekili Genel Seçimlerinin propaganda dönemiydi. Sanat tarihçileri tarafından “Su Sarayı” olarak tanımlanan Beykoz’un simgelerinden biri olan Onçeşmeler’in yanı başındaki köşe kahvede Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) toplantısı vardı. Kahvenin içi dolmuş, sonradan gelenler dışarı taşmıştı. Gözlüklü, tok sesli, uzun boylu adam “Oyunuzu adama verin, beygire değil.” diyordu. Adam […]

Devamını Oku