Zülfü LİVANELİ
Tüm Yazıları
Delilik

Benim başucu kitaplarımdan birisi Erasmus’un “Deliliğe Övgü” adlı muhteşem eseridir. Ne zaman canım sıkılsa, ne zaman insanların açgözlülüklerinden, hırslarından, tatmin edilmemiş egolarından ve aptallıklarından sıkılsam, hemen Erasmus’a sarılır sarılır, birkaç paragraf okurum. Böylece 1469’da doğup 1536’da ölen ünlü Rönesans hümanistinin eleştiri oklarını yönelttiği ve alay ettiği insan soyunun, aradan geçen bunca yüzyıla rağmen pek fazla […]

Benim başucu kitaplarımdan birisi Erasmus’un “Deliliğe Övgü” adlı muhteşem eseridir. Ne zaman canım sıkılsa, ne zaman insanların açgözlülüklerinden, hırslarından, tatmin edilmemiş egolarından ve aptallıklarından sıkılsam, hemen Erasmus’a sarılır sarılır, birkaç paragraf okurum. Böylece 1469’da doğup 1536’da ölen ünlü Rönesans hümanistinin eleştiri oklarını yönelttiği ve alay ettiği insan soyunun, aradan geçen bunca yüzyıla rağmen pek fazla değişmemiş olduğunu görür, kendi dertlerimi unuturum.

Gerçekten de barış yerine savaşı, zevk yerine ezayı, cefayı, dostluk yerine binbir dikenli düşmanlığı seçen ve şu dünyadaki kısacık misafirliği eşine dostuna zehir etmek için uğraşan bir canlı türüne delilikten başka hangi sıfat yakıştırılabilir?

Erasmus, yaklaşık beş asır önce bu eseri yayımlayınca akıllı uslu çevrelerden yemediği hakaret kalmıyor tabii. Bir dostu ona akıllı olmasını, ortama uymasını ve şimşekleri fazla üstüne çekmemesini öğütlüyor. Bakın ona verdiği cevaba: “Delilik yerine akıllı durumunu överek yeni bir eser oluşturmamı şiddetle tavsiye ediyor hatta bunun için bana yalvarıyorsun. Sevgili Dorp, ben kendisi dışında kimseyi küçük görmeyen ve dünyayla barışık olmak dışında hiçbir şey istemeyen biriyim. Sonucunu önceden tahmin edemeyeceğim bir işe girişmekten de her zaman çekinmişimdir. Bir avuç önyargılı ve cahil insandan gelecek düşmanlık ve iftiraların giderilemeyeceğini, hatta daha çok alevleneceğini biliyorum. Sanırım uyuyan köpeklere dokunmamak çok daha iyi bir sonuç verecektir. Bir hatam olmadığı sürece kötülüklerin zaman içinde yok olmasını beklemek daha akıllıca bir hareket olabilir.”

Beş asır önce Erasmus, kötülükleri yazıp çizmek yerine uyuyan köpekleri uyandırmadan işi zamana bırakmanın daha uygun olduğunu düşünse bile, kalemi durmuyor; o cahil ve kurnaz kesimi iğnelemekten kendini alamıyor. Bu sayede de kendisine hak veren insanlara, yüzyıllar ötesinden teselli edici düşünceler göndermeyi başarıyor.

İyi ki deliler yaşamış bu dünyada.
Ya herkes “akıllı” olsaydı, ne yapardık?

Yazarın Diğer Yazıları
Delilik

Benim başucu kitaplarımdan birisi Erasmus’un “Deliliğe Övgü” adlı muhteşem eseridir. Ne zaman canım sıkılsa, ne zaman insanların açgözlülüklerinden, hırslarından, tatmin edilmemiş egolarından ve aptallıklarından sıkılsam, hemen Erasmus’a sarılır sarılır, birkaç paragraf okurum. Böylece 1469’da doğup 1536’da ölen ünlü Rönesans hümanistinin eleştiri oklarını yönelttiği ve alay ettiği insan soyunun, aradan geçen bunca yüzyıla rağmen pek fazla […]

Devamını Oku
Yeni Yılınız Işıklı Olsun

İnsanlar sürekli bebek olarak kalıyor: Nasıl bir bebek karnı tok, altı kuru, sırtı pek, yatağı sıcak ve sancısı yokken gülüyorsa, yetişkinler de aynen öyle. Her şeyden önce beslenmesini, barınmasını ve ısınmasını sağlama almak zorunda. Eğer koşullar tamam değilse, insanların yüzü gülmüyor. Başlıyor huzursuzluklar. Hava da bu koşullardan biri. Güneşin bütün parlaklığıyla yüzünü göstermediği günlerde sabahları […]

Devamını Oku
Bu Sayıdan Yazılar
Yaşar Kemal’le Geçen Günler / Öğrendiklerim

Zaman zaman sorarlar, Yaşar Kemal’le olan dostluğumuzu. Hayranı olduğum bir insanın/ ulaşılmaz bildiğim bir büyük yazarın bir gün dostu oldum. Nereden nereye derim içimden. Bu yazıya başlarken Çukurova Yaşar Kemal kitabımda da anlattım. Ayşe Semiha Baban’ın içtenliği, ilgisi sayesinde onunla konuştum, birlikte oldum. Ayşe Hanım beni evine aldı, Yaşar Kemal’le söyleşmemizi sağladı. Onun içtenliğini unutamam. […]

Devamını Oku
Anadolu’unun Köklü Çınarı: Yaşar Kemal

Beykoz tarihi günlerinden birini yaşıyordu. 10 Ekim 1965 Milletvekili Genel Seçimlerinin propaganda dönemiydi. Sanat tarihçileri tarafından “Su Sarayı” olarak tanımlanan Beykoz’un simgelerinden biri olan Onçeşmeler’in yanı başındaki köşe kahvede Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) toplantısı vardı. Kahvenin içi dolmuş, sonradan gelenler dışarı taşmıştı. Gözlüklü, tok sesli, uzun boylu adam “Oyunuzu adama verin, beygire değil.” diyordu. Adam […]

Devamını Oku