Şükrü ERBAŞ
Tüm Yazıları
Dünya Şairin Hem Anarahmidir Hem Mezarıdır
Ana Sayfa Tüm Yazılar Dünya Şairin Hem Anarahmidir Hem Mezarıdır

Ne zaman şiir üzerine konuşmak ya da yazmak durumunda kalsam, Melih Cevdet’in şu sözü aklımda, dilimde çınlar durur: “Şiir, üzerinde çok fazla konuşmayı kaldırmayan bir sanat dalıdır.” Şiir yazan her şair, bu korkuyla kekeleyip durmuştur ama neredeyse ilk insandan beri de en çok şairler şiir üzerine konuşmuştur. Ben de bu gerçeği bozmayacağım; şiir ve hayat, […]

Ne zaman şiir üzerine konuşmak ya da yazmak durumunda kalsam, Melih Cevdet’in şu sözü aklımda, dilimde çınlar durur: “Şiir, üzerinde çok fazla konuşmayı kaldırmayan bir sanat dalıdır.” Şiir yazan her şair, bu korkuyla kekeleyip durmuştur ama neredeyse ilk insandan beri de en çok şairler şiir üzerine konuşmuştur. Ben de bu gerçeği bozmayacağım; şiir ve hayat, şiir ve insan denen iki sonsuzluk üstüne birkaç söz edeceğim.

‘Zamanın ruhu’ ya da çağın en yıkıcı hastalığı diyebileceğimiz yabancılaşma, insanı ve dünyayı kimsesizler mezarlığına çevirdi. Bencilleştirdi. Küçük düşürdü. Belleksiz yaptı. Dilsiz yaptı. Kötücül yaptı. Bu ağır döngünün tabii ki geleceği olamaz. Hayatı bir boğuntu mührüyle mühürlenmiştir, aklı ve kalbi gövdesinde donmuştur.

Günümüz şiirinin ve diğer tüm sanatsal yaratıcılığın kaynaklandığı büyük ana rahminin, çok büyük ölçüde bu yabancılaşmış gerçeklik olduğunu düşünüyorum. Şiirle insan arasındaki, şiirle dünya arasındaki bağ tam anlamıyla bir varoluş bağıdır. Şiir, diğer bütün sanat alanlarında olduğu gibi dünyanın, tanrıdan ya da doğadan sonra insan tarafından yeniden tasarlanmış halidir. Çocukluktan sonrası acımasız bir yaşama cezasına dönen bu dünyanın karşısına, şairin yarattığı trajediden yapılmış bir güzelliktir.

Biz, hem dünyayı beğenmeyiz, itiraz ederiz ona, onu reddederiz, hem de ondan vazgeçemeyiz. Dünyayla birlikte yaşayabilmek için şiir yazarız, müzik yaparız, resim yaparız. Dünya şairin, hem ana rahmidir hem mezarıdır. Bir paradoks gibi görünse de tam da böyledir. Tahterevallinin bir ucunda dünya bir ucunda şiir-müzik-resim vardır. Tam ortasında oturur şair.

Şair dil içinde dil yaratandır. İnsan içinde insan, toplum içinde toplum. Doğayı insanlaştırandır. Onu var eden her şeyin, onu yok eden her şey olduğunu çok erken görmüştür. Onu kuşatan tüm bu gerçekliği yıkacaktır. Kendi acısının, özgürlük bilincinin ve toplumun büyük yalnızlığının odağında yeniden kuracaktır. Yazdığı şiir parmak izidir şairin. Bunun için elinde tek bir gereci vardır: Dil. Edebiyatın diline dönüşmemiş hiçbir şeyin bu dünyada bir hayatı olmamıştır, olamaz.

Düşünsenize, anlam yaratıyorsunuz. Değer yaratıyorsunuz. Acı ve arzu yaratıyorsunuz. Bunu da dünyanın bütün varlıklarına yaslanarak, onlarla birlikte yeniden var olarak yapıyorsunuz. Şiir, bizi dünyanın hem içinde tutar hem dışına çıkarır. Bir varoluş ve ölüm bilincidir şiir.

Elbette dünyayı eylem değiştirir ama o eylemin tasarımcısı, hazırlayıcısı, kurucusu sözdür. Söz bize, gündelik hayatın sıradanlığı içinde öyle bir ruh verir ki yeryüzünü ve gökyüzünü yeniden kurmaya başlarız. Söz, gerçeğin mimarıdır, eleştirmenidir, taşıyanıdır, yıkanıdır, kuranıdır. Aynı zamanda yıkıp kurduğu bu olağanüstü dünyaya oturup ağıt yakanıdır, güzelleme yapanıdır. “İnsan sözlerden yapılır.” demiştim; bunun tersi de bir o kadar doğru: Sözler insandan yapılır ve insan dünyanın anlamıdır.

Şiir kinden doğmaz. Nefretten doğmaz. Dünyanın en güzel şarkısıdır. Bütün zamanların dilidir. İnsanın en kalabalık, en yaratıcı, en merhametli yalnızlığıdır. Şiir gönül yorgunluğu ile yazılmaz. Kara bir sıkıntıyla nesneleri anlayamayız. İçimizden geçmeyen bir dünyanın şiiri olmaz. Biri bize dokunmazsa ruhumuz ışıyamaz. Sözcükleri hayal gücümüzle büyütmezsek hayatla gönül bağımız kalmaz. İnsana inanmadan şiire inanamayız.

Yazarın Diğer Yazıları
Dünya Şairin Hem Anarahmidir Hem Mezarıdır

Ne zaman şiir üzerine konuşmak ya da yazmak durumunda kalsam, Melih Cevdet’in şu sözü aklımda, dilimde çınlar durur: “Şiir, üzerinde çok fazla konuşmayı kaldırmayan bir sanat dalıdır.” Şiir yazan her şair, bu korkuyla kekeleyip durmuştur ama neredeyse ilk insandan beri de en çok şairler şiir üzerine konuşmuştur. Ben de bu gerçeği bozmayacağım; şiir ve hayat, […]

Devamını Oku
Zamandan Süzülmüş Bir Zaman

Nar ağaçlarının ıslık çaldığı bir avluydu. Deniz neminden kapıları vardı. Eski değil de incinmişti. Yaşı asmaların tozunda saklıydı. Kim oturursa otursun bir Rum eviydi. Kuyuları ipleriyle boğulmuştu. Kalın seslerin ortasında küçülmüş, küçülmüştü. Ev değil, bir pas salkımıydı. Beyaz badanaların altında kim bilir kaç bakış gövermiş, kaç dokunuş halkalanmıştı. Kaç şarkı yaz yapraklarına ölümsüz kalpler çizmişti. […]

Devamını Oku
Bu Sayıdan Yazılar
Yaşar Kemal’le Geçen Günler / Öğrendiklerim

Zaman zaman sorarlar, Yaşar Kemal’le olan dostluğumuzu. Hayranı olduğum bir insanın/ ulaşılmaz bildiğim bir büyük yazarın bir gün dostu oldum. Nereden nereye derim içimden. Bu yazıya başlarken Çukurova Yaşar Kemal kitabımda da anlattım. Ayşe Semiha Baban’ın içtenliği, ilgisi sayesinde onunla konuştum, birlikte oldum. Ayşe Hanım beni evine aldı, Yaşar Kemal’le söyleşmemizi sağladı. Onun içtenliğini unutamam. […]

Devamını Oku
Anadolu’unun Köklü Çınarı: Yaşar Kemal

Beykoz tarihi günlerinden birini yaşıyordu. 10 Ekim 1965 Milletvekili Genel Seçimlerinin propaganda dönemiydi. Sanat tarihçileri tarafından “Su Sarayı” olarak tanımlanan Beykoz’un simgelerinden biri olan Onçeşmeler’in yanı başındaki köşe kahvede Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) toplantısı vardı. Kahvenin içi dolmuş, sonradan gelenler dışarı taşmıştı. Gözlüklü, tok sesli, uzun boylu adam “Oyunuzu adama verin, beygire değil.” diyordu. Adam […]

Devamını Oku