Bircan Usallı Sinan
Tüm Yazıları
Sevgide ve Hak Edene Övgüde Cömert Olun
Ana Sayfa Tüm Yazılar Sevgide ve Hak Edene Övgüde Cömert Olun

Vagonumun adı Bircan 2023

Yaşam istasyonundan trene bindim bu
kez.
Vagonumun adı: Bircan 2023
Pek çok konuğum var bugün. Hayallerim,
umutlarım, iyikilerim, keşkelerim, sevdiklerim, uzak durduklarım, biraz daha uzak durduklarım, geçmişim-geleceğim, aldığımı-verdiğimi sandığım derslerim… Ve hayatta her
şeyden çok sevdiğim, en çok kırıldığım, en
kolay affettiğim oğlum, eşim.
Bir de ben, kendim…
Dışarıda hava kış mı, sonbahar mı, ilkbahar mı belli değil. Yollar… Bitmeyen, bitmesini hiç istemediğim yollar. Ağaçlar, kimi yalın
çıplaklığının güzelliğinde, kimi yapraklarını
giyinmiş yeşil, kahve, mor, kırmızı güzelliğinde. Eskiden mi kalma, yoksa şimdinin
görüntüsü mü koşturan dünya güzelliğinde
çocuklar. Aynen Ekrem İmamoğlu’nun otobüsüne koşan ve “Her şey çok güzel olacak!”
diyen, o dünyanın ışığını gözlerinde taşıyan
çocuk gibi. Çıtır çıtır bol susamlı simit (artık
susamlarda cimrilik yapılıyor ya, ne yapsınlar
her şey o kadar pahalı ki) satıyor bir tanesi.
Termosumda çayım hazır ne de olsa. Elbette
yanımda hikâye kitaplarım da var. Adnan
Özyalçıner, Başar Başarır, Buket Uzuner, Nazlı
Eray… Nasıl da güzel anlatmışlardır yaşamı,
bilirim…
Artık altmışlı yaşlara gelince, insan dengesini şaşırıyor. Aynaya baktığımda gördüğüm
kadın bana çok yabancı değil ama çok da ben
değil sanki. Gözaltıma biraz aydınlatıcı sürünce, dudağıma yalandan bir ruj, biraz allık
tanıdık Bircan’a yaklaşıyor. Ama o içimde
bağıra bağıra şarkı söyleyen Bocelli’nin sesini
duydu mu, ayağa fırlayıp dans eden otuzlarındaki Bircan ne olacak? Oğlumun ve Burcu
kızımın kızı Haydut (köpeğimiz) ile salonda
kovalamaca oynayan küçük kız Bircan da her
an hazırda. En iyisi ben kendime ortalama bir
yaş seçeyim.
Kırk galiba en güzel zamanım. Evet evet,
gençliğin kırıntıları üzerindeyken, daha çabuk yorulmuyorken, gezip tozmalardan, gece
buluşmalarından kaçmıyorken, her işe balıklama dalıyorken ve hiç bezmiyorken iyiydi yaşam galiba. Kendimi sorgulamaya başlamam
kırklı yaşların sonuna denk düşüyor galiba.
“Ben kimim?” diye tam da o zamanlar telaşa düştüm. Bu satırları okuyanlara önerim
kırklı yaşlarda başlayın kendinizi sorgulamaya. Örneğin ben uzun süre yalnızca Umutcan’ın annesiyim sandım kendimi. Annelik
tehlikeli mecra, bunu sakın unutmayın. Oysa
Filiz Akın bana “Sakın Bircan, sakın! Sen
Umutcan’ın sahibi değil, sadece bir süreliğine
koruyucususun. Bakmakla sorumlu olansın…
Sonrası onun seçimi, sen ilk sırada oturup
onu izleyen konuksun.” demişti.
Doğru, çok doğru. Ama daima oğlumun yaşamında VIP konuk olarak kalacağımı bilmek
de iyi geliyor. Aslında gurur duyduğum bazı
yanları için “Bunu benden almış” demek bile
çok kıymetli. Babasından aldığı güzellikler
ise zaten benim gülümseyen yüreğim. Hayat
arkadaşım, yoldaşım, sevdiğim kıymetlim o
da benim…
Tuhaf bir ruh hâli mi bilmem ama tam da
hissettiklerim bunlar.
2022 benim için ve ülkem için zor bir
yıl oldu. Fatma Girik ve Cüneyt Arkın gibi
dostlarımı kaybedince, aslında ölümün çok
göreceli olduğunu bir kez daha anladım.
Hak, hukuk, adalet yerlerde. İnsanlar
ekmek, soğan derdinde… Ev kiraları delirmiş
durumda. On sekiz yaşımdan bu yana alnımın
teriyle, yazarak-konuşarak parasını kazanan
biri olarak, kendi adıma gözyaşı dökecek
değilim. Ama biz büyük insanlık sınıfı olarak
zaten aynen Nâzım Hikmet’in dediği duygular içinde değil miyiz?
Büyük insanlık gemide güverte yolcusu,
tirende üçüncü mevki,
şosede yayan,
büyük insanlık.
Büyük insanlık sekizinde işe gider,
yirmisinde evlenir,
kırkında ölür,
büyük insanlık.
Ekmek büyük insanlıktan başka herkese
yeter
pirinç de öyle,
şeker de öyle,
kumaş da öyle,
kitap da öyle,

büyük insanlıktan başka herkese yeter.
Büyük insanlığın toprağında gölge yok
sokağında fener,
penceresinde cam,
ama umudu var büyük insanlığın,
umutsuz yaşanmıyor.
Cumhuriyet’imizin 100. yılında ülkem
adına pek çok umudum, dileğim var. En
çok, güven duygusunu doya doya hissetmek
istiyorum. Koca bir çınara dayar gibi sırtımızı, seksen dört milyon bilelim ki; Cumhuriyet’imiz sonsuza dek sürsün, bununla
ilgili bir soru işaretimiz olmasın istiyorum.
Atatürk’ün izinden gitmeye devam edelim istiyorum. Hastanelerimize gidince o koca koca
binaların içinde doktorları, mumla aramak
değil, ilgileriyle, şifalı elleriyle yanı başımda
hissetmek istiyorum. Anne-babaların, çocuklarını içlere sinen okullara göndermelerini,
beslenme çantalarına ihtiyaçları olan şeyleri
gönül rahatlığı ile koymalarını diliyorum.
Göztepe’de bile çöpten yiyecek toplayan
emekli çifti görmek istemiyorum. Ben onlara
yardım etmeye, onlar etraflarına bakmaya utanırken, yüreğimdeki çığlıkların gece
kâbusa dönüşmesinden nefret ediyorum.
Kitapçıya girdiğimde alışveriş yaparken
kasiyere gidip “Vade farkı olmadan kaç taksit
yapıyorsunuz?” diye sormadan gönlümce
alışveriş yapmak istiyorum. Bu soğukta paltosu olmadığı için üstündeki hırkayla üşüyen
bir genç kıza, üstümdeki paltoyu çıkarıp
vermek, onun o ezik ve minnettar gözlerinin
altında ezilmek istemiyorum. Doğalgaz fazla
gelmesin diye gününü kahvede geçiren emekliler dünyası bir ülke istemiyorum.
Çünkü artık onlar börekler açıp,
arkadaşlarıyla gezip tozup, torunlarıyla parklara gidip yaşamın tadını çıkarsınlar istiyorum. Hayat dediğin ne ki?
Geçenlerde bir taksiye bindim. Şoför bir
bilgeydi neredeyse. Önümüzden, o yoğun trafikte gönlünü eğlercesine yavaş yavaş giden
ve inatla yol vermeyen sürücüye söylendi:
“Bak abla bana kaybettirdiği zamana bak.
Beş dakikada iki dakikamı yeni… Bu benim
için benzin parası demek. Sekiz saat içinde
en az bir saat demek. Ben bu süre içinde hem
kendim hem de mal sahibi için belli bir parayı
kazanmak zorundayım.’’
O zaman bir kez daha anladım saniyelerin nasıl kıymetli olduğunu ve kullanırken
yalnızca kendi yaşamımızdan değil, başkalarının da hayatlarından çaldığımızı. “Ne
çok şey öğrettiniz bana bugün.” dedim tam
teşekkür edecektim ki: “Yok abla yok.” dedi.
“Bu arabaya her gün o kadar çok öğretmen
inip biniyor ki, yeter ki öğrenmeye gönüllü
olalım.” dedi. Ve ekledi: “Mesela sen dedin
ki, çocuğunu şımartmaktan öpüp koklamaktan çekinme, sevgiden zarar gelmez, dedin.
Biz baba usulü çocuğumuzu uyurken severiz
çünkü.” dedi.
Alan razı, veren razı indim arabadan, en
iyi niyetlerimi tüm kalbimle verdim, aldım
ondan.
Bir şoför kızı olarak severim bu meslek
grubunu daha gönülden. Ve ilk işim sorarım
hemen “Bu taksi sayısı yetmiyor işte kardeşim. Haklı İmamoğlu ama sizler niye daha
fazla taksi trafiğe çıksın istemiyorsunuz?”
diye. Ya da “Oyunu beş kere düşün taşın,
öyle ver kardeşim.” diye. Yaşlanınca düşmedi
çenem. Ben hep böyleydim zaten…
2022’de hayatımın ta içinde olup da beni
üzen, yüreğimi inciten insanlarla arama
mesafe koymayı da başardım şükürler olsun.
Herkese de bunu yapmasını öneriyorum.
Bazen olmazsa olmazımız sandığımız bu kişilerin, aslında olmazımız olduğunu görünce
nasıl bir rahatlama oluyor bilemezsiniz. Ohhhhhhhh mis gibi kar havası soluklamak gibi.
Şiir okumak iyi geliyor çoğu zaman bana.
15 Ocak benim için önemli bir tarihtir. Tam
36 yıl önce bu tarihte evlenmiştim. Nâzım
Nikmet’in doğum gününde yani… Ve onun
çok sevdiğim bir şiirini paylaşmak istedim
sizlerle:
Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir
şey beklemeden,
yani bütün işin gücün yaşamak olacak.
Yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın
duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar
için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye
değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme
inanmadığın için,
yaşamak yanı ağır bastığından.
Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız,
yani, beyaz masadan,
bir daha kalkmamak ihtimali de var.
Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini
biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi
fıkrasına,
hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,
yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz
en son ajans haberlerini.
Diyelim ki, dövüşülmeye değer bir şeyler
için,
diyelim ki, cephedeyiz.
Daha orda ilk hücumda, daha o gün
yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.
Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,
fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz
belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.
Diyelim ki hapisteyiz,
yaşımız da elliye yakın,
daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir
kapının.
Yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız,
insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgârıyla
yani, duvarın ardındaki dışarıyla.
Yani, nasıl ve nerede olursak olalım
hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak…
Bu dünya soğuyacak,
yıldızların arasında bir yıldız,
hem de en ufacıklarından,
mavi kadifede bir yaldız zerresi yani,
yani bu koskocaman dünyamız.
Bu dünya soğuyacak günün birinde,
hatta bir buz yığını
yahut ölü bir bulut gibi de değil,
boş bir ceviz gibi yuvarlanacak
zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.
Şimdiden çekilecek acısı bunun,
duyulacak mahzunluğu şimdiden.
Böylesine sevilecek bu dünya
‘Yaşadım’ diyebilmen için…
İyikilerle dolu bir yaşamım oldu benim,
bundan sonrası da aynen böyle olsun istiyorum elbette. Annem, babam, kardeşlerim, çok kıymetli öğretmenlerim (gerçekten öğretmenlik dünyanın en kutsal iki
mesleğinden biri) oldu. Çok sevdiğim bir
mesleğim, bu meslekte şahane yol arkadaşlarım, şahane çalışma arkadaşım Selen
oldu… Her incindiğimden olmasa da yaşama
ilişkin aldığım derslerim oldu. Artık daha
az kırılıyorum çünkü buna izin vermemeyi
öğrendim.
Size de öneriyorum.
Keşkelerime gelince… İlk patronum İlhan
Turalı’yı dinleyip yüksek lisanstan vazgeçmeseydim diyorum. Keşke daha çok kitap
yazabilseydim (ama Türkan Şoray ile yeni bir
kitap çalışmasının içindeyim) diyorum. Akıcı
bir yabancı dilim olsaydı da çeviriye muhtaç
olmasaydım diyorum. Sevmek ve sevilmek ile
ilgili keşkem yok şükürler olsun. Ve herkese
bunu öneriyorum: Sevgide ve hak edene övgüde, cömert olun.
En iyi dostunuz kitaplarınız olsun.
Aynada kendinize gülümseyin. İyi geceleriniz ve günaydınlarınız bol olsun.
Ve unutmayın, hayatın akışında bir alışveriş dengesi vardır.
Alırken de, verirken de bunu koruyun.

Yazarın Diğer Yazıları
CANANGÜLLÜ

Bugün yolculuğumda çok sevdiğim, takdir ettiğim, hayranlık duyduğum, dünyalar güzeli bir kadın dostumla beraberim. Türk kadın hakları savunucusu, aktivist, organizatör ve Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu Başkanı ve Uluslararası Cesur Kadınlar Ödülü’nün sahibi Canan Güllü. Müthiş cesur kadın sözcüğü bana çok kıymetli gelmiştir, hep çok sevmişimdir ve hayatım boyunca bunu bazı kadınlar için, benim için önemli […]

Devamını Oku
Başı Dik Sosyal Demokrat: Berna Laçin

Kışa mı girdik, sonbahar mı devam ediyor, bilemiyorum. Fakat şu anda doğanın en sevdiğim hali var; Ağaçlar bütün yalınlığıyla çırılçıplak. Kırmızı, kahverengi sararmış yapraklar… Doğanın bu halini seviyorum; insana benzetiyorum, insanın orta yaşlılıktan yaşlılık dönemine geçişine benzetiyorum nedense. Bu güzel yolculukta bu kez konuğum Berna Laçin. Sevgili Berna’yı gazetecilik günlerimden tanıyorum, onunla defalarca röportaj yapmışlığım, […]

Devamını Oku
Bu Sayıdan Yazılar
Yaşar Kemal’le Geçen Günler / Öğrendiklerim

Zaman zaman sorarlar, Yaşar Kemal’le olan dostluğumuzu. Hayranı olduğum bir insanın/ ulaşılmaz bildiğim bir büyük yazarın bir gün dostu oldum. Nereden nereye derim içimden. Bu yazıya başlarken Çukurova Yaşar Kemal kitabımda da anlattım. Ayşe Semiha Baban’ın içtenliği, ilgisi sayesinde onunla konuştum, birlikte oldum. Ayşe Hanım beni evine aldı, Yaşar Kemal’le söyleşmemizi sağladı. Onun içtenliğini unutamam. […]

Devamını Oku
Anadolu’unun Köklü Çınarı: Yaşar Kemal

Beykoz tarihi günlerinden birini yaşıyordu. 10 Ekim 1965 Milletvekili Genel Seçimlerinin propaganda dönemiydi. Sanat tarihçileri tarafından “Su Sarayı” olarak tanımlanan Beykoz’un simgelerinden biri olan Onçeşmeler’in yanı başındaki köşe kahvede Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) toplantısı vardı. Kahvenin içi dolmuş, sonradan gelenler dışarı taşmıştı. Gözlüklü, tok sesli, uzun boylu adam “Oyunuzu adama verin, beygire değil.” diyordu. Adam […]

Devamını Oku